Wilhelm Reich, aç insanların neden çaldıklarının değil, neden çalmadıklarının asıl sorulması gereken soru olduğunu söyler. Kriz tartışmalarında da, Reich'in akıl yürütmesinden hareketle, kapitalist ekonomilerde krizin neden olduğunu değil, neden olmadığını sormak gerekir. Krizin neden olduğu çok açıktır, asıl sorgulanması gereken neden bazı dönemlerde krizin olmadığıdır.
Piyasa kavramlarıyla ifade etmek gerekirse, kriz arzın çok yükseldiği, buna karşılık talebin yetersiz kaldığı dönemlerde ortaya çıkar. Kriz patladıktan sonra, çeşitli nedenlerden dolayı ortaya çıktığı keşfedilir, yazılır, çizilir ama hepsinde de söz konusu dengesizlik asıl neden olarak varlığını göstermektedir.
Bu dengesizlik hali gelip geçici bir durum değildir. Kapitalist ekonomi zorunlu olarak bu dengesizliği üretmektedir, hatta ekonomi geliştikçe dengesizlik de belirginleşmekte, ertelemek güçleşmektedir.
Piyasanın dengesizliği kabaca şöyle tarif edilebilir; Teknoloji gelişmiştir, ekonominin üretim gücü çok artmıştır, bütün üretim birimleri tam kapasite çalışıp mal ya da hizmet üretmektedir.
Buna karşılık, üretilen malları ve hizmetleri satın alanların sayısı çok azdır. Çünkü bu ülkelerde gelir ve servet dağılımı bozuktur. Çalışanların ücretleri üretilen malları satın almaya yetmemektedir. Bu durumda bu kadar çok mal üretmenin de bir anlamı ve gereği kalmamaktadır.
Sözü edilen şema hükümetlerin yanlış politikalarından, iş adamlarının beceriksizliklerinden falan kaynaklanmaz. Gelir dağılımı bozuktur, çünkü ücretler düşüktür.
Ücretlerin düşük olması gerekir, çünkü ücretler düşük olmadan üretimin bu kadar artırılması mümkün değildir. Üretimin artırılması gerekir, çünkü üretimi arttırmadan gelir düzeyi yükseltilemez. Gelirin yükselmesi gerekir, çünkü gelir yükselmeden üretilen mallara talep artmaz.
Kuşkusuz burada sözü edilen kapalı ve basit bir toplumsal yapı. Gerçekte hiçbir toplum böyle mekanik bir işleyişe sahip değil. Hayatın her alanında olduğu gibi ekonomide de sorunlarla karşılaşınca politikalar üretiliyor, sorunlar erteleniyor, ertelenemediğinde de kriz patlıyor.
Talep yetersizliğini gidermek, yeni talep yaratmak için en yaygın yöntem pazarlama faaliyetleridir. Aslında ticaretin doğuşundan itibaren bir tür pazarlamanın var olduğu düşünülse bile, üretimin tüketimi karşılayacak düzeyde yapıldığı, bunun ötesinde sermaye birikiminin amaçlanmadığı bir ekonomide satış için özel bir gayret gerekmezdi.
Kapitalizmin gelişmesiyle birlikte tüketiciyi satın almaya ikna etmeye yönelik yeni becerilerin geliştirilmesi gerekmiştir. Talep yetersizliği süreklilik kazandıkça pazarlamanın önemi artmıştır.
Günümüzde pazarlamanın "artık bundan ötesi yok" dedirtecek kadar, hayatımızın her ayrıntısına girdiğini yaşayarak ve taciz edilerek görüyoruz.
Pazarlama/reklam faaliyetleri talebi canlandırma konusunda belli bir etki yaratsa bile, mevcut tüketicilerin gelir düzeyi ile sınırlıdır. Yani ülkedeki tüketicilerin gelir düzeyini aşacak kadar talep yaratamaz. Bu nedenle, mevcut pazarı kızıştırmak ile yetinmeden, yeni pazarlar yaratmak zorunlu hale gelmiştir.
Yeni pazar yaratma teknikleri uzun süreden beri herkes tarafından aşağı yukarı biliniyor. Firmalara ihracat teşvikleri sağlamaktan, başka bir ülkenin pazarını ele geçirmeye, serbest ticaret bölgeleri kurmaktan, dünyanın ücra köşe bucağını keşfetmeye kadar türlü çeşitli yollar uygulanmıştır.
Günümüzde savaşlı savaşsız, ahlaklı ahlaksız yollarla gezegenimizin neredeyse pazara açılmayan hiçbir yeri kalmadı. Curiosity'den de iyi haberler gelmiyor.
Yeni pazarlar yaratmak derken yeni ülkeleri pazara dahil etmek, o ülkelerin halklarına satış yapmak kastediliyor. Ancak pazar salt nüfusu ifade eden bir kavram değildir, nüfusla birlikte geliri de içerir.
Pazarda talep yetersizliğinin giderilmesi, yeni talep yaratılması için nüfusun gelirinin de yükseltilmesi gerekir. Piyasa koşulları altında geniş kitlelerin gelirinin yükseltilmesi pek olacak iş değildir. Zaten bu işin heveslisi de bulunmaz.
Bunun yerine geliri artırmadan tüketim gücünü artıracak yeni bir araç devreye sokulur, tüketici kredileri.
Tüketici kredileri her zaman krizi bir süre ertelemek için imdada yetişmiştir. Zaman içinde sürekli genişlemiş, kimilerince "kredi enflasyonu" diye adlandırılan boyutlara erişmiştir.
Son dönemlerde yeni finansman modelleri geliştirilmiş, türev ürünler diye adlandırılan yöntemlerle iyice şişirilmiştir. Bu sayede 2008 yılında kriz patlayana kadar tüketimin hızla yükseldiği, piyasaların canlandığı uzun bir dönem yaşanmıştır.
Buna karşılık, kriz patladıktan sonra finansman kuruluşları "aç gözlü" olmakla suçlanmıştır. Üstelik piyasaya toz kondurmayan liberal iktisatçılar da aç gözlülük suçlamasına katılmışlardır.
Oysa finansman kuruluşları talebi uzunca bir süre canlı tutarak piyasadaki işlevlerini yerine getirmişlerdir. Aç gözlü olmasalardı krize daha erken bir tarihte girilecekti.
Nankörce suçlamalar bir yana, bundan sonra dünyanın hiçbir yerinde tüketici kredilerini alabildiğine arttırarak talebin daha fazla genişletilemeyeceği anlaşılıyor. Tam tersine finansman kuruluşlarını başıboş bırakmaya gelmeyeceği artık görüldü. Bir zamanların çokbilmiş "deregülasyon" lafları artık ağza alınmıyor.
Bütün bunlardan çok daha etkili şekilde, pazarı canlı tutmak bir yana, toplam talepte ciddi bir sıçrama yaratan gelişme de çığır açan buluşlardır. Çığır açan buluşlar nüfusun büyük kısmının tüketim eğilimini yükseltir, ilk ortaya çıkışından sonra, birçok malın üretimini de etkileyerek talepte geniş bir artışa yol açar.
Burada kastedilen bir üründe veya üretim sürecinde uygulamaya konan teknolojik gelişmeler değildir. Her teknolojik gelişme talep artışına yol açmaz. Veya bazı teknolojik gelişmeler yalnızca belirli bir mala yönelik talebi artırabilir.
Oysa çığır açan buluşlar, birçok malın üretimini etkileyen, yeni yatırımlara yol açan, piyasanın bütününü sarsan gelişmelerdir. Örnek olarak buhar makinesi, elektrik, otomobil gibi buluşlar sayılabilir.
Bunlar piyasadaki malların neredeyse tamamının üretimini dönüştürmüş, insanların hayat tarzını etkilemiş, kimi zaman çalışma biçimini hatta yerleşim kalıplarını değiştirmiş, yeni mallara ve hizmetlere ulaşım isteği yaratmış, genel olarak tüketimi artırarak pazarı genişletmiş buluşlardır.
Bu tür buluşlar, doğası gereği çok sık gerçekleşmez ancak ortaya çıktıktan sonra ekonominin tamamına yansıyarak hızlı bir canlanmaya yol açar. Bu nedenle, çığır açan bir buluşun piyasaya dahil edilmesi, ekonominin hızla büyüyeceği bir dönemin yaşanacağına işaret eder. Söz konusu buluş başka malların üretimini etkiledikçe, yeni mallara talep yarattıkça büyüme devam eder.
Son krizden önce tam da böyle bir dönemi yaşıyorduk. Önce bilgisayarların küçülmesi ve ucuzlaması, ardından internetin tüm dünyada görülmemiş bir hızla yaygınlaşması ile bu sayılanların hepsi gerçekleşti.
Evimizdeki en önemsiz aletin bile içinde bilgisayarlı bir parça yer aldı, öyle ki bu parçayı içermeyen alet işimize yaramaz hale geldi. Hepimiz imkan buldukça sahip olduğumuz eşyaları son derece marifetli olan yenileri ile değiştirdik.
Bütün malların üretim süreçleri değiştiği gibi, hizmet sektörleri bile nitelik değiştirdi. Artık bir işyerine girdiğinizde, mimarlık bürosu mu yoksa noter mi, anlamanız mümkün değil, hepsinde masaya oturmuş, dikkatle bilgisayar ekranlarına bakan insanlar görüyorsunuz.
Kriz böyle bir dönemde geldi. Bilgisayar teknolojisinin gündelik yaşamın tamamına yayılması sürüyordu. Her gün yeni bir gelişme duyuruluyordu. Yine de dünya krize girdi. Üstelik şaşırtıcı teknolojik gelişmelerin hala devam ettiğini görüyoruz.
Buna rağmen kriz ortamında olmamız, bu teknolojik gelişmelerin kendisinden daha şaşırtıcı. Aynı zamanda da umut kırıcı zira bir krizin ortaya çıkmasını çığır açan buluşlar da engelleyemiyorsa ne engelleyebilir.
Tabii ki kapitalizmin ve bilim insanlarının yaratıcılığından umut kesilmez fakat geçmiş eğilimlere bakınca çığır açan buluşların pek o kadar da sıklıkla gerçekleşmediği görülüyor.
Bu durumda son çare olarak, piyasa dışı bir çözümün devreye girmesi kaçınılmaz gibi. Bu da kamu harcamalarının artırılmasıdır. Pek sevilmez, tehlikelidir, daha büyük belalara yol açmasından korkulur, zorunlu hallerde başvurulur ama kafaların bir köşesinde durur.
Kamu harcamalarının artırılması konusunda kritik bir kararın verilmesi gerekmektedir. Krizi atlatmak için askeri harcamalar mı artırılacak, sivil harcamalar mı? Bu sorunun cevabı siyasidir. Kaçınılmaz bir sorudur. Krize giren tüm ülkelerin halkları bu soru ile karşılaşacaktır. (BD/BA)