Boyları 20 metreye ulaşan dip dibe ekilmiş ılgın ağaçları kentin “nezih” golf sahası ile siyahların ikamet ettiği bölgeyi, doğal bir doku olarak kabul edilen heyula gibi varlıklarıyla ayırıyordu. Oysa, bir zamanlar ılgınların oraya hangi sebeplerden dolayı ekildiğine dair şüpheler olsa da, coğrafyaya yabancı ve yayılmacı bir ağaç cinsi olmaları, yüksek yangın riski taşımaları, böcek, fare ve muhtelif kemirgenlerle yılanlar barındırmaları, belediye meclisine yapılmış birçok şikâyete rağmen kesilmemeleri ve bu sayede varlıklarını yıllardan beri serpilerek sürdürmeleri, ortada bir zorlama olduğunun ispatıydı.
Siyahlar evlerinin arka bahçelerini mütemadiyen temizlemelerine rağmen ılgınların döküntülerinden kurtulamıyor, kimisi havuzunun bakımını sürdüremeyip hevesinden vazgeçmek zorunda kalıyordu. Üstelik koyu yeşil renkte dimdik yükselen ılgın “seddi” yüzünden manzaranın yarısı adeta yok oluyor, siyah ahali evlerinin arkasındaki muhteşem dağ sırasının, bilhassa gün batımı renkleri patladığında palmiyelerle süslü muhteşem silüetinden yararlanamıyordu. Zaten senelerden beri esas mesele, tamamı beyazlardan müteşekkil belediye meclisi en başta olmak üzere kentin siyahlara yönelik kronikleşmiş ırkçılığını inkâr etmesi, golf oynayanlarla hemen bitişiğindeki villalarda oturan beyaz varsılların, siyahların mütevazı yaşam alanlarını görmek istememesinden dolayı kılını kıpırdatmamasıydı.
Kökleri coğrafyanın kadim halklarına yönelik zulme kadar uzanan lanetli bir maziyle karşı karşıyayız aslında. Güçlünün zayıf olanı zorla yerinden ederek bitmek tükenmek bilmeyen tamahıyla ona düzgün yaşam hakkı bile tanımaması, mülkiyet imtiyazının ancak belirli bir zümreye ait görülmesi ve bu düzenin olduğu gibi devam edebilmesi namına hiçbir şeyden sakınılmaması yalnız ABD’de değil, tüm gezegen çapında tanıdık bir dinamik değil mi?
Bir zamanların “efsanevi” Hollywood starlarının alakasına da mazhar olmuş Kaliforniya eyaletindeki Palm Springs’in çöl estetiğiyle seyirciye seslenen Irkçı ağaçlar (Racist trees) adlı belgesel bizi coğrafyanın kanlı geçmişine kadar götürüyor. Yönetmen hanesinde Sara Newens ile Mina T.Son adlarını gördüğümüz, dünya prömiyerini Kasım ayında IDFA’da gerçekleştirmiş ve geçtiğimiz haftalarda Palm Springs Uluslararası Film Festivalinde gösterilmiş belgeselde kadın dokunuşunu hissedeceksiniz.
Meseleyi gayet eğlenceli, renkli ve oyuncaklı biçimde işleyen 2022 ABD yapımı 85 dakikalık film ayrımcılık ve ırkçılığın, aleni bir şekilde yaşanmasının artık ayıp sayıldığı ücra bir diyarda bile sessiz ve derinden yoluna devam ettiğini gözümüze sokuyor. Zaten silah endüstrisine teslim olan ve şiddetten kurtulamayan ülkede bilhassa polisin siyahları katletmesinin sonu ne yazık ki bir türlü gelmiyor.
Kadim halk yerinden ediliyor
İsmini taşıyan müzik festivaliyle gün geçtikçe daha çok tanınan, Colorado çöllerindeki kavurucu Coachella vadisinde olsak da günümüzdeki adıyla Palm Springs, şifalı sularıyla asırlardan beri Cahuilla yerlilerinin belirli bir refahla yaşamış olduğu bereketli bir diyar olarak biliniyor. Fakat Avrupalılar’ın bölgeye hâkim olmasıyla yerlilerin yerlerinden edilip ve rezervlere mahkûm edilmesi de ayrıntılarıyla bilinen acı bir gerçek.
Agua Caliente Indian Reservation adıyla anılan bu alanda beyazlara hizmet edenlerin geleneksel olarak bir arada yaşatıldığı Section 14 (14. Mıntıka), siyahlardan, Latin Amerikalılar’dan, Çinliler’den, Japon ve Filipinliler’den müteşekkil bir ahali barındırıyordu. Fakat Palm Spings’in sunduğu imkânların farkına varıldıkça bölgeye beyaz göçü artmış, emlak piyasası coşmuş, yerleşim merkezi genişledikçe 14. Mıntıka göze batar olmuş. Günümüzde Palm Springs’in göbeğinde kalan bölgede 50’lerdeki acımasız “soylulaştırma” namına muhtelif tacizler başlamış, evlerini bırakıp gitmek istemeyenler direndikçe evleri ateşe bile verilmiş; bölgenin sakinleri çareyi başka mıntıkalara göç etmekte bulmuş, sağa sola dağılmış.
Irkçı ağaçlar belgeselinin kahramanları olan siyahlar da o dönemin yadigârları ve siyahların mülk sahibi olmalarının bir tabu sayıldığı dönemde iyiliksever Lawrence Crossley’nin bilhassa ırkdaşları için kurduğu mucizevi mahallenin sakinleri.
Eskiden Yahudilerin ve siyahların girmesi yasak olan yanıbaşlarındaki golf sahası bir zamanlar hiçliğin ortasında kalsa bile, onun etrafı da zamanla iskân edilmeye başlamış, dolayısıyla siyahların hayatlarını ılgın bariyerlerinin arkasında yaşamaya devam etmeleri münasip görülmüş. Siyahların en yukarıda belirtilen argümanlarla belediye meclisine şikâyetleri kifayetsiz sayılmış, golf toplarının bahçelerine düşmemesini bir şans olarak değerlendirmeleri salık verilmiş, ancak The Desert Sun gazetesinden Corinne Kennedy meseleyi sansasyonel bir yazısına konu edince “Irkçı ağaçlar” yalnız ABD’de değil, okyanus aşırı ülkelerde bile bilinir, konuşulur, tartışılır olmuş. Mevzunun dar bir çerçeveden çıkıp birilerini rahatsız etmeye başlamasının müsebbibi gazeteci Corinne, başarısının haklı gururu içinde belgeselcilere gayet ojektif bilgiler aktarıyor.
Emlak terörü
Film boyunca emlak cambazlıkları hususunda da tabii ki bilgilendiriliyoruz. ABD’de klasik olarak, aynı mahallede de yaşasalar, siyahlarla beyazların oturduğu bloklar birbirinden tren raylarıyla, geniş caddelerle, bizim ılgınlar gibi bariyerlerle birbirinden ayrılıyor, fiyatlar iki yakada mutlaka birbirinden çok farklı oluyor. Zaten Palm Springs’de de siyahların en çok korktuğu olası senaryo, ağaçların kesilmesiyle evlerinin bir anda değer kazanması ve evlerin satılmaya başlamasıyla birkaç nesildir devam eden mahalle dokusunun bozulma ihtimali.
2003 yılında ev alarak yanlarına taşınmış olan beyaz ırkın nadide temsilcisi Trae Daniel işi ılgın bariyerini Berlin Duvarına benzetmeye vardırsa da emlakçı olması yüzünden ağaçların kesilme kampanyasındaki sözcülüğü daima şüpheyle karşılanıyor.
Fakat mühim olan, ılgınlar savaşı sonucunda ırkçılıkları dünya çapında konuşulanların, 14. Mıntıkadan ahalinin zorla çıkarılması hakkında 2021’de özür dilemesi ve belediye meclisinde, cebren kovulmuş olanlarla zürriyetlerine tazminat ödenmesine dair tartışmaların başlamış olması.
Ne diyelim, darısı başımıza! (RL/AS)