Yıllar önce Pazartesi Dergisi’nin Ankara grubu olarak biz birkaç kadın bilinç yükseltme çalışmaları yapmaya karar verdik.
Kadına has bir şey olmalıydı bu çalışma. Hayatın tüm diğer alanlarında olduğu gibi kadın eli değdiği anlaşılmalıydı. Erkeklerin ve erkekler dünyasında yaşayan kadınların sürdürdükleri siyasi yaklaşımlardan farklı bir şeyler olmalıydı. Çalışmamız hem bizim kendi bireysel yaşantımıza ilişkin açılımlar sağlamalı ve hem de kadın hareketine, hatta Türkiye siyasi hareketlerine yeni açılımlar sağlamalıydı.
Bunun üzerine neler konuşabileceğimizi düşündük. Açmazlarımızı, baş edemediklerimizi... Regl ile kadınlığa attığımız ilk adımımız birçoğumuzun hafızalarında kötü anılar canlandırıyordu, örneğin. Öğretilerin ağırlığı ile en yakınımızdaki kadınlar tarafından maruz bırakıldığımız bu ilk davranışlar, ilerideki yaşantımızda kendimizi hep suçlu hissetmemize yol açan deneyimlerle doluydu.
Kadınlık halleri
Böylece belirlediğimiz konular ilk bakışta siyasi bir anlamı bulunmuyor gibi görünen kadının, günlük yaşamda karşılaştığı, basit çoğu zaman yaşantının olağan zorluklarından biri olarak değerlendirip farkına bile varmadığı ilk regl, jinekoloji fobisi, birbirimizi dinlemeyi biliyor muyuz, aşk, cinsellik, kıl-tüy / çorba-çocuk muhabbetleri, taciz vb. konulardı.
Bu konulara ilişkin başlıkları ve toplantı günlerini belirledik. Yaptığımız geniş katılımlı toplantılar ile belirlediğimiz konularda uzman doktor, avukat, psikolog arkadaşlarımız tarafından bilgilendirildik. Aldığımız bilgiler ve tanıklıklarımızı birleştirdik. Yaşadıklarımızı ve yaşadıklarımıza ilişkin hissettiklerimizi paylaştık. Böylece, akademik bilgiyi yaşama devşirdik; yaşamı akademik bilgiye aktardık.
Tartışmalar esnasında içimize attığımız, baş edemediğimiz sorunların hemen hemen bütün kadınlar tarafından yaşandığını görüyorduk. Benim ilk fark ettiğim şey yalnız olmadığımı görmenin bu sorunlarla baş edebilmemin ilk koşullarından biri olmasıydı. Toplumda kadın olarak yaşadığımız sorunların birbiri ile ne kadar iç içe geçmiş olduğunu (örneğin taciz korkusu ve jinekoloji fobisi) gördük.
Sonunda aslında yaşantılarımızın ayrıntılarında neleri yok sayıp kendimize ne kadar yabancılaştığımızı, ataerkil ideolojinin bizi ne kadar sarıp sarmaladığını, yaşadıklarımızı kadınlık doğamızın bir parçası gibi kabul ettiğimizi fark ettik.
Sanırım en önemli şeylerden biri de bu konudaki pratiklerimizi paylaşarak birbirimizin hayatını kolaylaştıracak, benzer durumlarda (örneğin bir tacizciye karşı) uygulayabileceğimiz hal tarzları ve prensipler oluşturmamızdı.
Konuşulması "ayıp" şeyler
Konu başlığı olarak “jinekoloji fobisi”ni ilk duyduğumda ve hatta konuşmacıyı dinlemeye başladığım ana kadar “böyle bir fobi mi varmış” diye düşündüm. Ama konu derinleşmeye başlayınca en büyük korkularımdan birisinin bu olduğunu fark ettim. Toplantımızda temel konu biz kadınlar jinekologa gitmeye her daim korkması ve çekinmesiydi.
Adımlarımız geri geri gittiği için tüm jinekolojik sağlık sorunlarımızın çözümlerini durmadan erteliyorduk. Artık sorunlarımız baş edemeyeceğimiz bir hal alınca, sağlık kaygısı korkumuzun önüne geçiyordu. İşin en ilginç yanı bu fobinin en eğitimsiz kadından en eğitimlisine kadar geniş bir yelpazeyi etkilediği gerçeğiydi.
Çocukluk günlerimde hatırlarım annem ve yaşıtı kadın arkadaşları jinekoloğa gittiklerinde bunu sadece o çok yakın kadın arkadaşlarına anlatırlardı ve bir sır gibi saklanırdı “o hastalıklar”. Konuşulması çok ayıp şeylerdi onlar.
Aslında bu tuhaf, garip, yabancı yaşananlar zinciri yaşam boyu bırakmaz kadının peşini. İlk hatırladıklarımdan birkaçı “kızım artık sen genç kız oldun öyle hoplayıp zıplama bakalım”, “bak kızım birisi seni ellemeye kalkarsa sakın izin verme” “eteğini kapat kızım” gibi.
Tartıştığımız konulardan en önemlisi jinekolojik muayene anıydı. O ana kadar hep saklanması gereken, o çok ayıp ve toplumda acayip isimleri olan “şeyimizi” hiç tanımadığımız, çoğu erkek olan "o adamlara" hem de çok aydınlık ve savunmasız olabileceğimiz bir şekilde açmak zorunda kalmaktı. O tartışmalarımızdan sonra ben neden böyle bir masa icat edilmiş acaba diye düşünmeye başlamıştım. Kadının kendini son derece savunmasız hissedeceği bir masa, nam-ı diğer çatal.
Nihayet
Seneler sonra Ankara’da gittiğim bir jinekolog yepyeni bir koltuk almış muayenehanesine. Oturuyorsunuz önce, oturma biçiminizi bozmadan kumanda marifetiyle koltukta sizi hafif yatar pozisyona getiriyorlar. Yani istediğiniz anda oradan kalkma potansiyelinizi koruyorsunuz. Yan tarafta bir monitör ve muayenenizi izliyorsunuz. Kendimi ilk defa savunmasız, edilgen, zavallı hissetmemiştim.
Dedim ki nihayet birisi de kadınları dinlemiş ve sıkıntılarını ortadan kaldıracak bir koltuk geliştirmiş. Bizim bu koltuğun geliştirilmesine bir katkımız olup olmadığını bilmiyorum ama jinekoloji fobisi gibi her zaman hafifsenen, yok sayılan korkuların aslında ataerkil ideolojinin eseri olduğundan yola çıkarak başka korkuların da hafifsenmeden, yok sayılmadan (tartışılmasının önünü açması bakımından) bilinç yükseltme çalışmalarının son derece önemli olduğunu düşünüyorum.
Onu konuşurken hem içimizdeki korkuları yenmek hem de aslında bu korkuların altında yatan, kendimizde var olan ataerkil ideolojiyi korozyona uğrattığımızı fark etmek bu tartışmaların en büyük kazanımlarındandı.
Korkularımızı korkmadan tartışabilmek umuduyla...(NMŞ/EÜ)