9 Ekim günü Reykjavik’de Türkiye – İzlanda milli maçı yapılacak. İzlanda fazla tanıdığımız bir ülke değil. Atlas okyanusunun kuzeyinde, büyük kısmı buzullarla kaplı ve çok az nüfuslu bir ada ülkesi olduğunu biliriz. Bir de lise tarih derslerinden, Türk korsanlarının oralara kadar sefer yaptığını hayal meyal hatırlarız.
Oysa bizim –çocukça övünmeler bir yana- pek üzerinde durmadığımız bu sefer, İzlanda tarihinin en önemli olayı. Apartheid ya da Holocaust gibi özel bir adı bile var; Tyrkjaranid diyorlar. Türklerin insanları kaçırması gibi bir anlamı var. Dünyadan tecrit olmuş gibi yaşayan İzlandalılar ilk kez böyle bir saldırıyla karşılaşmışlar. Bu konuda anılar yazılmış, 1628, 1643, 1852, 1906, 1983 tarihlerinde kitaplar basılmış, tiyatro oyunları sahnelenmiş.
1643 yılında yazılan “Tyrkjarans Saga” adlı, anıların derlendiği bir kitap, Türkiye’de bir vakıf tarafından eski İzlanda dilinden, “The Turkish Raid Saga” adıyla İngilizceye çevrilmiş. Fakat İngilizceden Türkçeye çevirisi yapılmamış. Muhtemelen, anılarda Türklere yönelik aşağılayıcı ifadeler bulunması nedeniyle Türkçeye çevirmekten vazgeçilmiş olmalı. Bunun gereksiz bir hassasiyet olduğu kanısındayım, çünkü anı zaten tanım gereği nesnel olmayan bir metindir. Türkiye’de önem verilmeyen, hatta bazen övünülen bir olayla ilgili olarak, olayın muhataplarının ne hissettiğinin bilinmesi de gereklidir. Bu amaçla, İzlandalıların korsan seferine nasıl baktıklarını anlamamıza yardımcı olacak bazı paragrafları Türkçeye çevirmenin yararlı olacağını düşündüm. Aşağıda tırnak içindeki ifadeler söz konusu anılardan seçtiğim bazı paragrafların çevirisidir.
İzlanda seferi 1627 yılında aslen Hollandalı olan Berberi korsanı Murat Reis tarafından düzenleniyor (Burada Türk korsanları diye bilinen korsanların çoğunun etnik anlamda Türk olmadığını, Türk kelimesinin Müslüman anlamına geldiğini de belirtmek gerekir). Murat Reis, Arif ve Bayram reislerle birlikte 12 gemiyle yola çıkıyor ve Danimarkalı bir esirin tarifi üzerine, dört gemiyle İzlanda’ya ulaşıyor. Temmuz ayında 14 gün boyunca İzlanda kıyılarını ve güneyindeki küçük adaları dolaşıyor ve yağmalıyorlar.
Çeşitli anılarda yağma olaylarından ayrıntılı örnekler yer alıyor;
“Korsanlar şafak sökerken işe koyuldular, ticaret gemisinin korunup korunmadığını anlamak için bir sandal indirip, birkaç adam gönderdiler. Bunlar gemiden biraz yiyecek istedi. Gemidekilere Danimarka tebaasından olduklarını, balina avına çıktıklarını ve dokuz haftadır açık denizde seyrettiklerini söylediler. Bunları kaptana Almanca anlattılar. Kaptan onlara yiyecek satabileceğini söyledi, sandal geri döndü.”
“Sonra, korsan reisi çeşit çeşit silahlar, tüfekler, mermiler, bıçaklar taşıyan 30 kişiyi bir tekneyle gönderdi. Bunlar İzlanda sandalının dibinde delikler açtılar ve derhal ticaret gemisini teslim aldılar. Güvertede kaptandan başka kimse yoktu. İstedikleri her şeyi savaş gemisine taşıdılar. Tüccar karadaydı, hemen gemi kaptanına iki gemici gönderdi ve onlar da ele geçirildi. Sonra bütün korsanlar tüccarın dükkanını soymak için sahile çıktı, ama tüccar yanındaki Danimarkalılarla birlikte korsanlar gelene kadar saklayabildikleri kadar malı sakladıktan sonra kaçmayı başardı”
“Türk korsanları dört kayıkla çiftliğe geldiler ama herkes çiftliğin dışında, otlardan yapılma barınaktaydı. Çiftlikte değeri olan her şeyi çaldılar. Kapıları ve sandıkları kırarak ev içinden ve dışından altı yüz parça mal aldılar. Yakalayabildikleri kadar kuzuyu çiftçinin altı kürekli yeni kayığına doldurup götürdüler.”
“Bundan sonra silahlı 35 korsan kükreyen aslanlar gibi bağırarak ve haykırarak, Djupavogur’un sağ tarafındaki koyun çiftliği Bulandsnes’e geldiler. Orada çiftçi Guttormur Hallson’u, altı adamını, bir oğlanı, üç yaşlı kadını ve iki hizmetçiyi aldılar. Korsanlar bölgeden olmayan, oraya yiyecek bulmak için gelen altı yoksul dilenciyi de aldılar. Küçük bir çiftliği kiralamış bir adamla karısını da aldılar. Bütün erkeklerin ellerini arkadan bağladılar ve birkaçı onları Djupavogur’a doğru yürüyerek götürdü.”
“Güneşin doğmasına yakın, haydutlar Hamar’a geldiler ve herkesin saklandığı kulübeye kapısını kırarak girdiler. Yataklara ve insanlara kılıçlarıyla vurarak devirdiler, bağırıp çağırarak giyinmelerini emrettiler ama bunun için zaman da vermediler. Sonra insanları dua odasına götürdüler, ışıkları yaktılar ve evi aradılar. İki dikkatsiz gözcüyü mutfakta uyanık buldular ve ötekilerin yanına götürdüler. Adetleri olduğu üzere hepsini bağladılar. Ev sahibi Magnus dahil hepsi on üç kişiydi. Karısı çok hasta ve zayıf olduğu için ötekilerle birlikte yürüyemedi. Bir korsan silahıyla kafasına yandan vurdu, kadın yıkıldı. Öldüğünü sanarak orada bıraktı. Öbür korsanlar kadının ayağını tekmelediler ve öldüğü kanısına vardılar.”
“Üç tutsakla birlikte Nupur’a geldiklerinde, hayvan veya alabilecekleri başka bir şey aramak için çiftliğe gittiler. İki kişiyi çiftlikte, bağlı esirlerin başında bıraktılar. Fakat Breiddalur’dan aldıkları genç adam evde beklerken fırladı ve elleri arkadan bağlı olarak kaçmaya başladı. Sahil boyunca etrafa bakınan korsanlar onu görünce peşinden koştular. Bu genç adam dağın dibinde ve sislerin arasındaydı, pantolonu kayıp düştü ve bacaklarına dolandı. Yapabileceği tek şey kendini yere atmaktı. Öyle yaptı ve hayatını Tanrının ellerine terk etti. Her nasılsa, bela adamlar yattığı çukurun etrafında dolandılar, yakında olduğunu bildiklerinden bağırıp çağırdılar ama onu bulamadılar.”
“Orada bir tüccar birkaç adamla birlikte Türklere yaklaşarak bir tabanca ile ateş etti. Fakat Türkler bağırarak ve haykırarak tepki verdiler, sarıklarını salladılar ve daha da heyecanla koşmaya başladılar. Adadaki insanlar direnmenin bir faydası olmadığını görerek kaçmaya başladılar. Bekar, karısı çocuğu olmayan bazı adalılar kaçıp saklanmayı ve değerli eşyalarını kurtarmayı başardılar.”
“Her birinin iki veya üç silahı vardı. Her grup bir sırık üzerinde kırmızı işaretler taşıyordu. Ordu güçlü haykırışlarla ve saldırganlıkla gitti. Bütün bunlar çok hızlı oldu. Özellikle kısa mesafedeki çiftlik binalarındaki hasta, kadın ve çocuklar kaçma imkanı bulamadılar.”
“Sözü edilen vandal grupları, korkacak hiç silah olmadığını gördüklerinden, kendilerini 10, 8, 6, 5 ve 4 gibi daha küçük gruplara böldüler ve bütün adaya dağıldılar. Bunların ikisi Einar Loptsson’un çalıştığı çiftliğe geldi. Toprak setin yanında iki İzlandalı adamla karşılaştılar. İkisini de bağladılar. Einar’ı bulduklarında kucağında bir bebek vardı. Türklerden biri kafasına iki kez vurdu, bebeği ondan alıp annesine fırlattı. Sonra Einar’ı da ötekilerle birlikte bağladılar, çiftin diğer çocuklarını da toplayıp Danimarkalı evlerine tıktılar. Einar’ın karısı Asta bilincini kaybetti, iki üç saat baygın düştü. Türklerden biri başında bekledi, sonra onu getirdi. Türkler sonra Bustadir’e geldiler. Orada Jon Jonsson ile karısı Oddny Thorsteinsdottir yaşıyordu. Onları evden uzak olmayan bir yerde, bir çocuk ile birlikte buldular. Hemen adamın kafasını kestiler, karısını yarı ölü halde sürükleyerek çocukla birlikte Danimarkalı evlerine götürdüler, hoyrat davrandılar, saçını çektiler ve elbisesini yırttılar.”
“Böylece, ip ya da herhangi bir bağlantı kullanmadan, İzlandalıların balıklarını depoladığı, yerden 130 kulaç yükseklikteki uçurumlara, kayalıklara tırmandılar. Buralarda saklanmış kadın ve çocukları da kolaylıkla topladılar. Kolayca ele geçiremediklerini de vurdular, kimisi 100 kulaçtan, kimisi 60 kulaçtan aşağı düştü. Bazıları da vurulduktan sonra yukarıda ölüme terk edildi. Bunların arasında Bjarni Valdason adında bir adam vardı. Ona yetiştiklerinde gözlerinin üzerinden kafasını yardılar, karısı yanındaydı, çığlık atarak üzerine atıldı. Kadını ayağından tutup bir ceset gibi sürüklediler, elbisesi başının üzerinde toplandı. Adamın cesedini de koyun eti gibi paramparça ettiler. Kadını Danimarkalı evlerine, öteki esirlerin yanına götürüp kırbaçladılar. Bu kötü ruhlu adamlar zavallı bir kadını buldular. Kadın koşabildiği kadar hızla kaçtı. Sonunda bir bebek doğurarak yere yığıldı. Kadın da, bebeği de ölü olarak bulundu.”
“Oflanleitishamar kayalıklarında beş sağlıklı adam buldular. Hepsini yakalayıp bağladılar. İçlerinden biri bağlanmaya direndi. Bazıları ona ihtiyaçları olmadığını söyleyerek öldürmek istedi. Ama kaçmakta olan iki kızı görünce, bağlı adamları bırakarak peşlerine düştüler. Kızlarla aralarında bir tepe vardı. Kızlardan biri bağlı adamların yanına geldi. Adamlar kıza bağlarını çözmesini söylediler, o da aceleyle çözdü. O sırada Türkler yeniden belirdi. İzlandalılar koşarak aradaki mesafeyi açtılar ve bir kayanın altına sığındılar. Korsanlar geri döndü. Biri yolda zavallı bir kız buldu ve tecavüz etti. Sonra kızı ata bindirip Danimarkalı evlerine götürdüler”
“Kafir üçüncü kez vurdu. Papaz “Bu kadar yeter İsa efendimiz, canımı al artık” dedi. Ahlaksız piç kafasını koparınca öldü. Karısı kendi başını örttüğü bezle ölü adamın başını sardı. Fakat anneyi ve kızını cesedin başından kovaladılar, oğluyla ve diğer insanlarla birlikte bağlayıp Danimarkalı evlerine götürdüler. Saklandıkları mağaranın üzerindeki kayada büyük bir yarık vardı. Orada iki kadın vardı. Bütün bu olanları duydular ve gördüler.”
“Olan biten her şeyi, insanların bütün gün Danimarkalı evlerinden çıkarılıp götürüldüğünü, daha sonra meşalelerle evleri ateşe verip içindekilerle birlikte yaktıklarını, sadece tuz evini ve diğer bir binayı bıraktıklarını teferruatıyla gördü. Birçok yaşlı insanın da evlerin içinde yandığı söyleniyor, çünkü bu korkunç işlerden sonra ölülerin kemikleri ve yanmış bedenleri bulunmuş.”
“Geminin içinde, İzlandalı ve Danimarkalı herkesi aşağı indirdiler, dörtlü gruplar halinde boyunduruk vurdular. Bu insanlar Türklerin seyahatleri boyunca zincire vurulmuş halde oturdular.”
“15 Ağustosta, esirlerin türlü türlü acıdan ve sefaletten ağladıkları tam bir aylık yolculuğun sonunda bu mücrimler Cezayir denen yurtlarına geldiler. Demir atar atmaz tutsaklar sahile çıkarıldılar. Sadece kutsal Tanrının çare bulacağı cinsten olan büyük eziyet ondan sonra yaşandı. Bu sefil insanlar karada toplandığında sayılamayacak kadar insan etraflarını aldı, tamamen merhametsiz şekilde, kafalarında kötü niyetle onları muayene etti. Arkadaşlar birbirinden alındı, çocuklar ebeveyninden alındı, evden eve itildi ve kasabanın kralının huzuruna çıkarıldı, bağlandı, itilip kakıldı, eziyet edildi, tıpkı cesetler veya köpekler gibi kölelerin satışa çıkarıldığı meydana sürüklendiler.”
“Sonra onları şehrin pazaryerine götürdüler. Müzayedede insanlar için dört ayaklı bir yaratık gibi fiyat verildi. Bağırışların duyulduğu gürültülü sokaklarda yürüdüler. Satıcı ne olduklarını söylüyordu; köle esir. Esirler tellalın arkasında, Hıristiyan oldukları anlaşılsın diye yalınayak başıkabak yürüyordu. Bu yürüyüş, bağırış çağırış ve mezat herkes satılana kadar sokaklar boyunca devam etti. Ve böylece bu zavallı insanların hepsi, patronlarıyla birlikte bir kölelik ve esaret hayatına gittiler. Böyle kaçırılan insanlara köleleştirilmiş denir.”
“İnsanlar şu şekilde gruplara ayrıldı; büyük kaptan iki kişiyi seçip aldı, kral her sekiz erkek, kadın, kız ve oğlandan birini aldı. Sonra grup ikiye ayrıldı, gemi sahipleri bir kısmını, savaşçılar öbür kısmını aldı. Ana grup meydana getirilirken önünde ve arkasında Türklerin yürüdüğü otuzlu gruplara ayrıldı. Oranın ahalisi fırsatını bulunca insanları çaldığı için her köşede sayılıyorlardı. İnsanlar bir dairenin etrafına dizildi, hiçbir duygusu olmayan hayvanlarmış gibi hepsinin elleri, yüzleri ve özellikle yaşlı insanların dişleri incelendi.”
“Sonra satılacak insanlar başka bir yere götürüldü. Türklerden biri anlaşılmaz dilleriyle haykırarak onları onar onar bir taş sütunun etrafında topladı. Hepsi satılana kadar günler geçti. Köleleştirilmiş İzlandalı insanlar sahiplerinin yanına yerleşince korkunç hastalıklara yakalandılar. Ağır işe ek olarak müthiş sıcağa dayanamadıklarından, şehirdekilerin hepsi hastalandı.” (BD/NV)