2006 14 Eylül'ünde tutuklanıp, Gebze Hapishane'sine geldiğimde tanışmıştım Gule ve Xece'yle...
Ne Gule'yi ne Xece'yi nede A-8'in diğer sakinleri Muhabbet, anne Arzu ve Arda bebeği tanıyordum.
Ama hapishanede hücre ya da koğuş kapısı açıldığında; gülümseyen, sevgi dolu birileri / kadınlarca karşılanmak, o koşullarda insanda harika, müthiş duygular yaratıyor!
Kapı ağzında merhabalaşıp, birbirimizle tanıştıktan sonra; hapishanelerde gelenek olan ve ilk tutuklananlara yapılan oyunun da, baş aktörlerinden bir yapıvermişlerdi yeni arkadaşlarım beni...
Arda bebekle birlikte beş kişi olan koğuş sakinlerinin sayısı bir anda on bire, birkaç gün sonrada on üçe çıkmıştı.
İnsanın hapishanede, daha doğrusu zor zamanlarda kurduğu dostluklar, arkadaşlıklar her daim bir başka olur, oluyor...
Beton ve demir yığınlarının ortasında, bir avuç gökyüzünü...
Havalandırmada betona inat başını kaldıran bir yabani otun güzelliğini...
Kış boyunca plastik kovalarda biriktirdiğin meyve ve çay atıklarında yaptığın toprağa ektiğin bir limon çekirdeğinin ya da sarmaşığın, akşamsefasının baharda yeşerip kaldırışını...
Akşam olup da havalandırma kapısı kapandığında, üst kat penceresinden çirkin beton duvarların üzerini kaplayan nato tellerinin çevirdiği bir avuç gökyüzünde gördüğün bir yıldızı, ayı...
Mazgaldan uzanan mektup demetinden her birimizin payına düşen ak zarfların içinden çıkan sevinçleri, kederleri...
Görüş günlerinin o cıvıltılı hengâmesini...
Öncesi, yaşama dair iyisiyle-kötüsüyle, sevinciyle-kederiyle her şeyi paylaştığın koğuşdaşlarınla dostluğun da arkadaşlığında bir başka olması bundandır!
O zamanlar A-8'in sevgilisi olan Arda bir buçuk yaşlarındaydı.
Her birimize kendi dilinde seslenirdi Arda.
Ve koğuştan en çok sevdiği kişi Gülizardı.
Koğuşdaşları ona Gule derken, Arda Cücü diye çağırıyordu.
Arda'nın bu hitabı / seslenişi çok hoşuma gittiği için, ben de Gülizar'ı hep Cücü diye çağırırdım, çağırıyorum.
Bu durumu bilmeyenler olunca, önce Gule diyorum; onu da bilmeyenler çıkarsa Arda'yı anıp, Gülizar'ı kastettiğimi söylüyorum.
Hatice'de koğuşdaşlarının Xece'si, Arda'nın da aba Hatçe'siydi...
A-8'deki tutsaklığıma eklenen günlerle birlikte; dostluğumuzun arkadaşlığımızın, kız kardeşliğimizin temeli olan paylaşımlarımızda arttı, büyüdü.
Her birimizin tutsaklık öyküsü, duruşmalara gidiş-gelişlerimi, paylaşımlarımız nedeniyle...
Savcının her defasında, duruşmaya tahliye olma beklentisiyle gitmenin ve "suç vasfı, delil durumu" şablon cümlelerini tekrarlayıp "tutukluluğun devamına" demesinin!
Haksız yere tutuklanan ve yıllardır hapishanede kalan Xece'nin, ailelerinin yaşadıkları hayal kırıklıklarının nasıl bir şey olduğuna yıllarca tanıklık ettim...
Cücü'nün esas hakkında savunmasını hazırlarken ki, halim, halimiz...
Gülizar ve ailesine yıllarca yaşatılan adaletsizliğe isyanımız, hakikatten görülmeye değerdi!
Bir sonbahar günü mazgala çağrılıp, hazırlanmam söylendiğinde hepimiz neye uğradığımızı şaşırmıştık.
Benim başka bir hapishaneye sevk olmanın tek güzel yanı; bu yolculuğa sevgilim İbrahim'le birlikte çıkıyor olmamdı.
Dört yıl geçirmiştim A-8'de...
Saatler, günler, gündüzler, haftalar, aylar ve yılları paylaşmıştım...
O zamanki koğuşdaşım, arkadaşlarımla vedalaşırken, yaşadığımız ve paylaştığımız güzellikleri yanıma alıp, kapıdan çıkmıştım.
Onlardan da güzellikleri saklayıp, korumalarını istemiştim.
Sonra Kandıra'da kaldığım on dokuz ay boyunca, mektuplarla ulaştı özlemlerimiz bir birimize.
Cücü ve Xece'nin sona doğru yaklaşan duruşma haberlerini merakla, heyecanla takip ettim...
Hep eninde sonunda adaletin tecelli edeceğini ve iki arkadaşımın tahliye haberini alacağımı umut ettim, bekledim!
4 Mayıs 2011 günü duruşmada güzel bir haber çıkar diye radyo haberlerine kilitlemiştim kendimi...
O zamanlar sekiz kişilik koğuşları 12 kişiye çıkarabilmek için ranzaları pencereler ancak aralanabilecek kadar yakına monte ettiklerinden haberleri havalandırmada tespit ettiğim bir noktada ayakta dikilerek dinleyebiliyordum.
Bardaktan boşalırcasına yağan yağmura aldırış etmeden akşam haberlerini dinlemek için havalandırmaya çıktım.
Daha haber bülteninin başında, haber spotlarında yağdırılan cezaları duyunca...
Ağzımdan çıkan "lanet olsun" sözlerime eşlik eden gözyaşlarımı yağmura katıp...
Uzaktan-yakından hakikaten hiçbir ilgisi alakası olmadığı halde bu iki kadını sekiz yıl hapiste yatırıp, uğradıkları haksızlık, adaletsizlik, en güzel yıllarının çalınması yetmezmiş gibi...
Bir de müebbet hapis cezasına çarptırılmaları bir cinayet değil de nedir ki?
Bir insanı öldürmek, katletmek için ille de elinize bir bıçak ya da ateşli silah almanız ve onu fiziken yok etmeniz gerekmez!
Bu coğrafyada özellikle de siyasi davalarda Terörle Mücadele Kanunu (TMK) kapsamında sayısız hukuk cinayeti işlendiği bilinen bir gerçek.
Taş atan çocuklara bile onlarca yıla varan cezalar verildi, veriliyor.
Bu ülkenin hapishanelerinin gazeteciler, avukatlar, öğrenciler, Kürt siyasetçiler, aydınlar, devrimci ve sosyalistlerle dolu olduğunu burada uzun uzun tekrar etmek gerekmiyor.
Siyasi bir tutsak, TMK mağduru bir gazeteci olarak bütün bunları çok iyi biliyorum.
Bunları bildiğim kadar Gülizar Erman ve Hatice Duman'ın tanığı olduğum uğradıkları hukuk cinayetini de çok iyi biliyorum.
Gülizar 1973 Bingöl doğumlu. Ailesiyle birlikte İstanbul'a göç edip, Tuzla İlçesine yerleştiklerinde 7-8 yaşlarındaymış. İşçi bir ailenin altı çocuğundan biri. Ekonomik nedenlerden dolayı ilkokulu ancak bitirebilmiş. Çok küçük yaşlarda çalışmaya başlamış. 19 yaşında da Tuzla Organize Sanayi'de işçilikle devam etmiş hayatı. Ta ki 9 Nisan 2003 tarihinde gözaltına alınıp, tutuklanıncaya kadar.
O gün işten yeni gelmiş evlerinin etrafı polislerce sarılıp, arandığında.
Dosyadaki polis ev arama tutanağına göre, evde herhangi bir şey bulunmamış.
Ama arama bitip, arama tutanağını babasına imzalattırdıktan sonra polis, Gülizar'ın kendisiyle birlikte İstanbul Terörle Mücadele Şubesi'ne (TMŞ) kadar gitmesi gerektiğini söylemiş.
Güle'nin bir süre önce ayrıldığı deri fabrikasına teknikeri olarak giren ve bu vesileyle tanıştığı A.R.K isimli bir şahsı tanıyıp tanımadığını sormuşlar.
O da tanıdığını söylemiş. Bunu nereden ve nasıl tanıdığına dairde açık açık ifade etmiş. Zaten polis de bu şahısla ilgili eve gelmiş.
Bu nedene kaygılanmadan hazırlanıp, polislerle birlikte gitmiş.
O güne kadar hiçbir yasadışı fiili olmadığı, kendinden çok emin olduğu için, emniyette durumun açığa ve evine, ailesinin yanına döneceğini düşünmüş...
Fakat götürüldüğü TMŞ'de ne A.R.K isimli tanıdığı şahıs ne de başka bir tanığı varmış! .
Hatice'yle de tutuklandıktan sonra tanışmış.
Polis ısrarla Rami'de bir banka soygununa, Maltepe'de de bir dövizcinin içinde silahının olduğu bond çantanın gaspına katıldığı yönünde ifade imzalatmaya çalışmışlar.
Orada gözaltında bulunan ve bu ve başkaca silahlı eylemlerin faili olduğu iddia edilen bir şâhısa Gülizar'ın nüfus cüzdanını göstererek, o iki soyguna katıldığı ileri sürülen kadınlardan birinin Gülizar olduğu doğrultusunda ifade imzalatmışlar.
Savcılıkta bu şahıs ifadesinin işkence altında aldığını belirtip, ifadesini değiştirse de polis işkence altında aldığı ifadeye dayanarak fezleke hazırlamış.
Savcıda her zaman olduğu gibi bu fezlekeye dayanarak iddianameyi yazmış!
Beşiktaş 12. ACM'de ne Gülizar'ın ifadesini.
Ne tanık beyanlarını.
Ne avukatın savunmasını.
Ne de iddia edilen o iki tarihte de Gülizar'ın işyerinde olduğuna dair resmi belgeleri; Alman-Türk ortaklı işyeri satış müdürünün bizzat mahkemede tanıklık yapmasını dikkate almış!
Sekiz yıl boyunca savcı dosyaya iddialarla ilgili tek bir kanıt koymadığı, dosyada en başından itibaren gözaltında, Gülizar'ın hiç tanımadığı halde işkence yoluyla polisin istediği doğrultuda ifadeyi imzalayan şahsın bu ifadesinden başka hiçbir kanıt olmadığı halde tutukluluğunun dokuzuncu yılında Gülizar'a müebbet hapis cezası verildi!
Bu dosyada hukuk cinayetine uğrayan diğer kadın Hatice Duman'ın öyküsü de şöyle:
Hatice 5 Nisan 1974 Malatya doğumlu. Ekonomik nedenlerden dolayı ailesi Antep'e taşınmış. İlkokul ve orta öğrenimini Antep'te tamamlamış. 1996 yılında Trakya Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu Makine Bölümü'nden mezun olmuş. Aynı yıl Atılım Gazetesi'nde muhabir olarak çalışmaya başlamış. 1997 yılında da gazetenin yazı işleri müdürlüğünde görev almış.
Kendi durumunu:
"Devlet gerçekleri algılamamamız, görmemeniz ve yazmamamız için bütün baskısını, şiddetini ortaya koydu. Yayınladığımız bütün sayılar toplatıldı, haberi izlememiz engellendi. Fotoğraf makinelerimiz, kayıt cihazlarımız kırıldı. Bilgisayarlarımıza el konuldu. Toplatılan sayılarımıza davalar açıldı. Bu davaların sonucunda yüzlerce yıla varan hapis cezaları verildi. Hapishaneye girmeyi reddettim."
Diye anlatan Hatice, aynı zamanda Türkiye'de muhalif, sosyalist gazeteci olmanın sorunlarına da bir kez daha parmak basmış oldu.
Hatice hapse girmemek için bir süre akrabalarında kalır.
Daha sonra da eşiyle birlikte onu tuttuğu evde yaşarlar.
Ama bu durum uzun sürmez!
9 Nisan 2003 günü akşamüzeri saat 16.00 civarında evleri basılır.
Eşini sokakta gözaltına alan polis, eve de o bildik baskınlardan birini yapar; Hatice'yi de gözaltına alır.
Gözaltına Atılım Gazetesi'nin yazı işleri müdürü olduğu ve bu nedenle verilen hapis cezalarının kendisine tebliğ edildiğin beklerken...
O zamanki eşinin poliste işkence altında verdiği ve polisin hazırladığı ifadeyle Gülizar Erman'ı suç ortağı yaptıkları o iki soygun için aradıkları diğer kadın da Hatice olarak lanse ederler!
Sonrası mı?
Çıkarıldığı savcılıkta savcının ifade almak yerine, elindeki hazırlanmamış ifadeyi önüne koyup; "imzalayacak mısın" sorusuna verdiği yanıtla...
Savcının yerine kalkıp Hatice'nin üzerine yürüyüp, suratına yumruk atması ve yakasından tutup; tartaklayarak, zorla dışarı çıkarması...
Ardından gelen tutuklama...
İddianame, mahkemeler ve Gule'nin yaşadıklarının benzeri bir süreç...
Sonuç olarak; 4 Temmuz 2012'de Kandıra'dan buraya/Gebze'ye sevkle geldikten birkaç gün sonra, Gülizar ve Hatice'nin Beşiktaş 12. ACM'de görülerek müebbet hapis cezasıyla sonuçlanan dosyalarının 12 Eylül 2012 tarihinde Yargıtay 9. dairede görüşüleceği haberini aldık!
Yargıtay savcısının 12. ACM kararının onaylanması talebini de aynı zamanda öğrendik...
Ve o günden beri koğuşça isyanlardayız!
Gülizar ve Hatice'nin bunca yıl haklı olmanın verdiği mutlaka bekleyip de, böylesine akıl almaz bir hukuk cinayetiyle karşı karşıya kalmaları karşısında susup bekleyemezdik.
Kimseden özel bir muamele beklemiyorduk, beklemiyoruz!
Ortada bir hukuk cinayeti vardı ve arkadaşlarımızın hayatlarından çalınan on koca yıl yetmezmiş gibi..
Beşiktaş 12. ACM'nin verdiği müebbet hapis cezası Yargıtay'da onandığında; hayatlarının geri kalan 26 yıl daha çalınacaktı...
Bu nasıl bir şeydi?
Nasıl kabul edilebilirdi bu haksızlık, bu adaletsizlik?
Bütün isyanımız, sorularımız doğru ve meşru olsa da...
12. ACM işkence altında alınan ve gerçekte Gülizar ve Hatice'yle hiçbir ilişkisi olmayan bir ifadeyle kalemi bir kez kırmış bir hukuk cinayetinin altına imzasını atmıştı.
Ve biz en nihayetinde birkaç kişiyiz!
Üzerimize gürültüyle kapattıkları demir kapı ve beton duvarlar ortasında tutsağız...
Yani yapabileceklerimiz çok sınırlı şeyler.
Gülizar Adalet Bakanı Sadullah Ergin'e bir mektup gönderip; Beşiktaş 12. ACM'nin işlediği bu hukuk cinayetini anlattı.
Kendisinden bir hukukçu gözüyle dosyaya bakmasını istedi.
Aile ve Sosyal Güvenlik Bakanı Fatma Şahin'e seslenip; Türkiye'de kadınlar üzerindeki erkek şiddetinin sadece kadınların erkekler tarafından dövülüp, katledilmesi suretiyle gerçekleştirilmediğini, Gülizar'ın dosyasında olduğu gibi, hukuk eliyle de kadınların katledildiğini; bu nedenle bu davaya müdahil olmasını istedi.
Mektuplar muhataplarını ulaştı mı?
Sadullah Ergin ve Fatma Şahin adlarına gönderilen mektupları okudular mı?
Bilmiyoruz!..
CHP İstanbul Milletvekili Melda Onur'a bir dosya verdim; ondan Gülizar ve Hatice'nin uğradığı bu hukuk cinayetine karşı girişimlerde bulunmasını talep ettim.
Hatice ve Gülizar ailelerinin köşe yazarlarını dolaşarak iletmeleri için birer mektup yazdılar.
Bilirsiniz!..
Herhangi bir haksızlığa, adaletsizliğe uğrandığında, basının ilgi göstermesi, bir kamuoyu oluşabilmesi için çok çaba harcamak gerekiyor.
Gülizar'ın anne ve babası Bingöl'den, köyden kalkıp geldiler.
Böyle bir zamanda kızlarının yanında olabilmek için.
Bunca yıl hapishane kapısında onlar da çok şey yaşadılar.
Her duruşmada "tutukluluğun devamı" kararı çıktığında, ringin ardından bakakalmanın nasıl bir şey olduğunu en iyi yaşayanlar bilir, hisseder onlar...
İki arkadaşımızın bir hukuk cinayetiyle göz göre göre beton ve demir yığınına gömülmesine ne aklımız, ne de yüreğimiz elveriyor.
Bu satırları yazarken gözlerimin önünde Gule'nin anne ve babasının bakışları; kulaklarımda "ne yapacağız kızım" diyen sesleri!
Sizlere...
Siz duyarlı insanlara sesleniyorum:
Bu hukuk cinayetinin önüne geçebilmek, Gule ve Hatice'nin yaşadığı bu adaletsizliğin sosyal medyada yayngınlaşması için yazımı köşe yazarlarına göndermenizi ve onlardan bu sorunu köşelerine taşımalarını talep etmenizi, Gülizar ve Hatice'yle dayanışmaya; adalet için ayağa kalkmaya çağırıyorum!
* Füsun Erdoğan, 15 Ağustos 2012, Gebze Kadın Kapalı Hapishane