Bu Cuma vizyona giren filmlerden biri de 300 filminin devamı olan "300, Bir İmparatorluğun Yükselişi".
Sıkı sinema takipçileri devam filmleriyle ilgili büyük beklentilere sahip olmamayı deneyimleriyle öğreniyorlar zaten. 300, Bir İmparatorluğun Yükselişi de böyle bir film. İlk filmi izlemiş, sevmiş seyirci ya da bu türün meraklıları için izlenesi, sinemadan farklı beklentileri olanlar içinse pas geçilebilecek bir film.
İlk filmde Sparta'yı savunmak için kahramanca ölen kral Leonidas ve 300 kahraman askerinin düştüğü yerden başlayan bu ikinci film bu çarpışmanın sonrasını ve de Yunanistan'la Pers İmparatorluğu arasındaki anlaşmazlığın hatta kinin sebebini anlatıyor bizlere; hem geçmişe dönüşler hem de ilk filmin hikâyesine paralel bir kurguyla.
Yabancısı olmadığımız bir durum var ortada: daha ta milattan öncelerde müthiş bir uygarlık seviyesine ulaşmış harika "batılı" Yunanlar topraklarını işgal etmeye çalışan karanlık "doğulu" Persleri alt ediyor. Koca Pers uygarlığını bir avuç barbar istilacıya dönüştüren film batıyı ise demokrasi aşığı, çağdaş, kusursuz bir topluluk olarak göstermeyi görev edinmiş kendine. Oysa olayı karşı tarafın gözünden dinlesek bambaşka şeylerle karşılaşacağımız aşikâr. "Bu savaş da tüm savaşlar gibi intikam isteği için çıktı" diyen film, savaşların asıl sebebi olan yayılmacı erki görmezden geldiği gibi intikam peşinde çılgına dönmüş karakterler klişesine de sarılmış oluyor aynı zamanda.
Filmin görsel başarısına, üç boyut tekniğini kullanışına, düşmeyen temposuna ve heyecanına diyecek lafımız yok elbet. Her saniyesinden adrenalin ve testosteron akıtan filmi izlerken gözlerini kırpamıyor bile insan. Ancak yine de uyaralım; tam da bu teknik başarı yüzünden film boyunca dökülen kanların üzerinize sıçradığı hissine kapılabilirsiniz, perdede kan görmekten hoşlanmayan seyirciye pek uygun olduğu söylenemez.
Dün 8 Mart'tı, Kadınlar Günü'nü kutladık, alanlara, meydanlara koştuk, emek ve özgürlük mücadelesinde var olduğumuzu haykırdık kadınlar olarak. Filmi izlerken popüler sinema ekseninde hele de bu tür kahramanlık destanı filmlerde kadın temsilleri hakkında düşündüm ister istemez. Daha çok erkek seyirciye hitap eden, karakterlerinin çoğunun erkekler olduğu filmler bunlar. Ama sinema bir endüstri sonuçta, bir pazarlama ve satış alanı günümüzde. Hal böyle olunca göze hoş görünmek, seyircinin iştahını kabartmak, "seks satar" şiarına da sığınmak şart oluyor.
Filmde kadın yok mu? Var. Hem de biri erkekleri dize getiren bir savaşçı diğeri ülkesini yöneten bir kraliçe. Erkeklere hükmeden, kılıcıyla dize getiren güçlü kadınlar görmek güzel elbet ama biraz düşününce erkeklerin dünyasında var olabilmek, kahraman olabilmek için ya bir kralın karısı, soylu, iktidara erkek üzerinden ortak olabilmiş ya da erkekleşmiş, silahlar, kılıçlar kuşanmış, acımasız bir katile dönüşmüş bir kadın olmanız lazım. Üstelik bu savaşçı kadınlar yazılırken geçmişlerine mutlaka bir intikam, tecavüz, kıyım hikâyesi eklemek gerekiyor sanki. Bu filmin kadın kahramanı Artemisia için böyle, hemen aklıma gelen bir başka örnekse Conan'ın yoldaşı kadın savaşçı Kızıl Sonja misal, hafızanızı yoklarsanız hatırlarsınız. Başrolü kapmak için ya bir uzay gemisi dolusu erkeğin kumandanı teğmen Ripley olacaksınız ya da gelecekte dünyayı kurtaracak John Connor'ın annesi...
Hollywood tarihi böyle kadın kahramanlarla dolu. Ezcümle kadın olmak gerçek dünyada da zor beyazperde de. Kadın olacaksın, sözün dinlenecek, erkeklerle mücadele edeceksin, savaşmayı bileceksin ama izlenebilir olmak için hem güzel olacaksın, hem savaşırken saçın, başın, makyajın dağılmayacak, hem de karşı cinse çekici gelen kıvrımların göz dolduracak. İnsanın ölme eşeğim ölme diyesi geliyor ama kahraman erkeklerin dünyasında işler böyle yürüyor, 300 kişi de olsalar 500 kişi de çarklar böyle dönüyor. Gün ola devran döne diyelim. İyi seyirler. (GÖ/HK)