"Patates Yiyenler", "Vazodaki Ayçiçekleri", "Sonsuzluğun Eşiğinde", "Kiraz Ağacı", "Teras Kafe", "Yıldızlı Gece", "Eski Değirmen" ve "Tutkular Çemberi" adlı resimleriyle dünyaya nam salan bir ressam o...
Hoş eserlerinin isimlerinden daha çok resimlerin kendisini gördüğünüzde "işte bu onun eseri" diyebilirsiniz. Ya da kulağını bir hamlede kesmesiyle belleklerde acı bir yer edinen ressam o.
Sizin onun resimlerinde ne gördüğünüzü bilmiyorum ama benim tuvallerine baktığımda gördüğüm sarılar, maviler ve yeşiller; içinde biraz melankoli, biraz yalnızlık ve biraz öfke barındırıyor...
Akıllı-deli ressamı Van Gogh...
Ve "mutsuzluğum sonsuza kadar sürer" diyerek ömrünü hüzünlü bir sonla tamamlayan, lalelerin diyarı Hollanda'da 19. yüzyılın akıllı-deli ressamı Vincent Willem Van Gogh...
Van Gogh, eserlerinin tümünü (900 resim ile 1100 çizim) akıl hastalığına yakalanıp, kendini öldürmeden önceki on yıllık süreçte üretmiş. Ama ne yazık ki yaşamı süresince hiçbir yapıtını satamamış. (Sadece sağlığında satabildiği tek resim olan 'The Red Vineyard (1888)' isimli tablo, şimdi Moskova'daki Puşkin Müzesi'nde sergileniyor.)
Geniş halk kitlelerince tanınması, diğer birçok sanatkâr gibi ölümünden 11 yıl sonra resimlerinden 71'inin Paris'te sergilenmesiyle başlamış.
Ekspresyonizm, fauvizm ve erken soyut resim üzerindeki etkisi büyük olan ressamın eserlerinin çoğunun sergilendiği Van Gogh Müzesi'ne (Amsterdam), bir gün yolunuz düşerse muhakkak uğrayın, zira sarı düşlerin ve melankolinin sanat tapınağına dönüşmüş hali, sizlere bambaşka bir evrenin kapısını aralayacak.
Gelelim bu satırları işgalime... Oyundan önce üzerinde biraz es vermek adına; geçtiğimiz hafta tiyatro rotamın arasına birkaç sinema filmi de sıkıştırdım...
İşte kalemden kağıda dökülenler; Bazılarının yere göğe sığdıramadığı, bazılarının "klişelerle dolu" diye eleştirdiği Pandora'nın kutusundan çıkan Na'vi'lerin diyarı "Avatar"; zombilerin mesken tuttuğu 'bizim çocukların filmi' diye sevindirik olduğum (Talip Ertürk ve Murat Emir Eren'in ilk filmi) "Ada: Zombilerin Düğünü"; çocukluğumuzun Western'inde şimdi Türkiyeliler'in kahraman olduğu Cem Yılmaz'lı "Yahşi Batı"; Fatih Akın'ın yönetmen koltuğunda oturduğu, aşka ruh katılınca ortaya çıkan karamel tat "Soul Kitchen" ve son olarak da Pedro Almodovar'ın aşk ve fedakarlık üstüne çok da bilindik duygularıyla bünyeye hücum eden "Kırık Kucaklaşmalar"...
Melankolinin diğer adı Van Gogh
Filmlerin yorumları ustalara kalmış. Naçizane bir izlek olarak görmeli-paylaşmalı bağlamında memleketim coğrafyasında nelerle uğraştırıldığımız fikrime düşünce; gülmek ve ağlamak ayarında ince bir tavşan zıpırlığı da yanı başıma düşmüyor değil amma.. Neticede aynı gökyüzü altında birbirimizi şereflendirdiğimiz bu yüzyılda; hayata biraz daha renk verip, hikâyelerimizi zenginleştirmek lazım diyenlerdenseniz, o halde yaşadıklarımız ve göreceklerimiz hepimize mübah diyorum. Ama bu serüven boyunca da molaları bertaraf etmemek şartıyla!..
Şimdi başta da koyu çerçeveye aldığım Van Gogh'a gelirsek; heyecanlı bir iştahla gittim Van Gogh adlı oyunu izlemeye... Benim için Van Gogh ve Kenter Tiyatrosu'nun uzun yıllardır çatısında oyunlar şahlandıran Hakan Gerçek'in bir arada olması kafiydi.
Daha önce de yazılarımda altını çizdiğim gibi; tek kişilik oyunları kotaracak çok da oyuncu yok sanırım memleketim coğrafyasında... O yüzden bu oyun bir kez daha önem teşkil ediyor.
Beyoğlu'nda konuşlanan Kumbaracı Yokuşu 50 numarada, (ki Kumbaracı Yokuşu 50 mekânında şahane oyunlar sahnede, bunları seyir ettikten sonra paylaşacağım sizlerle) bir evin salonundan bozma sahnede, usta oyuncu Hakan Gerçek, Van Gogh oluyordu ve kelimenin iltifata düştüğü noktada döktürüyordu.
27 yıldır tiyatro tozu yutan ve oyunculuğuyla her daim hafızaları zorlayan bir performans sunan Hakan Gerçek, şimdi de kendi kurduğu Tiyatro Gerçek sahnesinde; 1800'lerin ortasında resim aşkıyla yanıp tutuşan Hollandalı Vincent Willem Van Gogh ile karşımızda. Aynı yalnızlık ve aynı öfkeyle...
Van Gogh'un kardeşi Teo'ya yazdığı mektupları derleyerek İskoçyalı W. Gordon Smih'in yazdığı, Ülkü Tamer'in dilimize kazandırdığı Hakan Gerçek'in tek kişilik oyunu "Van Gogh", ressamın hayatına daha da yakından tanıklık etmek isteyenlere kaçırılmayacak bir vaha sunuyor. Arka fondaki müzikler ise çok tanıdık tınılarıyla; Oya Küçümen ve Bora Ebeoğlu'na ait.
Müşfik Kenter'den sonra...
Rahip bir babanın oğlu olan Hollandalı Van Gogh'un 'aradığımı bulurum belki' diyerek baba mesleğini yapmaya gittiği Belçika'nın fakir madenci kasabası Borinage'de buluyoruz önce kendimizi.
Başkalarının yoksulluğuna şahit olduğu her gün, öğretilen tanrıya inancı zayıflayan ve çetrefilli bir yol süresince kendini tanrısına ulaşmaya adayan Van Gogh'u görüyoruz.
Kiliseyle de ailesiyle de arasının açılmasına ve tam o sırada renkleri keşfediyor olmasına tanık oluyoruz; keşfettikçe kendi yüzünü de çizmesine. "Her şey değişiyor. Ben de. Ama ya gözlerim, gözlerimdeki melankoli..." sözleriyle belleğimize duhul olan Van Gogh, kendi söylemiyle Vincent, Hakan Gerçek'in yorumuyla daha bir bizden oluyor ve dokunuyor en ince ayarlarımıza.
Hakan Gerçek, kendisiyle sürekli hesaplaşan, bir türlü emin olamayan, bir başkasının eline bakmaktan dolayı sürekli ezik ve duygusal olan, ama gittiği, inandığı yoldan vazgeçmeyen, çevresindekiler tarafından anlaşılamamış bir Van Gogh'u biz izleklere; kusursuz bir yorumla anlatıyor. Gerçek'in sahnedeki enerjisi ise görülmeye değer.
21 yıl önce hocası Müşfik Kenter bu oyunu sahnelediğinde Hakan Gerçek de onun asistanıymış. Hayata bakın ki şimdi de bizler Gerçek'in kadrajından izliyoruz Van Gogh'u.
Hakan Gerçek oyunu sahneye taşıma sebebini; "Van Gogh'un sevdiği zaman bile duyduğu acı ve melankoli cezbetti beni. Acısı, hüznü, öfkesi... Van Gogh'un çektiği acılar bugünle kıyaslanamayacak kadar değişik ve yoğun, fakat çalışmak uğruna hastalanacak bir insan olarak görüyorum onu.
Kendi mesleğini geliştirmek, sanatını yapmak, bir şeyleri değiştirmeye çalışmak benim o tekstten çıkardığım şeyler" diyerek açıklıyor.
Gerçek, "4 ay boyunca sürekli 70 sayfalık tekstle yalnız başımaydım" diyor ve bunun sonucunda ortaya çıkansa tadı damaklarda kalan bir biyografi-oyun oluyor.. Tiyatro Gerçek bundan sonra da yoluna portrelerle devam edecekmiş, sırada belki de "Ben bütün hüzünleri denemişim kendimde..." diyen Cemal Süreya olabilirmiş, ne kadar güzel olur değil mi? İnce bir heyecanla bekliyorum bu çalışmayı da...
Tiyatro Gerçek sahnesinde, şiir dinletileri ve atölye çalışmaları da yapılıyor. Kendinize bir güzellik yapın ve bir gece için Tiyatro Gerçek güzergâhını ajandanıza not etmeyi unutmayın!...
Tüm bu koşturmaca arasında gününü az da olsa şenlendirmek isteyenlere; Tel: (0212) 252 89 91, www.tiyatrogercek.com (BM/EÖ)