Yeşil Yol kabusu bitmek bilmiyor. Doğu Karadeniz’de sekiz ilin yaylalarını birbirine bağlamayı hedefleyen 2600 kilometre uzunluğundaki proje, geride kalan iki yılda yöre halkının ve kamuoyunun yoğun tepkisi nedeniyle istenen hızda ilerleyemedi. Bu süreçte projenin getireceği yıkımın boyutları bilimsel araştırmalar ile belgelendi, inşa planlarının kanunsuzluğu da hukuk tarafından sayısız kez kayıt altına alındı. Mahkemeler, bilim ve coğrafyanın neredeyse tüm beşeri bileşenleri bu yolun yapılmasına karşı çıktı.
Hukuk, bilim, insan! Kabul etmek gerekir, çağın Türkiye’sinde pek etkili referanslar değiller.
Bu yüzden 29 Mayıs 2017 Pazartesi günü, iş makinelerinin 2200 metre yükseklikteki Yukarı Kavrun yaylasını bir kere daha deştiği haberini şaşkınlıkla karşılamadık. Karanlık zamanların, her baharda barışçıl köyleri yağmaya çıkan barbar ordularına benziyorlar zira. Geleceklerini biliyorduk.
Israr, iştiyak, iştah!
Yüzüklerin Efendisi serisinin “İki Kule” filminde Kral Theoden, halkının son bir umutla sığındığı kalenin düşmek üzere olduğunu anladığında dirayetini yitirir. Binlerce ‘ork’un acımasız saldırısı, sınırlı olanaklarla yürütülen cılız direnişi kırmak üzeredir. Tüm kayıplar, ölümler ve gelecek umutlarının yok olmaya yüz tuttuğu o anda, kendisine moral vermeye çalışan yoldaşlarına hayal kırıklığıyla şöyle mırıldanır;
“Böyle bir kötülük karşısında ne yapılabilir”
Kötülük evet biraz da iştah, ısrar ve iştiyak meselesi.
Sanıldığından küçük birkaç değişiklik, gelir adaletsizliğini düzeltebilir. Bir yaz mevsimi boyunca uğraşarak eğitim düzeneğini evrensel değerlerle uyumlu hale getirmek mümkündür. Vergi sisteminde birkaç iyi niyetli reformla, yoksullukla mücadele için uygun zemini ve yüksek standartlı bir sağlık sistemini mümkün kılabilirsiniz. Anayasayı, gerçekten eşitlikçi ve yurttaşlık hukukuna uygun bir forma sokmak, yaklaşık 14 kelimelik bir mesaiyi ön gerektirir.
Fakat hayır. Mümkün değildir. Zaman ister, bize uymaz, suistimal edilir, öyle kolay işler değildir. Bilinir ki bu kepazelik; bu kepazelik yoluyla ve ancak o yolla seçkin konumunu sürdürmeye muktedir olanlar için elzemdir. İştiyak hakça bir düzene değil, haksız, hadsiz yurttaş kırımına dönük olagelir o vakit.
Kötülükte ısrar, konumda istikrar demek Türkiye lügatinde.
Yaylacıya kimlik kontrolü
İşte yine iş makineleri, devletin korumakla yükümlü olduğu bir Karadeniz yaylasını parçalamakla meşgul. Yasal değil, etik değil, adil değil, doğru değil, ekolojik açıdan felaket, tüm yaşam parametreleri bakımından cinayet. Bilim ve hukukun defalarca ‘yapılması insani ve tabii değerler açısından yıkım olur, yapılamaz’ kararı verdiği bir rant projesi, bir yağma fikri için yeniden en uzak dağlara dozer aşırıyor, en unuttuğu coğrafyalara beton elbiseler biçiyor devlet.
Kimin için? Ne için? Neden?
İnşaata konu olan bölge yok olacak, bölge insanı evini kaybedecek, bin yıllık ekolojik varlık tüm değerini yitirecek. Bu tabloda; söz konusu ‘yatırım’ın zenginliğine zenginlik katacağı sermaye grupları ile kısa süreli bir mali akışın düşüyle ağızları sulanan yerli işbirlikçileri dışında kazançlı bir coğrafi bileşen, bir insan, bir hayvan, bir ağaç görebiliyor musunuz?
Bunca yılın kötü tortuları, bunca aptallığın hepimiz için hayati değerde bir coğrafyaya kaybettirdikleri, bunca yok oluş, buna dair bunca bilimsel veri, bunca hukuki karar, bunca direniş ve en önemlisi toplumun bunca muhalefetine karşın tarihin en barbarca tabiat tecavüzlerini sürdürmekteki bu telaş, bu inat, bu ısrar neden?
Kuşaklardır çığa, yoksulluğa, zor doğa koşullarına direnmiş, devlet denen mefhumun hastane dahi getiremediği vadilerde o zorluklarla yoldaşlık ederek yaşam yeşertmiş kimselerin torunlarına yaylalarına girerken kimlik soran bu akıl; bu biçimde aşağıladığı insanlara gelecek için hangi hayırlı vaatten bahsedebilir. Kendi evinde, kendi yaşamı için bu oldubittiye ‘hayır’ demesi muhtemel kimseleri, kontrol noktalarında baştan ayağa süzen ve süzdürenler, kilometrelerce öteden milyon dolar düşleri kuranların kötü niyetlerine kalkan olabilir yalnız, daha fazlası değil.
Yeter
Her bakımdan yorgunuz. Vaktinden önce kırılan bir ağaç dalı için dahi üzülmeyi öğreten kadim bir toplumsal yapı, içinde yaşadığı eşsiz yeryüzü hazinesi ile birlikte yok ediliyor. Daha başka nasıl ifade edilir bilemiyorum; ‘Yeşil Yol’unuzun da santrallerinizin de inşaatlarınızın da otellerinizin de tesislerinizin de yayla turizminizin de; umursadığınız tek şey olan servetlerinizin de cehenneme kadar yolu var.
Hakkınızı verelim, Theoden’in dediği kadar kötüsünüz. Böyle ısrarlı, böyle imanlı, böyle bitmez tükenmez bir yok etme ihtirası gerçekten nadirdir.
2 bin rakımlı yaylalarımıza, mevsim her ılıdığında tabakhaneye bok yetiştirir gibi dozer yığmanız, nereden bakılırsa bakılsın takdire şayan! Sizi oraya taşıyan rüzgarlar güçlü. Ama insan yaşamı karşısında bir değerleri yok. Siz elin ıslak imzalı proje kağıtları için koştura durun. Bizim de evimiz ve hayatımız için söyleyeceklerimiz bitmedi.
Son bir not;
Perileri yardıma çağırmayı çok düşündük. Çünkü Doğu Karadeniz yaylalarının en uzun süreli ev sahipleri onlar. İnsanlar yaz sonu yaylaları terk edince, kadim bir anlaşma uyarınca evlere onlar yerleşir. Üç ay bizim, dokuz ay onların! Bir perinin evine girilir ve saygısızca kirletilirse, bunu yapan kimsenin başına hoş işler gelmez...
Ama artık onlardan yardım alamayız. Her şeyden önce şimdiye değin çoktan hikayelerdeki gibi sökün etmeleri gerekirdi. Gelmediklerine göre, bu kötülükten çok uzağa gitmiş olmalılar. Belki de onlar için en iyisi bu. Gelselerdi muhtemelen yakalayıp, kafeslere hapseder; zengin şeyhlerin hayvanat bahçelerine satardınız onları. (BY/HK)