Bugün, 16 Haziran günü Tuzla tersaneler bölgesinde “Grev” adı altında düzenlenen etkinliğin samimi bir eleştirisinin yapılıp adının konması şart oldu.
Şöyle ki; işçi sınıfı siyaseti yapanların, sahte tarihlere ve kahramanlıklara ihtiyacı yok ve olmamalı da.
Bu beklenti burjuvaziye has bir özellik. Ancak 16 Haziran etkinliğinin öncesinde yaratılan hava, grev sırasındaki tavırlar ve sonrasında yazılanlar gösteriyor ki havzada faaliyet yürütenler, öğrenciler, aydınlar ve dışarıdan gözlemleyenler tersane işçileri hakkında yanlış bir kanaate sahip durumdalar.
Grevde tersane işçisi yoktu
Şunu açık yüreklilikle belirtmek gerekiyor; “Evet o grevde herkes vardı; milletvekilleri, dünyadan emekçi dostları, sanatçılar vs. ama tersane işçisi yoktu.”
Yan sanayi hariç 40 binden fazla işçinin çalıştığı bir havzada, birkaç yüz işçinin eyleme katılmış olması gerçekliği değiştirmiyor.
Söz konusu eylemi bazı anektodlarla beslemek yerinde olacak:
Grev; içeriden kararı alınan, işçinin üretimden gelen gücünü kullandığı güçlü bir araçken; 16 Haziran eylemi, kararı dışarıdan alınan ve örgütlenen, katılımcıların çoğunluğunu öğrencilerin ve aydınların oluşturduğu, vakitsiz, sınıfı kapsamayan bir basın açıklaması veyahut miting oldu.
Alanda da görüldüğü üzere, üniversiteden gelen değerli sınıf dostları (!) kol kola girerek sözüm ona sınıfı tersanelere sokmamış, gereğinde itip kakmış, gereğinde küfretmiş (Cahil aslında kendine küfrettiğinin farkında değil) ve üretimi on binde bir oranında durdurmuştur.
Zaten işçiler saat 05:00 ile 07:00 arası işbaşı yapmış ve çalışmaya başlamışken, 08:00’den sonra 3-5 işçi ile uğraşmışsın ne değişir?
Ayrıca sen 1 günlüğüne buraya gelmiş ahkam kesiyorsun, yarından sonra bizi bekleyen ölümlerde kader ortağımız değilsin.
Kaldı ki; sınıf dostuna yakışır bir mütevazilikle kenarda veya arkada durman gerekirken, en önde ve en yukarıda olarak sınıfı hizaya getirmeye kalkıyorsun, bu da haddini bilmezlik.
Bu eyleme 1 günlük iş bırakma eylemi adı verilse idi daha mütevazi olurdu ve de katılımda artış yaşanabilirdi. Sen istediğin kadar; “Grev, grev, grev…!” diye bağır, bu o eylemin grev olmasını sağlamaz.
Ayrıca 1 günlük grev olmaz, bunu da sektörle açıklamaya çalışmak, oranın yerelliğine bağlamaya çalışmak da işin güzellemesi olur.
Bunların tümü sınıfa dışarıdan/yukarıdan bakmanın doğal sonucu. Sen işçiye bilinç taşıyacak "yüce insansın", "halka inmen lazım", algın böyle işliyor ve gerçekten bunun doğruluğuna sonuna kadar inanıyorsun. İşçiyi romanlardan tanıyorsun sonra da işçiyle tanışınca basıyorsun küfürü.
“O gün orada işçiler neden yoktu, nerede hata yaptık?”diye sormak yerine pankart kavgası etmek, birbirini itip kakmak nasıl açıklanabilir?
Eylem boyunca bir çok kez yaşanan ve geçmişten beri süregelen sürtüşmeler gösteriyor ki artık sınıfın önünden çekilmemizin vakti geldi.
Kenardan bakınca rant kavgası gibi görülüyor ve yakışmıyor. Havzada bir kalkışmanın olacağı varsa da olamaz bu tabloda.
İşin aslı şu: bölgede faaliyet yürüten çevreler sınıf çıkarının önüne grup çıkarını koyuyor ve bunun doğruluğuna inanıyor.
İtiraf etmesi çok güç ancak durum böyledir, ezberdir ve doğurduğu sonuçlar ortadadır: Rezalet!
"Gemileri yakabilecek" mesafede değilken...
Değinilmesi son derece önemli olan bir husus da eleştiri/özeleştiri.
Eleştiri yoldaşça bir tavır ve karşı tarafın iyiliği için. Mao’nun da dediği gibi; “Yoldaşını eleştirmeyen liberaldir”
Ancak havzadaki faaliyetlerde eleştiri mekanizması tamamen yok olmuş, dokunulmaz alanlar yaratılmış, eleştirinin önüne ödenmiş bedeller zırh olarak konmuş, eleştiren “polis” yaftası yemiştir.
Bu algı yanlışlığı tüm çevrelere nüfuz etmiştir maalesef. Oysa ki görülen hataların söylenmemesi, eleştiri aracının kullanılmaması ve sorunları çözmemekte ısrar ödenen bedellere haksızlıktır.
“Biz yıllardır buradayken sen yoktun” gibi bir savunma şekli olamaz. Eylemi organize eden herkesin özeleştiri yayınlayarak hatalarını kabul etme olgunluğunu göstermesi elzem.
En trajik noktalardan biri de bazı çevrelerin havzaya hiç temas etmemesine rağmen pankart açıp olmayan kurumlar yaratması, mitingler düzenlemesi ve yükselen dalgadan (!) nemalanmaya çalışması... Yazık!
Bölgede yürütülen faaliyetin genel niteliği dışarıdan olması. Yani üretim alanında hem fikri hem de fiziki anlamda temsiliyetin bulunmaması. Bu somut durumun iki ana nedeni var:
- İthal ikameci zihniyetle, işçi olmayan insanları havzaya sokarak, kaldırabileceğinden fazla yük vermek ve işçileştirememektir. Kişilerin tek tek militanlığına ve emeğine saygı duymakla beraber, eleştiri ve itiraz genel zihniyetedir.
- Mevcut veya daha sonradan kazanılan işçilerin hızla işsizler ordusuna katılmasıdır. Böyledir çünkü küçük ve kısa vadeli hesaplar yapılarak çabuk sonuç görülmesi isteniyor. Bunun doğal sonucu olarak “işçi” (romanlardaki gibi) olur olmaz her olayda ajitasyon yapmaya çalışıyor ve derhal işten çıkarılıyor. Bu durum sürekli kılındıkça isimler kara listeye alınıyor ve havzada çalışma şansı kalmıyor. Nihayetinde, mekanların kiralarının ödenememesi ve sürekli aynı simaların eylemlilik halinde olması şeklinde bir tablo çıkıyor ortaya. Ancak asıl marifet içeride kalmaktadır. Sen istersen binlerce kişiyle “Gemileri yaktık, geri dönüş yok!” diye haykır; şu pozisyonda, o mesafeden gemileri yakamayacağın gerçekliğini görmen gerekiyor.
İşçiler neden greve katılmadı?
İşçilerin 16 Haziran günü eyleme katılmama nedenleri ise gayet sarih ve net:
Onları ilgilendiren hayati bir kararın; onlara rağmen, onlarsız alınması,
Havzanın özelliği gereği dağınıklık, taşeronluk ve kopukluk,
Taşeron ve işçiler arasındaki feodal bağlar ( en büyük engellerden biridir çünkü taşeronun emrinin işçinin üzerinde sınıfsal ve feodal anlamda iki tür baskısı vardır.),
Taşeronların işten atma tehditleri ve sivil polislerin ‘sözde’ bölücülerle yan yana görürlerse yapacaklarını iddia ettikleri muameleler,
Kaçırılacak yevmiye ve varsa mesai ücreti (Bunu o üniversiteli arkadaş anlayamaz çünkü bizden biri değil)
Bölgede yürütülen faaliyetin geçmişten gelen hataları, zaafları ve işçilerde uyandırdığı izlenimleri,
Sahiplendirmek yerine sahiplenip alan açarak davet etme zihniyeti.
Sonuç olarak:
Bir başarısızlık örneği olarak tarihimize yazılan bu eylemden dersler çıkarıp, doğru bir hat belirleyerek faaliyet yürütmek boynumuzun borcu.
Elbette bunu yapabilmek için de olmazsa olmaz bazı şartlar gerekiyor:
- Ezberleri bozmak,
- Algıyı düzeltmek,
- Sınıfa dışarıdan, kenardan veya yukarıdan değil içeriden bakmak, büyüklük hastalığından arınmak,
- Sınıf çıkarının önüne asla ve asla grup çıkarını koymamak,
- İşçi olmak, içeride olmak, kader ortağı olmak,
- Samimi olmak,
- Eleştirilere açık olmak ve tahammül etmek,
- Gerektiğinde çekilmesini, alandan çıkmasını, yanlışı kabul etmesini bilmek,
- Aceleci olmamak, uzun vadeli düşünmek, kalıcı olmak.
Hayallere kapılacak zaman değil
Bu yazılanlar çok rahatsızlık yaratır, yaratmalıdır da. Hayallere kapılacak zaman değil. Olmayan destanları yaratmaya ihtiyacımız yok. Bu yazıyı da içeriden naçizane bir eleştiri olarak kabul edin lütfen. Aksi halde işçilere daha çok küfredersiniz kendinize küfrettiğinizi fark etmeden…(TD/EZÖ)
* Tamer Doğan, Tersane işçisi
** Fotoğraf: Ufuk Koşar