“5 Şubat gecesi yatağa girerken sabah çocuğumun kreşte kutlayacağımız doğum günü için tüm hazırlıklarım tamamdı; Üzerinde oyuncak bir hayvan olan doğum günü pastası, kurabiyeler, bir de sürpriz hediye....
3 gün sonra beni göçükten çıkardıklarında herşeyimi kaybetmiştim; Canım yavrumu, onun sıcacık gülüşünü, heyecanını, özenle biriktirdiğimiz fotoğraflarımızı, geleceğimizi, umutlarımızı, kahkahalarımızı..... elimde sadece sıkı sıkıya “bugün bile” tuttuğum ona veremediğim sürpriz hediye dışında herşeyi ... “
Depremin üzerinden 17 ay geçti.
Yani, canımızdan can kopalı, sevdiklerimizi yitireli, evlerimizi, eşyalarımızı, konu komşumuzu, anılarımızı ve daha sayamadığım nice kıymetlilerimizin özlemiyle kavrulduğumuz yüzlerce günü ardımızda bıraktık.
Çoğumuz daha ağlayamadık, ağlamaya, döğünmeye vakit bulamadık çünkü..
Bu süre içerisinde neler değişti peki deprem bölgesinde? Artık yardım taşıyan tırlar görünmüyor ortalıkta ya da kalabalık yok. Neye ihtiyacınız var diye soran da kalmadı. Şimdi artık hafriyat kamyonları kuyrukta; O, binbir emekle, binbir çaba ile düğünde takılan altınlarımızı bozdurarak, her ay bir kenara ayırdığımız paralarla, ya da şimdi yok olduğu halde kredisini ödemeye devam ettirilerek aldığımız evlerimizi, duvarlarına astığımız gelinlik fotoğraflarımızı, çocuklarımızın doğum anılarını, güzel rüyalar gördüğümüz şimdi yağmurdan- yaştan tanıyamadığımız yataklarımızı, kışın sarılarak uyduğumuz yorganlarımızı, zaman zaman gözyaşlarımızla ıslanan yastıklarımızı, giysilerimizi, komşuya giderken giydiğimiz şıpıdık terliklerimizi “özenmeden” yükleyen, enkazın içinden çıkacak demirin yüzdesini hesaplayarak iştahı kabaran, götürüp onun üzerinden para kazanmak için yarışta olan kamyonlar, yandaş şirketler var sokaklarda.
Her bina yığıntısı benim için onlarca hikaye, sonu hüzünle biten acıklı bir roman. Gidip saatlerce seyrediyorum enkazları, hayaller kurarak, hikayeler yazarak izliyorum toz toprak içerisinden seçebildiğim eşyaları; Şurada duran çay bardağı parçası hangi sohbetlere,kaç kahvaltıya eşlik etti acaba? Şu kırık kadeh hangi kutlamalar için şerefe kalktı? Ya da şu kahve fincanı? Bakılan fallarla kimlere umut oldu? Belli saatlerde kimleri bir araya topladı? İşte şurada duran havlu... ucunda dantelleri olan havlu; çehiz olarak sergilendiğinde belki de modeli alındı? Kimbilir? İşte bak şuradaki kitap, belki de günlerce arandı kitapçıda, içindeki şiir kime okundu acaba?..
“Büyük çoğunluğumuz toplu yaşam alanlarında kalıyoruz; Yağmurda akan, ne aile içinde ne de yanıbaşında sana bitişik konteynerdekilerle mahremiyeti olmayan , 25-30 metrekarelik yerlerde yaşamaya çabalıyoruz. “Ama olsun bunu da zor edindik “ diye şanslı olduğumuza sevindiğimiz mekanlarda. Kadın olmak hep zordur da hele depremde, afette daha da zor; Gece evin diye kabul ettiğin konteynerların bulunduğu toplu yaşam merkezinin sokaklarında yalnız yürüyemezsin, ya da istediğin kılık kıyafeti giyemezsin. İki kez geçsen aynı yerden laf olur, söz olur, tacize uğrarsın falan. Kaldığın yerlerde akrabaların, önceden tanıştığın komşuların varsa yine şansın yaver gitmiştir. Çünkü bir çift laf edeceğin, içini dökebileceğin birileri var demektir.
Aklıma ne geldi biliyor musunuz? Kadınlar olarak deprem sürecinde, yardımların sıklıkla yapıldığı ilk günlerde erkek yardım dağıtıcılarından ped istemeye utandığımız ve çocuk bezini daha kolay isteyebildiğimiz için bezi keserek ped haline getirmek zorunda kaldığımız günler. Aynı çocuk bezini gece kaldığımız yere uzak, ışıksız olan tuvalete gitmemek için de kullandığımızı unutamıyorum. Gece de bez bağlamaya başlamıştık altımıza. Sabah bezimizi değiştirmek daha güvenli ve daha kolay geliyordu biz kadınlara. Yine erkek yardım dağıtıcılarından sütyen isteyemediğimiz için memelerimizi giysimizin altından başörtüsü ile sıkıca sararak bedenimize yapıştırdığımızı da söylemem gerek. Bir ay kadar öyle dolaşmıştık. Kamburumuzu da çıkararak memelerimizi saklıyorduk. Kadın dernekleri sahaya inince rahatladık birçok konuda. Her zaman fiziğini önemseyen birileri olarak toplu mekanlarda cinsel istismara uğramamak için kendimizi çirkinleştiren, kaşımızı almayan, saçımızı taramayan ya da engelli taklidi yapan bir kadın konumunda dolaştığımız da geliyor aklıma. Şimdi olsa utanır mıyım ? Sanmıyorum...Çünkü bazı konularda kadın örgütlerinden aldığımız eğitimler işimize çok yaradı, öğrendik. Keşke daha önceden bilseydik bu konuları, daha az sıkıntı çekerdik bari bu açılardan”
Bu sözleri Samandağ’da Kadın Yaşam Merkezi’nde çeşitli aktivitelere katılan bir kadın söylüyor.
Kendimize tekrar tekrar bakmamızı gerektiren sözler bunlar, bir daha felaket olmasını beklemeden tüm kadınlarla bu çalışmaları planlamak açısından. Biz de çok şey öğrendik gerçekten .
Aslında deprem ve sonrasındaki süreç, karşılıklı iyileşme pratikleri geliştirmemiz için bizlere yepyeni alanlar ve olanaklar sağladı. Gün geldi enkazın altından çıkanlar uzaktan oraya destek olmaya çalışanlara elini uzatıp, bizleri depremden uzakta yaşadığımız enkazlardan çıkardılar. Onların direnci ve yaşama sevinci bizlere güç verdi, hareketsiz kalan bizleri etkin kıldı. Dayanışma elbette o zamanla sınırlı değildi ve olamazdı. Şimdi zaman yine dayanışma zamanı. Bazı boşlukları dolduramayacağımız açık ancak travma sonrası yaraların onarılması, gereksinimlerin karşılanması için kolları sıvama, kurumsal, bireysel ve örgütlenmiş bireyler olarak neleri nasıl yapacağımızı programlama ama aynı zamanda da deneyimlerimizi paylaşarak ve ellerimizi üst üste koyarak depremin yıkıntılarının üstesinden gelmeye çalışma zamanı…
Bu süreçte en önemli yol göstericilerimizden birisi de, bundan sonra yaşanabilecek olası afet durumları için önleyici çalışmaları hayata geçirmek. Kamuoyunda sürekli olarak sözü geçen ancak yetersiz bilgilerden oluşan ve pratiğe yansımayan deprem çantası hazırlamak ya da deprem anında yapılacaklara dair bilgiye sahip olmakla depremden korunamadığımızı gördük. Öncelikle jeolojik haritalamalara önem vererek yapılaşmayı yasal önlemlerle sağlamanın önemini, ardından da deprem sürecinde nasıl koordine olacağımızı önceden planlamamızın yaşamsal olduğunu öğrendik. Bütün bunlardan ders çıkararak yapabildiklerimiz kadar, yapamadıklarımıza da odaklanarak tüm ilgili taraflarla daha organize bir durumda ilerlemeliyiz.
Kamu, yerel yönetimler, STK, özel sektör, üniversite ve uluslararası kuruluşlar olarak hep birlikte çalışma kültürü geliştirmeliyiz. Çünkü gördük ki birlikte her açıdan daha güçlüyüz.
Deprem kuşağında olan ülkemizde daha güvenli yaşayabilmek için alanda çalışmalar yaparken karşılaşabileceğimiz her sorunun çözümünde emek verenler olarak ayrımcılık yapmadan, birlikte çözüm aramalı ve akıllarımızı birleştirmeyi ilke edinmeliyiz, çalışmalarımızı böyle planlamalı ve koordine etmeliyiz.
Veri eksikliği ve kamu tarafından paylaşımında her zamanki sorunları yaşıyoruz.
Aynı zamanda projeler süreli, daha sürdürülebilir, daha planlı, daha işbirliğine açık çalışmalara ihtiyaç var.
Bu nedenle de gelecek yazımda Kadın Koalisyonu olarak model olması için çalıştığımız Kadın Yaşam Merkezlerini anlatacağım.
Dostlukla.
(GE/Mİ)