Bazı sesler vardır ya da manşetler; yanan bir plastik gibi yapışır zihnine insanın. Kötü kokulu bir yanık olarak kalır. İzi bile rahatsız edicidir. Yıllar sonra bile mide bulandırır buruna yansıyan kokusu. Kavlayan bir yanık izi gibi çirkin bir kaşınma bırakır.
Çocukluğumdan bugüne bazı haberler zihnimde öyle kodlanmıştır. Hatırladıkça o koku ve iz rahatsız eder. Çünkü ayrımcılığın, hedef göstermenin, manipüle etmenin en mide bulandırıcı şekillerindendir. Verdiği zarar ise sanıldığından büyüktür. Çok samimi söylüyorum edebiyat parçalamak gibi bir amacım yok. Zihnimin fotoğrafını çekip buraya atma imkânım da olmadığı için samimiyetim ile yetineceğiz.
Hatırladıklarımdan bugüne
Çocukluğumda televizyon ile ilişkim haberler, futbol maçları ve savaş belgesellerinden ibaretti. Tabi ki bunların arasında futbol maçlarının kapsadığı alan diğerlerinin kat kat fazlasıydı. Haberlerin ikinci yarısında hep beni rahatsız eden bir şeyler olurdu. Sesine dehşet efekti vermeye çalışan saçma sapan bir anlatım ile şuna benzer cümleler kurardı muhabirler: “Tinerci dehşeti…” Sonra gece kâbusumuz olacak kadar dehşetli anlatımlar.
O anlatımlarda rahatsız olduğum noktayı çok sonra anlayacaktım. Neredeyse ayakkabı numaralarına kadar anlattıkları tinerci çocukların yaşı benim yaşıma çok yakındı. Ben bir sobanın dibinde dehşet ile o haberi izlerken o çocuklar niye oradaydı. O çocukların başlarını sokacak bir evi neden yoktu ve birilerine o çocukları milyonların önünde hedef gösterme hakkını kim veriyordu?
Yani gerçek sorun kapkara bir sisin altında gizleniyordu. Gerçek suç o çocukların savunmasız olması bir de üzerine hedef gösterilmesiydi. Çocuk hakları mı? Yükselen reytingin yanında adı mı olurdu! Bu çocukların hakkını savunanlar var mıydı o dönem bilmiyorum. Gerçi tarihin her döneminde dünyada tek imtiyazlı sınıf çocuklar olsun diye mücadele edenler vardı. Doğal olarak o çocukların hakkını da savunanlar vardı. Benim merakım direkt bu konu ile ilgili bir çalışma olup olmadığı. Sadece akranlarımı benim gözümde öcüleştirdiklerini hatırlıyorum ve başlı başına bu kabul edilemez bir şeydi.
O çocuklar seçmedikleri bir hayatın sonucunu yaşıyorlardı ama sonuç değil de neden onlarmış gibi gösteriliyordu. Sonra aklıma geldikçe sorguladım, meslek etiği yoktu ama insani hassasiyet demi taşımıyordu bu çocukları milyonlarca insana hedef gösterenler? Soba zehirlenmelerinde yaşamını yitiren yoksulların haberini “Katil soba” başlığıyla verdikleri ve sokak hayvanlarına karşı yürüttükleri kirli propaganda aklıma gelince bu sorunun yersizliğini anladım.
Sobayı bile hedef gösteriyorlardı ve sobadan dahi korkuyorduk çocuk aklımızla. Sonuçta bu haberler gerçek nedeni anlamamızı engelleyemedi ama travma yaşamamıza ve milyonlarca insanın gerçeklik algısının bozulmasına neden oldu. Tıpkı Narin’in haberlerinde olduğu gibi çok söz vardı ama gerçek yoktu.
Ya engelliler?
Medyanın, daha doğrusu ana akım burjuva medyanın en sevdiği haber kategorilerinin üst sıralarında engelli haberleri gelir. Niye gelmesin ki? Bir kere ortada haber yok. Konu ve kişiler var. Haberin gerçekliği ne olursa olsun önemli değil. Tüm haberlerde isim ve başlığı değiştirip aynı kalıbı yamalarla sunuyorlar. Yani haber yapma zahmeti de ortadan kalkıyor. Konu ve haber içeriği ne olursa olsun onların sayfalarında aynı şekilde yer alır: “Azmiyle herkese örnek oldu. Engeline rağmen başardı. Annesi gözleri, babası burnu oldu, sırtında cenneti taşıyor, gönül gözüyle gören adam” vb.
Bu kalıp öyle kullanışlı ki haberlerin dışında röportajlarda da sık sık karşılaşıyoruz kendisiyle. “Engellilerin sorunları nedir?” konulu bir röportaj veriyoruz mesela. Sabah kalkıp merakla röportaj linkine tıklıyoruz. Sürpriiiz, söylemediğimiz hatta karşı olduğumuz ne varsa yazılmış. “Bu işte bir yanlışlık var” diye isim alanını kontrol ediyoruz, evet bizim adımız. Sonra röportajı kaldırırsın kaldıramazsın kavgası. Zaten röportajı böyle tanınmış hale getirmesi onun sağlamcılığının bir sonucu. Lütfediyor kendince. O nedenle geri adım atmak istemiyor. Böyle durumlara maruz bırakılmamak için son kontrolü kendim yapmadan röportaj vermiyorum.
Hadi masum görünen bu hak gaspını irdeleyelim. Öncelikle özneyi yok sayıyor. Öznenin beyanı yerine toplumun hoşuna gidecek, sağlamcı kültürü besleyecek bir sunum yapıyor. Bu neye neden oluyor? Yıllarca değişsin diye uğraştığımız ayrımcı bakış açısının pekişmesine neden oluyor. Engelliliği bir çile gibi göstererek eşit, erişilebilir, engelsiz hayat ve kendimiz olarak var olma hakkımızı gasp ediyor.
Yukarıda ki “Tinerci çocuklar” haberlerinde o çocukları bir suçlu gibi gösteriyorlardı. Burada da bizi edilgen, hayatta söz sahibi olmayan insanlar gibi gösteriyorlar. Sıradan olma hakkımızı elimizden alıyorlar. Taleplerimiz onların reyting kaygısının sisinde kayboluyor. Yani yararı olmadığı gibi zararı oluyor.
Son yıllarda bu konuda olumlu değişiklikler olsa da genel görünüm değişmiyor. Değiştirmek için bir çaba da yok. Hatta engelli çocuklar ile medyanın ilişkisine dair bir etkinlikte ana akımdan bir gazeteci “Farkındalık için bunun böyle olması gerekiyor” gibi bir fikri savundu. İyi de yaptı. Hiç sevmediğim, vıcık vıcık “farkındalık” ifadesinden vazgeçmeme neden oldu bu düşüncesi.
Nasıl olmalı?
Hayatta bir neden sonuç ilişkisi var. Hani o bize unutturulan ve o nedenle gerçeklik dışında her şeye inanmamıza sebep olan. En çokta medyanın buna ihtiyacı var. Tabi bunun için ilgili medyanın varoluş nedeni de önemli. Yani gerçek habercilik peşindeyse öznelere ulaşır. Onların söylediklerini manşete taşır. Bir kör ihmal sonucu bir çukura düştüyse onu bir acındırma aracı olarak kullanmaz. “O çukur niye oradaydı” sorusuyla başlar işe. Bu bilince ulaştıktan sonra, ulaşmak isterse tabii hamasete sığınmaz. “Engeline rağmen kazandı” değil “Yeti farklılığı gözetilmediği için bu kadar zorluk çekmek zorunda kaldı” gerçekliğini vurgular.
Böyle bir medyayla, taleplerimiz sorunsuz ulaşır muhatabına. Bugün “alternatif medya” diye adlandıkları medya genel olarak olumlu adımlar atıyor ve örnek teşkil ediyor. Tabi ki tamamı değil, yürünecek çok yol var ama en azından gerçekliği tahrip etmiyor. Özneleri dinliyor. Bugün televizyonda beş dakika bile haber izlemeye tahammül edemiyoruz. Bu böyle gittiği sürece de o güzel şarkıdaki nakaratı tekrarlamaya devam edeceğiz. “Kapat televizyonu anne. Seni de kandırıyorlar”
(HA)