Temmuz ayının son günleri Haziran ayının ilk günlerine ne kadar uzak değil mi? Bir tür olağanüstü hal rejimi altında savaş uçaklarının bombalamaları ve her gün süren gözaltılar arasında bir erken seçime doğru, herhalde Kasım ayında yapılacak bir "tekrar seçime" doğru gidiyoruz. Ne oldu, neden Haziran'ın ilk günlerinde doğan umut bu kadar açık bir şekilde boğuluyor, HDP'nin seçim zaferiyle Türkiye'nin önünde beliren yeni ufuklar nasıl böyle pervasızca karartılabiliyor?
7 Haziran seçimlerinde HDP’nin yüzde 13 gibi beklenenin de üzerinde bir oy ve 80 milletvekili gibi beklenenin de üzerinde milletvekili kazanmasıyla ve öte yandan AKP'nin de her beş seçmeninden birini kaybetmesiyle sadece Tayyip Erdoğan’ın başkanlık hayalleri sona ermemiş Türkiye demokratik bir restorasyon olanağını da elde etmişti. Oysa bugün tam tersi bir yönde sürükleniyoruz.
bianet’e yazdığım 3 Haziran tarihli yazıda şöyle demiştim:
“Bütün işaretler eğer HDP barajı aşarsa bunun öncelikle Tayyip Erdoğan ve AKP için bir yenilgi olacağını ve 13 yıldır 9 seçimde yenilgi yüzü görmemiş bu partinin ve liderinin bu ilk yenilgiyle birlikte fena halde sarsılacağını gösteriyor. Zaferin paylaşılması kolaydır da yenilginin yükünü taşımak, bu yükü paylaşmak o kadar kolay değildir. Ve yine bütün işaretler, şimdiden AKP yanlısı medyadaki tartışmalar, 'Erdoğancı' ve 'AKP’ci' saflaşmaları, seçimde tasfiye olmakta olan 'üç dönemlikler', Bülent Arınç gibi 'Ben 8 Haziran’da konuşmaya başlayacağım' diyenler veya Abdullah Gül gibi kitabının piyasaya çıkmasını bekletenler dikkate alındığında AKP’nin fena halde karışması, bir iç kavgaya girişmesi kaçınılmaz görünüyor. Dolayısıyla barajı aşan bir HDP ve hele de tek başına hükümet kuracak kadar oy alamayan bir AKP ile birlikte artık 8 Haziran’dan sonra çok başka, çok farklı bir Türkiye ortaya çıkacak demektir.”
Muhalefet bloğu biraz sağlam dursa ve hükümet kuracak esnekliği, yeteneği gösterse iktidardan uzaklaşacak bir AKP gerçekten karışır ve iç çatışmaya sürüklenirdi. Ama ortada böyle bir muhalefet bloğu olmayınca AKP, sanki seçimlerin galibiymiş gibi davranmaya, iktidar partisi olarak hiçbir şey değişmemiş gibi hareket etmeye başladı. Hatta bunun da ötesine geçti ve ülkeyi bir savaşa doğru sürüklemeye yöneldi
MHP faktörü
Meclis başkanlığının MHP’nin desteğiyle yine AKP tarafından kazanılmasıyla birlikte 7 Haziran seçimleriyle doğan umut, olumlu hava gitti ve siyasi inisiyatif hızla AKP’ye, daha doğrusu Erdoğan’a geçti. Karşısında gerçek bir muhalefet bloğu olmadığını gören, MHP’nin gerektiğinde yanında durduğunu ve duracağını anlayan Erdoğan rahatladı ve bir erken seçimle AKP’nin tek başına iktidarını geri almanın mümkün olduğunu düşünmeye başladı.
Aslında seçimin hemen ertesinde Erdoğan'ın böyle bir hesabı olabileceğini hemen herkes görüyor ve söylüyordu. AKP'nin tek başına iktidarı için ise "tekrar seçim"de HDP'nin barajın altında kalması ve bunun için de "askıya alınmış olan çözüm süreci"nin yerini çatışmaya, hatta şiddetli çatışmalara, hatta bir tür kaosa ve hatta Suriye'ye müdahalenin de işin içine girebileceği bir savaşa bırakması gerekiyordu. Muhalefet mahfillerinde hemen herkesin işaret ettiği bu durum şimdi gerçekleşiyor. ABD ile varılan yeni bir anlaşmanın hemen ardından yapılan Suruç'taki alçakça katliamın hesabını soracakmış gibi havalanan savaş uçakları IŞİD mevzilerinin yanı sıra PKK kamplarını da bombalarken ve birçok şehirde yüzlerce insan gözaltına alınır, barış yürüyüşleri bile yasaklanırken gidilecek bir "tekrar seçim"de 7 Haziran'daki bir tablonun "tekrar" ortaya çıkması için muhalefetin, özellikle HDP ve Kürt hareketinin de buna uygun davranması beklenir.
Erdoğan’ın önümüzdeki aylarda seçim gibi bir hedefi varsa öncelikle HDP’yi baraj altında bırakmak için elinden geleni yapacağı aşikâr. 7 Haziran seçimleri öncesinde 170 HDP bürosuna saldırı, Mersin ve Adana il merkezlerinin bombalanması, Ağrı’da tezgâhlanan korkunç provakasyon ve Diyarbakır mitingine bombalı saldırı yetmedi, HDP’yi barajın altına itemedi. Bu süreçte HDP ve Kürt hareketi siyaseten çok uyanık davrandı, özellikle Ağrı’da halkın askerleri kurtarması çok önemliydi. Bütün saldırı ve tahriklere rağmen KCK geri çekildi ve ortada görünmemeye özen gösterdi. Çünkü biliniyordu ki, çatışmalar şiddetlenirse siyasi olarak bundan AKP yararlanacak, HDP ve demokratik hareket zarar görecektir.
Yepyeni bir durum...
Meclis Başkanlığı seçimiyle birlikte siyasi inisiyatifi ele geçiren Erdoğan’ın attığı adımlarda şaşılacak bir şey yok; ama ya Kürt hareketinin, özellikle KCK-PKK tarafının niyeti, amacı anlaşılıyor mu? İşte orası tartışmalı...
HDP'nin bir "Türkiye partisi" olarak örgütlenmesi, yani Kürt halkının yanı sıra Türk halkından da ciddi bir destek bulması için atılan adımlar ve 7 Haziran'da elde edilen siyasi zafer gözden çıkarılabilir, vazgeçilebilir bir şey midir? Eğer seçimle bir değişim mümkünse ve bu da 7 Haziran’da görülmüş, kanıtlanmışsa bu yolu terk etmek ve yeniden silaha başvurmak mümkün mü?
HDP’nin yüzde 13’ü geçen ve 6 milyonu aşan oyundan sonra artık yepyeni bir durum vardır ve aslında herkesten önce Kürt hareketinin bu durumu kavraması ve buna uygun olarak yeniden örgütlenmesi, bu yeni duruma uygun bir şekilde kendini konumlandırması gerekmektedir. 7 Haziran'da alınan 6 milyon oy ve 80 milletvekiliyle yeni bir yol açılmışken ve buradan ilerleyerek elde edilecek şeylerin ne olduğu görülmeden, toplum tarafından kavranması sağlanmadan silahlı mücadelenin eskisi gibi sürdürülmeye kalkışılması mümkün müdür? Kandil-İmralı-HDP gibi parçalı bir görünüm arz eden Kürt hareketi bir yeniden örgütlenmeye ve bu odaklar arasındaki ilişkiler yeniden düzenlenmeye gidilirken HDP öne çıkmak ve siyasal mücadele esasen HDP üzerinden yürümek zorundadır. KCK sözcülerinin ikide birde HDP'ye, Demirtaş'a ayar veren demeçleri devam ederse HDP'nin siyaseten zayıflayacağı ve almış olduğu desteğin eriyeceği açıktır. Kaybedilecek olan sadece Türklerden gelen destek değildir, bu 6 milyon oy esas olarak Kürtlerden geldi, AKP'den vazgeçip HDP'ye oy veren milyonlarca Kürt, özelliklere Batı'daki Kürtler savaşın yeniden başladığı ortamda seçime gidilirse yine aynı kararlılıkla HDP'ye oy verebilir mi? Tereddüt edecekler, en azından sandığa gitmeyeceklerdir...
23 Kasım Pazartesi...
Buradan nasıl çıkılabilir? AKP-CHP arasında bir koalisyon kurulması da kısa vadede bir çıkış olabilir ancak bu seçeneğin gerçekleşmesi olanaksız değilse de çok zor görünmektedir. Belli ki yeni bir seçime doğru gidiliyor. Seçimin her şey olmadığı, oy sandıklarına atılan o kağıt parçalarının arkasında bir siyasi irade ve güç olmadıktan sonra 13 yıldır ülkeye egemen olanların ortaya çıkan siyasi tabloyla istediği gibi oynayabildiği görüldü. Dolayısıyla yeni bir seçimde HDP’nin oylarını koruması ve mümkünse arttırması ve bu kararlı kitlenin örgütlü, bilinçli hareketiyle siyasi inisiyatif yeniden Erdoğan’ın elinden alınabilir ve Türkiye yeni bir ortama taşınabilir. Peki, bunun için ne yapmak, nasıl davranmak gerekir? Savaştan, kaostan, çatışmadan uzak durmak gerekir? HDP’nin barışın ve huzurun güvencesi olduğunu göstermek, Erdoğan'ın önündeki en büyük ve sahici engelin HDP olduğunu bugüne kadar görmeyene göstermek, anlamayana da anlatmak gerekir. Ama KCK-PKK buna uygun davranmazsa bu sağlanamaz ve Erdoğan da yeni bir seçimle amacına pekâlâ ulaşabilir.
Son günlerde Kürt hareketinin bazı sözcülerinde bu gidişatı gören ve "sana savaş yaptırtmayacağız" sözlerinde ifadesini bulan bir kavrayış varsa da bunun gereğinin hızla hayata geçmesi şarttır. Yoksa her şey Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez’in “Kırmızı Pazartesi” adlı ünlü romanını hatırlatıyor. Bir pazartesi günü işlenecek cinayeti kasabadaki herkes bilir ama engel olmak için kimse bir şey yapmaz. Nitekim o gün gelir ve cinayet işlenir... 22 Kasım Pazar günü seçim olur ve AKP tek başına iktidara gelirse, 23 Kasım Pazartesi günü böyle bir “Kırmızı Pazartesi” mi olacaktır? Bunu engellemek için kimse bir şey yapmayacak mıdır? (SÖ/HK)
Fotoğraf: Halil Sağırkaya - Ankara/AA