AKP iktidarı tehlikeli sulara yelken açmış, gidiyor. Bu gidişat, pusulayı şaşırmaktan değil, tersine bilinçli bir iradenin sonucu. Epeyi bir zaman önce Başbakan Erdoğan’ın dili, bunun ipuçlarını veriyordu. Son iki yıldır artık ipuçlarını değil, bizatihi varlığını görmeye başladık. Özellikle Gezi direnişiyle birlikte Başbakan Erdoğan’ın (dolayısıyla AKP’nin) zihniyet dünyası, bütün kimyasıyla ortaya saçıldı.
AKP’de eklektik bir siyasal yapı olmakla birlikte, partinin ana damarını milli görüş cenahı oluşturmakta. Dolayısıyla partiye siyasal rengini veren bu görüşün merkezinde ise, esas olarak İslamcı ve bu bağlamda Yeni Osmanlıcı bir kimlik anlayışı yer almakta.
İktidarın dilindeki “Biz” ve “Onlar” ayırımı, işte bu İslamcı (Osmanlı ve Cumhuriyet’e göre de Sünni İslam) kimliğine göre tasnif edilmekte. Erdoğan’ın dilinde sürekli bir millet kavramı var. Osmanlı’da da olduğu gibi millet anlayışında toplum, Müslümanlar ve gayrımüslimler olarak tasnif edilir. Müslümanlar birinci sınıf, diğerleri ikinci, üçüncü, beşinci sınıf olabilir.
Peki, hangi Müslüman?
Müslüman olmak da yetmiyor; elbette ki Sünni olacak; yetmez, Hanefi olacak; yetmez, iktidara biat edecek!
Bireyin olmadığı millet anlayışı farklıkları yok sayar, herkesi bir kimlik adına eşitler ve cemaatçi bir yapısallığın daha büyük boyutlusudur. Bireysel farklılıkların olmadığı böyle bir yapıda tek tek ‘şahıslar’, sürekli bir edilgenlik konumundadır. Kemalizm’in “İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz” diyen anlayışıyla “Hepimiz Müslüman’ız ve kardeşiz” diyen anlayışın ortak noktasını, farklı renklere ve çoğulculuğa tahammülü olmayan iktidarların tek tip toplum projesi anlayışı oluşturur.
Başbakan Erdoğan sürekli “Benim milletim” diyerek bir yandan İslami kimliğe vurgu yaparken, bir yandan da bireyi ve onun haklarını yok sayıyor. Böyle yaparak aynı zamanda birey hakları temelindeki demokratik uygulamaların üstünü örtüyor; demokrasi taleplerini somuttan uzaklaştırarak, millet hakkı gibi soyut, genellemeci bir alanda etkisizleştirilmesini sağlıyor.
Ötekileştirici dil ve toplumsal yarılma
Uzun bir dönem milliyetçi kimlik merkezli “Biz” ve “Onlar” ayırımı varken, AKP iktidarıyla birlikte, İslamcı kimlik merkezli yeni bir “Biz” ve “Onlar” ayırımı yapılmakta. Demokratik olmayan bütün iktidarlar, biz ve onlar ayırımını meşrebine uygun (Irk, etnisite, din, mezhep, ideoloji vb) kimlik merkezi üzerinden yaparlar.
Toplum derin bir yarılma ve iki merkezli bir karşıtlık yaşıyor. Daha doğrusu bu durum, iktidar tarafından topluma dayatılmış vaziyette. AKP, kendini İslam merkezli kimlik üzerinden “Biz” olarak konumlandırırken, diğerlerini de “Onlar” olarak konumlandırıyor. Millet lafızlarına uygun düşen bu kategorizasyon üzerinden yapılan siyaset, aynı zamanda ve şimdilik AKP değirmenine de su taşıyor. Çünkü buradaki hinlik, bir yandan AKP karşıtlığını İslam karşıtlığı üzerine tahvil ederek hedef şaşırtmaya yararken, diğer yandan da AKP’ye muhalif olan çeşitli siyasi yapıları aynı kaba koyarak, darbecilik yaftasıyla kolayca bertaraf etmeye çalışıyor.
AKP iktidarının dış politikasının merkezinde de bu İslamcı siyasal zihniyet ve Yeni Osmanlıcılık yatıyor. Örneğin olimpiyatların İstanbul’a verilmemesi üzerine Başbakan Erdoğan, “Bir buçuk milyar İslam âlemini dışladılar” diyerek, “Biz” ve “Onlar” ayırımını uluslararası bir mecraya taşımakta.
Ancak AKP’nin İslamcı kimlik merkezli politikaları içerde revaçta iken, dışarıda iflas etti. Çünkü dış politik alanda başka ülkeler ve bir yığın başka faktörler var. Dolayısıyla ortalığı kahraman polisinin gazına boğamıyor!
Ortadoğu’da Türkiye’nin ağabeyliğinde (Osmanlı hegemonyasının yumuşak ifadesi) Sünni bir İslamcı gövde oluşturmayı amaç edinen AKP, ülkeyi büyük risklere açık hale getirdi. Kendi kendine Sünni İslamcılığın sancaktarlığı görevini veren AKP, Suriye’de İslamcı teröristlere açık destek verecek kadar bir batağın içerisindedir. Başbakan Erdoğan’ın Suriye’ye askeri müdahale talepleri dışarıda yeterince alıcı bulamayınca, dış politikasının altı iyicene boşaldı. İslamcı matrislerde yapılan dış politikanın kitlelere yönelik bir propaganda olmasının ötesinde bir esamisi yok. Yeni Osmanlıcılık anakronizmi ise, bir dış politika taktiği olmanın ötesinde anlam kazanamadı, kazanamazdı da.
Başbakan Erdoğan’ın İslami referanslı söylemleri, yalnız söylemde kalmıyor. Yasalara yansıyan ve daha başka alanda uygulamaları olan bu toplum mühendisliğinin, diğer toplum mühendisliklerinden (Kemalizm, BAAS’çılık, dinci şeriatlar, faşizm, totaliter sosyalizm vb) yöntem olarak farkı yoktur. Mühendis Erdoğan, devletin her türlü imkânını “Biz”ine sunarken, devletin her türlü şiddetini de “Onların” üzerine boca ediyor.
İktidarın “biz” ve “onlar” ayırımını yaparak toplumu bölmesi, bir insanlık suçuna yol açacak kadar tehlikeler barındırıyor. Taraflar gittikçe birbirlerinden nefret ediyorlar.
Gezi direnişi sırasında kendi seçmenini kastederek “yüzde 50’yi zor tutuyorum” diyecek kadar şiddete davetiye çıkaran Başbakan Erdoğan’da, “Onlar” diye ayırdıklarına karşı oluşmuş olan bir nefret ve kin birikimi var. Belirtelim ki, muhalefetin geniş bir kesiminde de iktidara karşı (Özellikle Erdoğan’a) aynı kin ve nefret var. Birbirini tetikleyerek yarılmayı artıran bu tehlikeli durumun çözümü, başta AKP iktidarının sorumluluğundadır.
Sonuç olarak AKP, vesayet rejimini geriletip etkisizleştirerek genişlettiği demokrasiyi, yine kendisi tarafından inşa ettiği otoriteryan iktidarıyla daraltmaktadır. Bu da AKP’nin devleti değiştirmekten çok, onu ele geçirdiği anlamına gelir. (HŞ/HK)