14 Haziran 2024 tarihinde internete düşen haber şöyleydi;
” Habertürk yazarı Nagehan Alçı, eski eşi Rasim Ozan Kütahyalı'dan psikolojik, fiziksel ve ekonomik şiddet gördüğünü açıkladı. Boşandıktan sonra da şiddet görmeye devam ettiğini açıklayan Alçı, “Artık susmayacağım. Hukuki süreçleri başlatıyorum” dedi.
Bu haber bize, kadın hangi konumda ya da hangi eğitim düzeyinde, nasıl bir ekonomik güçte olursa olsun yakınındaki erkekten şiddet görebileceğini bir kez daha gösterdi, kadın çalışmaları yapan bizlerin iddialarını doğruladı. Şiddet gören kadınların, sustuklarını , susturulduklarını da ..Çünkü alanda yapılan ve kamuoyu ile paylaşılan bazı özel şirket araştırmaları “kadının eğitim düzeyi arttıkça , ya da ekonomik güvencesi var ise şiddet görme olasılığı azalır” sonucunu paylaşıyordu. Ancak biz, şiddet çalışan feministler, söz konusu gazeteci örneğinde de gözlemlenen “ekonomik güç ve statü ne olursa olsun”, şiddetin çeşitli türlerini yaşayan özellikle statü sahibi kadınların, sosyal konumunu etkilemesikaygısıyla bu durumlarını paylaşmaktan çekindiğini, yaşadığı şiddeti anlatmaktan utandığını, şiddetin meydana gelmesi sürecinde kendinde hata aradığını, yani şiddete neden olarak kendi davranışını gördüğünü söylediklerine çok tanıklık ettik. Aynı zamanda bu konu hakkında alanda yapılan şiddet eğitimlerinde de sıklıkla duyduğumuz “Bizim ailede şiddet yok, olmaz da ” cümlesi idi. Ancak hep birlikte örneklerle şiddet konusunu ayrıntılı gözden geçirdiğimizde “şiddet yok” düşüncelerinin nasıl değiştiğini de gözlemledik. Örnek olarak evdeki perdelerin eşi tarafından sürekli kapalı tutulması davranışına kadınların “ eşim beni çok seviyor ve kıskanıyor” diye kabul edip mutlulukla yorumladığını ancak çalışmalar sonunda farkındalık kazanınca bu davranışın kendisine yönelik psikolojik şiddet olduğunu gördüğünü ve şimdiye dek nasıl da yanıldığına öfkelendiğini gördük. Bir başka örnektekadınların anahtar taşımak istemeyen kocalarının bu davranışlarını “ kendilerine güvendiğiiçin evi onlara teslim ettiği” olarak yorumladığını ve gururlandığını sölerken, çalışmalar sonrası erkeklerin anahtarı taşımamalarının gerçek nedeninin ” ben geldiğimde evde olacaksın ve kapıyı bana sen açacaksın” olduğunu görerek şiddet yaşadıklarını kavramalarını gözlemledik.
Aynı zamanda toplumsal cinsiyet oluşum sürecinde biz kadınlara ne kadar eğitimli, ne kadar ekonomik olarak güçlü olursak olalım aile içerisinde yaşadığımız şiddeti aile dışından biriyle paylaşma konusunda “gizleme, utanma” gibi bir tutum sergileme öğretildi. Toplumun, kadınları şiddetin sorumlusu kabul ederek “hafife alması , küçümsemesi , acıması, ayıplaması “ kaygısıyla paylaşmamayı seçtik. Bazılarımız ölene dek bu cehennemde yaşamaya devam etik.
Şiddet Ataerkil toplumlarda oğlan çocuklara öğretilen, daha sonraki süreçlerinde de beslenerek erkeklerin “hakları” olarak yerleşen, kanıksanan, beklenen bir davranış biçimiolarak toplumda onay görerek süregidiyor. Kültürel olarak erkek egemen toplumlarda cinsiyetler arasında eşit olmayan ilişkileri sürdürmek için baskı aracı olarak da kullanılarak.Çoğu erkek de eğitimleri ya da statüleri ne olursa olsun öğrendikleri bu şiddet davranışını en yakınlarındaki kadınlara uygulamayı hak bildi, çekinmedi, utanmadı, hatta yaptıkları ile övünerek dolandı.Bu tablo günümüzde cezasızlıkla erkekleri güçlendirerek ,sayıları artarak devam ediyor.
Türkiye’de kadına yönelik şiddet ile ilgili ilk kapsamlı araştırma 2008 yılında sorumlu bakanlık tarafından gerçekleştirilmiştir. Yine bu alanda ilgili bakanlıkça yapılan en son araştırma da 2014 Aralık ayında o dönem adı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü ile Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri Enstitüsü Müdürlüğü işbirliğinde “Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması”dır. Bu araştırmadan sonra yaklaşık 10 yıldır bazı özel küçük araştırmalar dışında kamu tarafından kadına yönelik şiddet ile ilgili kapsamlı bir çalışma gerçekleştirilmemiştir. Çalışmalarımızda halen bu eskimiş araştırmaların verilerine referans vererek ilerlediğimizi ve yeni araştırmalara ihtiyaçolduğunu da belirtmekte yarar var..
Yukarıda söz edilen 2014 yılında yapılan araştırma özet raporunun ‘önsöz’ünde dönemin bakanı Ayşenur Arslan tarafında kaleme alınan İstanbul Sözleşmesi ile ilgili alıntıya dikkatinizi çekmek isterim. ” İstanbul Sözleşmesi olarak da adlandırılan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”, kadına yönelik şiddetle mücadelede uluslararası alanda atılmış oldukça önemli bir adımdır. Ülkemiz; Sözleşmeyi ilk imzalayan ülkeler arasında yer alarak ve çekincesiz onaylayarak kadına yönelik şiddetle mücadele konusundaki kararlılığını ortaya koymuştur. Bununla birlikte, İstanbul Sözleşmesi’nin iç hukuka yansıtılması amacıyla, Sözleşme tedbirlerine uygun şekilde “6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” hazırlanarak 2012 yılında yürürlüğe konmuştur. Yasal altyapıyıdaha da güçlendirerek, kadına yönelik şiddetle mücadeleyi bir üst seviyeye taşıyan söz konusuKanun, getirdiği kapsamlı düzenlemelerle uluslararası alanda da emsal niteliğindedir.”denilmiş, ancak aynı iktidar 20 Mart 2021 tarihinde övgüler yağdırdığı ve gerçekten kadınlar için büyük kazanım olan bu sözleşmeyi Cumhurbaşkanı Kararı ile yürürlükten kaldırmıştır.Sözleşme kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve bununla mücadelede temel standartları ve devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen uluslararası insan hakları sözleşmesidir. Sözleşmenin iptal edilmesinde gerçek nedenin kamunun yükümlülüklerini yerine getirme konusunda yetersiz kalmasını ve ataerkil zihniyet sisteminin baskınlığından kaynaklandığını söylemeye gerek yok sanıyorum.
Şiddetin, insan yaşamının her alanında karşılaşılan ve dünyada giderek artan, önemli duruma gelen bir toplum sağlığı sorunu olduğunu söylememize gerek var mı? Evet var çünkü yazıya konu bu örnek ve çeşitli yöntemlerle öldürülen, ısrarla takip edilen, uzaklaştırma aldırdığı halde evine girilen, koruma talebi geri çevrilen binlerce kadın sorunun köklü çözümü içinkorku ve çaresizlikle bekliyor. Şiddetle başetmek çok yönlü, bütüncül, kapsayıcı plan ve politikalarla toplumsal düzeyde ortak ve kararlı bir mücadeleyi gerektiriyor. Aynı zamanda cezasızlık konusunda da harekete geçilmesini...
Bu konuda söylenecek söz çok, bu yazıda sonuç olarak Nagehan Alçı gecikmiş açıklamalarıyla (gönlümüz ve aklımız bu şiddeti yaşamaya başladığında her gün elinde mikrofon olan bir kadın gazeteci olarak bağıra bağıra tüm kamuoyuyla paylaşmasından yana idi ama...) konumları nedeniyle gördüğü şiddeti anlatmakta, ifşa etmekte zorlanan, çekinen,korkan birçok kadına model olacak, yüreklendirecek, güç verecek.
Bence oldu da.....