Bu sene 9. kez düzenlenen Ege Belgesel Günleri 10-15 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Salı günü başlayıp Pazar gününe kadar sürecek olan gösterimler hem Fuar alanı içindeki İzmir Sanat, hem de Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Konferans salonunda yapılacak. İletişim Çalışmaları Topluluğunun elinden çıkan renkli programdaki belgeseller ücretsiz izlenebilecek.
Altı günlük etkinlikte her zamanki gibi birbirinden ilginç yerli ve yabancı eserler muhtelif insanlık manzaralarıyla bizi karşı karşıya bırakacak.
Sistemin ve devletlerin korkulu rüyası haline gelmesine rağmen uluslararası etkinliklerde kurmacaların önüne çıkarak Venedik veya Berlin gibi festivallerde büyük ödülleri kazanabilen belgeseller, ne de olsa ihtiyacını daima duyduğumuz gerçeğin nispeten en sadık temsilcileri.
Türkiye'den…
Yönetmenliğini Onur Bakır ve Panagiotis Charamis'in gerçekleştirdiği Hazır Ol! askerlik tabusunu kurcalıyor. Geçen ay düzenlenmiş 35.İstanbul Festivalinin Ulusal belgesel yarışmasında En İyi Belgesel ödülünü kazanan yapım vicdani retten, kışlalardaki asker ölümlerine, unutulmak istenen askerlik anılarından bedelli askerliğin etik olup olmadığına kadar çeşitli konuları hassasiyetle irdelerken, ironik yaklaşımıyla puan topluyor.
Mümin Barış ile Reşit Ballıkaya'nın yönetmenliğini üstlendiği Rafet'in Çocukları Almanya'nın Berlin şehrinde yıllar boyunca öğretmenlik, hatta "babalık" yapmış olan Rafet'in icraatına odaklanıyor. Memleketten uzaklaştıkları zaman refleks olarak geleneklerine sarılıp muhafazakâr bir toplum haline gelebilen gurbetçilerin çocukları, ait oldukları cemaatten dışlanma riskine rağmen özgüvenlerinin, kimliklerinin ve kültürlerinin temelinde yatan Rafet'in öğretilerinden yana tavır koyuyorlar.
Sürgün Türküleri Yılmaz Güney adlı belgeselin yönetmeni İlker Savaşkurt.
Türkiye'de muhaliflere yönelik olarak bir türlü bitmeyen tahammülsüzlükten muzdarip büyük sinemacı Güney'in siyasi serüvenine göz atarken, özelllikle sürgün yıllarıyla ilgili nadide arşiv görüntüleriyle de karşı karşıya kalıyoruz. Fransa'da gerçekleştirdiği son filmi Duvar'ın çekimlerinin olağanüstü ayrıntıları bir yana, Güney'in yakın dostları ve sinema çevresinden insanlarla yapılan röportajlar o dönemin nostaljisini yaşatıyor. Günümüzde yaşanan durum gözönüne alındığında Yılmaz Güney'in mücadeleye devam edilmesi yönündeki sembolik gücü belgeselin misyonunu iyice arttırıyor.
Kara Atlas belgeselinde Karabiga, Aliağa, Şırnak, Amasra, Çatalağzı, Orhaneli, Gerze veya Yırca gibi yerlerde yapılması istenen termik santraller ve aleyhindeki direniş hakkında bilgileniyoruz. Yönetmen Umut Vedat hukuksuz olabilen girişimlerde güvenlik kuvvetlerinin halkla karşı karşıya gelebildiği sinir bozucu dinamikleri teşhir ederken, çevresel felaketlerin başlıca sebeplerinden kömür santrallerinin fotojenik görünüşünden de faydalanıyor, fakat agresif montaj ve müdahalelerle seyirciyi biraz zorluyor.
Kıbrıs'ın toplu mezarları hakkındaki Koloni Türkiye'nin bir diğer tabusu haline gelen adanın inkâr edilen geçmişine ışık tutuyor. Yönetmeni Gürcan Keltek'e uluslararası alanda da ödüller kazandırmış olan çarpıcı eser, hipnotize edici atmosferi ve belgesel estetiği konusundaki kalitesiyle öne çıkıyor.
Lamekan: Metalaşan Kentin Çöküşü adlı belgesel inşaat odaklı büyüme stratejisine kısa ama gayet isabetli bir bakış atıyor. Yönetmen İmre Azem kentsel dönüşüm, TOKi, İstanbul'daki üçüncü köprü, üçüncü hava alanı veya Kanalistanbul gibi girişimlerin korkutucu enerjisini ensemizde hissettirirken konu hakkındaki uzmanlar iktidarın foyalarını bir bir ortalığa saçıyor.
Dünya'dan...
Diktatörlüğün acımasızlığına ve yerel halkı yok eden beyaz adamın lanetine, usta yönetmen Patricio Guzmán'ın Sedef Düğmesi sayesinde bir kez daha vakıf olacağız. Muhteşem görüntülerin eşliğinde Şili'nin kirli geçmişine yolculuk ederken sinemanın gücüne kendimizi kaptırmamamız mümkün değil.
Çamurun içinden çıkarılan paslı ve gürültülü makinelerin şiirsel bir faaliyete dönüşmesini şaşkınlık içinde izleyeceksiniz. Kadın yönetmen Farida Pacha'nın IDFA'dan ödüllü Benim Adım Tuz adlı belgeselinde, yüzyıllardır süregelen tuz tarlararındaki çalışmalara şahit olmaktan kendinizi gayet şanslı hissedeceğinize eminim.
Namusun sadece kadına dair bir yaptırım olarak varolduğu toplumlardan Afganistan'da hapisteki kadınlarla yakından tanışıyoruz. İslamın baskısı altında en çok ezilenler kadınlar olduğundan, cezalarını çektikten sonra da onları bekleyen hayat hiç parlak değil. Yönetmen hanesinde Maryam Ebrahimi ile Nima Sarvestani'yi gördüğümüz Parmaklıklar Arkasında Burkasız cezaevi dinamikleri konusunda seyredebileceğiniz en etkileyici ve samimi filmlerden biri.
Bisikletler Arabalara Karşı yaşanmaz hale gelen dünya metropollerindeki trafiğin vaziyetini bir kez daha yüzümüze vuruyor. Araba sektörünün inatla direndiği ve hava kirliliğine katkısını sürdürdüğü çarpık düzende çevreci bisiklet gayet mantıklı bir alternatifken, pedal çevirmekten hoşlanan yönetmen Fredrick Gertten muhtelif lobilerin tekerleğe çomak sokma durumunu eğlenceli bir dille afişe etmeyi başarıyor.
Son yılların en sansasyonel yönetmenlerinden Joshua Oppenheimer ödüllü Sessizliğin Bakışı ile bizi Endonezya'nın kanlı geçmişine tekrar sürüklüyor. Yeterince dindar olmadıkları için komünistlerin acımasızca öldürülmüş olduğu ülkede katiller serbestçe dolaşabildiği gibi kolektif bir bilinç halinde olayları inkâr etmeyi tercih edenler çoğunlukta.
Kan Kardeşler
İşlenen suç büyük olup, yalanlar uydurmak, suçu olmamış saymak, mazeretler bulmak veya tamamıyla inkâr etmek devlet politikası haline geldiğinde, halkın gerçeği görmesi zaten zordur. Hele hele bu, yüz yıl boyunca milliyetçi bir nakarat gibi tekrarlanıyorsa ve işin sonunda bir bedel ödenmesi gerektiğini hissediyorsanız, karşınıza çıkarılan tarihi belgeler bile fayda etmez, doğru dürüst bilmediğiniz bir konuyu bir refleks halinde savunmaya çalışır durursunuz; yüzleşmeye, hesaplaşmaya hatta özür dilenmesi gerektiğine asla ikna olamazsınız.
Peki katarsis vazifesi görecek bir belgesel maratonu için artık hazır mısınız?
Ne de olsa Türkiye'de Ermeni kelimesinin bir küfür sayıldığı, sünnetsiz olmanın önemli bir işaret olarak kabul edildiği, Ermeni olduğu için diğerlerinden daha asap bozucu olarak algılanan milletvekilinin linç edilmek istendiği bir ortamın ağırlığı altında eziliyoruz.
Anadolu kökenli ailelerden olup Hollanda'da yaşayan iki genç adam, Ara Halıcı ve Sinan Can Ermeni Soykırımını irdelemek, gerçekten yaşanıp yaşanmadığını anlayabilmek için Türkiye'ye geliyorlar. Yönetmen Kees Schaap televizyon için dizi halinde çekilmiş belgeselde seyirciyi kolaylıkla avucunun içine alıyor, insan psikolojisi ve hassasiyetlerini azami ölçüde gözeterek konuyu ince ince işliyor. Arada meselenin uzmanları Ayhan Aktar, Ece Temelkuran ve bilhassa Taner Akçam'ın engin bilgisine danışılıyor, Raymond Kévorkian'ın tarihi araştırmalarından yararlanılıyor.
Kan Kardeşler (Bloedbroeders) belgeselinde Yusuf Halaçoğlu gibi simaların görüntüsüne, tepkilerine, konuşmalarına ve argümanlarına da epeyce yer verilmiş. Yozgat'tan sorumlu Osmanlı bürokratı Kemal Bey'in 50 bin kişiyi tehcire gerek kalmadan öldürtmüş olması ve bu sebepten dolayı idam edilmesi de filmde yer alan episotlardan. Hatta bir iyi niyet göstergesi olarak başlatılan, Ermenilere karşı işlenmiş suçlara yönelik davalara devam edilmiş olunması halinde inkâr durumunun günümüzden çok farklı olabileceğinden de bahsediliyor: Osmanlı'ya karşı cephe almış müttefikler imparatorluğu aralarında bölüşme niyetlerini açığa vurunca yetkili makamlar benzer davaların anlamsızlaştığına ve sürdürülmesine gerek kalmadığına kanaat getirmişler…
Konuyla yumuşacık bir temas için ideal bir dizi-belgesel, özelllikle duygusal olanlara hararetle tavsiye edilir... (MT/HK)
Festivalin programına buradan ulaşabilirsiniz.