Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti, kamu yönetimini yeniden yapılandırma doğrultusunda, TBMM'den bazı yasaların geçmesini sağladı. Aynı çerçevede, hazırlık aşamasında bulunan tasarıların varlığı da biliniyor.
Önce, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu kabul edildi ve Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girdi.
Ardından, Kamu Yönetimi Temel Kanunu olarak bilinen ama adı Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun tasarısı olarak değiştirilen tasarı, yürürlük maddeleri bir kenara bırakılarak görüşülüp kabul edildi.
Daha sonra, 5197 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu TBMM'de kabul edilip Cumhurbaşkanına gönderildi. Cumhurbaşkanı, bu kanunu, bir kez daha görüşülmek üzere TBMM'ye iade etti.
Bu arada, 5225 sayılı Belediyeler Kanunu ile 5216 sayılı Büyükşehir Belediyeleri Kanunu Meclisten geçti.
Son olarak, yürürlük maddelerinin görüşülmesi ertelenmiş olan Kamu Yönetimi Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun, 5227 sayılı kanun olarak kabul edildi.
Bu üç kanun şu anda Cumhurbaşkanının incelemesi aşamasında bekliyor. Bunların da, bir kez daha görüşülmek üzere TBMM'ye iade edilmesi olasılığı yüksek görünüyor.
Kamu personel kanunu tasarısı ise henüz hazırlanıp açıklanmış değil.
İdari bir reform
Yasaların gerçekleştirmek istediği reform, bir idari reformdur. Yeniden yapılandırma iradesi, yönetime ilişkindir. Siyasi bir yeniden yapılandırma söz konusu değildir.
Siyasi açıdan, devlet yönetimine yeni bir biçim verilmesi, merkezde toplanmış olan siyasi yetkilerin yerel yönetimlere aktarılması söz konusu değildir. Yasama ve yargı organları merkezde örgütlenmiş olarak kalmaktadır.
Yasaların taşıdığı reform anlayışı, ademi-merkeziyetçi bir anlayıştır. Yönetimin aşırı merkeziyetçi olduğu Türkiye'de, yönetim yetkisi merkezi yönetimle yerel yönetimler arasında yeniden bölüştürülmek istenmekte ve yönetimin örgütlenmesi bu yeni anlayışa uygun hale getirilmeye çalışılmaktadır.
Her şeyden önce, yetkiler önemli ölçüde merkezden yerel yönetimlere kaydırılmaktadır. Burada da, yerindenlik ilkesi (subsidiarité) esas alınmaktadır. Merkezin yetkilerinin azaltılması, merkez örgütünün küçültülmesi sonucunu getirmekte, bazı bakanlıkların taşra örgütleri kaldırılırken merkezi yönetime bağlı bazı örgütler yerel yönetimlere aktarılmaktadır.
Demokratikleşme, şeffaflık ve etkinleştirme
Yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılması, onların yerel ihtiyaçların karşılanmasında "genel yetkili" hale getirilmesi elbette örgütsel yapılarında da değişiklik ihtiyacı doğurmaktadır.
Yetki ve görevlerin yeniden dağıtımı elbette kaynakların da merkezi yönetimle yerinden yönetim kuruluşları arasında yeniden bölüşümü ihtiyacını doğurmaktadır. Yasalar bu konularda da hükümler içermektedir.
Yönetim yetkileri, kaynakları ve örgütüyle yeniden yapılandırılınca, elbette denetim mekanizmalarının da yeniden düzenlenmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Yasalar bu açıdan da bazı yenilikler getirmektedir.
Yasaların önemli bir iddiası da demokratikleşmedir. Karar alma sürecine katılım ilke olarak kabul edilmektedir. Katılımcı demokrasi anlayışının yasalara/tasarılara egemen olduğu iddia edilmektedir.
Aynı çerçevede, yönetimin şeffaflaştırılması ve etkinleştirilmesi de amaçlanmıştır. Yasalar, bu amaçların gerçekleştirilmesi için çeşitli hükümlere yer vermiştir.
Reform Girişimine Yöneltilen Eleştiriler
Hükümetin yönetimin yeniden yapılandırılması tasarılarına ve daha sonra da yasalarına yöneltilen eleştirilerin bir bölümü merkeziyetçi, bir bölümü ise ademi-merkeziyetçi bir bakış açısıyla oluşturuluyor.
Merkeziyetçi yaklaşım
Merkeziyetçi tutumu benimseyenler, reform yasalarında yer alan düzenlemelerin üniter devlet yapısını bozduğunu, idarenin bütünlüğünü ortadan kaldırdığını, vesayet denetiminin yani merkezin yerel yönetimler üzerindeki denetiminin yok edildiğini ileri sürmüşlerdir.
Bazıları, Türkiye'nin içinde bulunduğu koşullarda, merkezin gücünün zayıflatılmasının, yerel meclislerin yetkilendirilmesinin, ülkeyi parçalanmaya götüreceğini iddia etmişlerdir.
İl Özel İdaresi Kanununu TBMM'ye geri gönderirken, Cumhurbaşkanının gerekçeleri de yukarıda sıralananlara benzemektedir.
Üç kanun tek metinle gönderilseydi
Cumhurbaşkanı da, tekil (üniter) devlet anlayışının bir yerel yönetim reformuna uygun olmadığını, kanunda yer alan bir çok hükmün idarenin bütünlüğü anlayışına aykırı olduğunu, vesayet denetiminin yok edilme noktasına götürüldüğünü ileri sürmekte; il özel idarelerine eğitim alanında verilen yetkilerin ise laiklik ilkesine aykırı olduğunu belirtmektedir.
Cumhurbaşkanının geri gönderme gerekçesinde haklı sayılacak nedenler bulunabilir. Temel yasa TBMM'de kabul edilip yürürlüğe girmeden İl Özel İdaresi Kanununun Cumhurbaşkanının önüne gelmesi bazı karışıklıklara neden olmuş görünmektedir.
Önce temel kanunun, ardından öbür kanunların kabul edilmesi daha uygun olurdu. Hatta, bütün bu kanunlar birbirleriyle çok ilintili olduğundan, belki de toplu olarak tek bir metinde düzenlenip Cumhurbaşkanına gönderilebilirdi. Bu olmamıştır.
Öte yandan, Cumhurbaşkanı, bir çok maddenin, yukarıda belirtilen geri gönderme gerekçeleriyle, Anayasa'ya aykırı olduğunu ileri sürmektedir. Bu iddialar tartışılabilir iddialardır.
Hatta, Anayasa Mahkemesi üyesi Sezer'in, bir dava nedeniyle,yasalara konu olan değişikliklere esas olan düşüncelerin, Anayasaya aykırı olmadığı yönünde oy kullandığı ileri sürülmüştür (bkz.: Taha Akyol, Milliyet, 15.07.2004, Hangi Sezer? Hukukçu, Cumhurbaşkanı?).
Elbette, bu denli önemli reformlara girişirken anayasal altyapının hazırlanması çok daha doğru olurdu. Ancak, eleştirilen düzenlemelerin 1982 Anayasası'na aykırılığı iddiası çok da temelli görünmemektedir.
Belki de anayasa değişikliğine girişmeyi siyasal açıdan olabilir görmeyen hükümetin, tasarıları hazırlarken, gereksiz denilebilecek bir çekingenlikle hareket ettiği dahi ileri sürülebilir.
Yasalar, yerel yönetim kademelerinin kurulması ve örgütlenmesinde, il özel idarelerinin yürütme organının seçilmesini öngörmekte çekingen bir tutum sergilemektedir.
Cumhurbaşkanı'nın ve yasaları merkeziyetçi bakışla eleştirenlerin ileri derecede muhafazakar bir tutum içinde olduklarını belirtmek abartma sayılmamalıdır.
Yerelci (ademi-merkeziyetçi) yaklaşım
Kamu yönetimi reformundan yana tavır alanlar, her şeyden önce, bu reformun gecikmiş bir reform olduğunu, mutlaka yapılması gerektiğini savunmuşlardır.
Türkiye'nin bu günkü yönetim yapısı içinde sorunlarını çözmekte aciz kaldığı, halkın yönetime uzak olduğu, sorunların yerinde çözülmesinin demokrasinin gereği olduğu, halkın demokratik katlımı, şeffaflık ve demokratik denetim mekanizmalarının geliştirilmesiyle yönetimin daha etkili ve kaynak kullanımının daha tutumlu olacağı düşünceleri, reformu destekleyenlerin öne sürdükleri gerekçelerdir.
Bu anlayışı savunanlar, her şeyden önce, anayasal altyapının öncelikle oluşturulmasının yararı üzerinde durmuşlardır. Özellikle Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun'un bir tür alt anayasa konumunda olması nedeniyle, hukuk kuralları hiyerarşisinde Anayasa ile yasa arasında bir "temel yasa" kategorisi yaratma ihtiyacı dile getirilmiştir.
Ayrıca, Anayasa'nın yönetime ilişkin tüm maddelerinin elden geçirilmesi, reformun gerçekleştirilmesini kolaylaştıracaktı.
Yerel yönetimsiz toprak kalmasın
Öte yandan, bu anlayışa göre, Yeni bir kamu yönetimi yapısı düşünüldüğünde, kurulacak yeni yapının "demokratik ve etkin" olması beklenir.
Demokratik bir yerel yönetimi, seçme-seçilme hakkının en yaygın biçimde kullanılmasına fırsat veren, yerel yönetim organlarının seçilmesini öngören, yerel yönetim biriminin kurulması aşamasından başlayarak tüm karar süreçlerine halkın ve örgütlü toplumun katılmasına olanak sağlayan, yerel yönetimlerin denetimini demokratikleştiren, bütün bunların olabilmesi için bilgi edinme hakkını güvence altına alan bir yönetim anlayışının kabul edildiği ve gerekli mekanizmaların yaratıldığı, bir yönetim olarak algılamak gerekir.
Etkin bir yerel yönetim yapısı yaratabilmek için ise, yerel yönetim biriminin optimal büyüklüğe sahip olması, yerel yönetimsiz toprak parçasının bırakılmaması, yerel yönetim kademelerinin etkin bir biçimde kurulması, yerel yönetim örgütlerinin özerkliklerini kullanabilir olmaları, örgütlenmelerine ve personeline hakim olmaları, yeterli gelir kaynaklarıyla donatılmaları ve gelir yaratma olanaklarının tanınması, şeffaf bir yönetim yapısının kurulması gibi unsurların gerçekleştirilmesi gerekir.
Yerel yönetimlere ilişkin üç yasa tasarısı bu açıdan incelendiğinde, aşağıdaki noktalar, üzerinde durulmayı gerektirmektedir.
Demokratik Yerel Yönetim
Konuya seçme-seçilme hakkı açısından bakıldığında, seçme hakkı konusunda "genel oy" ilkesinin kabul edildiği görülmektedir. Bu konuda, çok fazla sorun görünmemektedir.
Seçilme hakkı ise önemli toplum kesimleri için sınırlanmış bulunmaktadır. Kamu görevlileri, görevlerinden istifa etmedikçe yerel yönetim seçimlerinde aday olamamaktadırlar. Bu, bir temel hakkın kabul edilemez biçimde sınırlanmış olması demektir.
Görevden istifa şartı
Kamu görevlileri, görevlerinden istifa etmek zorunda kalmadan aday olabilmeli, seçilmeleri halinde istifa etmelerinin gerekip gerekmediği ayrıca değerlendirilmelidir.
Yerel yönetimlerin meclislerine seçilen kamu görevlilerinin, meclis üyeliği ile kamu görevini birlikte yürütmeleri mümkündür ve dünyada çok sayıda örneği bulunmaktadır. Yasalar bu konuda bir çözüme işaret etmemektedir.
Yurttaşın seçme ve seçilme hakkının yanında, yerel yönetim organlarının seçiminin öngörülmesi ve düzenlenmesi de elbette demokrasinin gereğidir.
Vali hem yönetip hem denetleyemez
Oysa, İl Özel İdaresi Kanunu, il özel idaresinin yürütme organının seçimini öngörmemekte, il özel idaresinin yürütme organının merkezi yönetimin ildeki temsilcisi olan vali olduğunu belirtmektedir.
Bu düzenlemenin, demokrasi ilkelerine, yerel yönetimlerin özerkliği anlayışına ve Türkiye'nin de imza altına aldığı Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'na aykırı olduğu açıktır.
Bu düzenlemenin bir başka yanlışlığı, yürütme organı ile denetim organını aynı kişide birleştirmesidir. Vali, merkezi yönetimin ildeki temsilcisi olarak hem bir yerel yönetim kuruluşu olan il özel idaresini denetleyecek hem de onu yönetecektir. Bu, kabul edilmesi mümkün olmayan bir düzenlemedir.
Bu nedenle, il özel idaresinin yürütme organının (başkanının) seçiminin düzenlenmesi, il özel idaresi kanununda valinin yürütme organı olarak öngörülmesine ilişkin tüm maddelerin yeniden yazılması, ilçe kaymakamlarına bu anlayışla tanınan tüm yetkilerin kaldırılması gerekecektir.
Halkın veto hakkı da olmalı
Demokrasi, seçimden ibaret değildir. Seçim kaçınılmaz olarak yapılacaktır, ancak, seçim dışında, yerel yönetimlerin karar süreçlerine halkın ve örgütlü toplumun katılımının sağlanması demokrasinin vazgeçilemez bir gereğidir.
Bu gerekliliğin belirtilmesi yetmez, katılımın mekanizmalarının açıkça yasada öngörülmesi ve uyulmaması halinde uygulanacak yaptırımlara yer verilmesi gerekirdi.
Bu çerçevede, yerel yönetim birimlerinin kurulması, birleştirilmesi, bazı yerleşim yerlerinin mevcut yerel yönetim birimi alanı içine alınması, yerel yönetim biriminin varlığına son verilmesi vb. konularda, ilgili yer seçmenlerinin oyunun alınması zorunluluğu daha açık bir biçimde öngörülmeliydi.
Yerel yönetimlerin karar organlarının alacakları kararların yerel halk tarafından veto edilebilmesi olanağı yaratılmalı ve bunun mekanizması düzenlenmeliydi.
Halk proje önerebilmeli
Yerel yönetimlerin karar organlarına yerel halkın proje önerisinde bulunma olanağı yaratılmalı, bunun ilgili meclis tarafından kabul edilmemesi halinde projenin uygulanabilmesi için halk girişimi mekanizmasının kullanılması usulü düzenlenmeliydi.
İlgili sivil toplum kuruluşları, yerel yönetim birimlerinin ihtisas komisyonlarının doğal üyesi kabul edilmeliydi.
Yerel yönetim biriminde örgütlü memur ve işçi sendikaları, karar organlarında temsil edilmeliydi. Yerel yönetim birimlerinin yönetim kurulu konumunda olan encümenlerde, ilgili ve yetkili sendikaların temsili düzenlenmeliydi.
Denetim mekanizmaları birbirini bütünlemeli
Yerel yönetimlerin demokratik denetim mekanizmaları geliştirilmeli ve düzenlenmelidir. Farklı denetim mekanizmaları birbirinin seçeneği olarak değil birbirinin bütünleyicisi olarak düzenlenmelidir.
Kamu Yönetimi Temel Kanunu tasarısında yer alan kamu denetçisi kurumunun yerel yönetimlere ilişkin yasalarda somutlaştırılması gerekirdi.
Yasalarda öngörülen denetim biçimlerine ek olarak, belirli büyüklükteki yerel yönetim birimleri için, bağımsız denetim şirketleri denetimi düşünülmeliydi.
Seçmenlerin, yerel yönetimin işlem ve eylemlerini denetleyebilmelerinin yolları açık tutulmalıdır. O yerdeki gerçek ve tüzel kişilerin ve tüzel kişiliğe sahip olmasa bile sendika şubelerinin bu işlem ve eylemlerle ilgili dava hakkı açıkça öngörülmeliydi.
Yerel yönetim mahkemeleri kurulmalı
Aynı şekilde, merkezi yönetimin temsilcilerinin yerel yönetimlerin eylem ve işlemleri hakkında dava açma yetkisi açıkça öngörülmeliydi.
Yerel yönetimlere ilişkin olarak açılacak davaların hızla karara bağlanabilmesini sağlamak üzere, bölge idare mahkemelerine bağlı yerel yönetim mahkemelerinin kurulması düzenlenmeliydi.
Yerel hizmetlerin yerel yönetimlerce görülmesi, yerel yönetimlerin temel ilkelerinden birisidir. Bu hizmetlerin çeşitlendirilmesi, kalitesinin artırılması ve verimli bir biçimde görülmesi elbette halkın yararınadır. Bütün bunların yapılması ise, başta belediye başkanları olmak üzere tüm yerel yönetim yetkililerinin çalışanlarıyla yoğun bir işbirliğiyle mümkündür. İşin geliştirilmesi ancak böyle sağlanabilir.
Çalışanların sürece katılımı
Yerel yönetimlerin varlık nedeni, görevlerinin gerektirdiği hizmetleri yerli ya da yabancı özel sektör kuruluşlarına yaptırmak üzere bir aracı rol oynamak değildir.
Oysa, yasaların temel tercihi, yerel hizmetlerin taşeronlaştırılması, şirketleştirilmesi kısacası ticarileştirilmesidir. Böyle bir tercih yerel yönetimlerin varlık nedenine aykırıdır.
Yerel yönetimlerin, hizmetleri verimli ve etkin bir biçimde üretemeyecekleri iddiası; bilimsel olarak da, uygulama bakımından da doğru değildir.
Önemli olan, verimliliğin sağlanması için gereken örgütlenmenin yapılması, karar alma mekanizmalarının geliştirilmesi, yapılabilecek yanlışların düzeltilmesini sağlayacak mekanizmaların öngörülmesi ve çalışanların bu süreçlere katılımının sağlanmasıdır.
Yerel seçmenin ve sivil toplum kuruluşlarının yerel yönetim biriminin işlem ve eylemleriyle ilgili her türlü bilgiye en hızlı biçimde ulaşabilmesini sağlayacak düzenlemeler yapılmalı, bu konuda istisnaya yer verilmemelidir. Bilgi Edinme Kanunu hükümleri , yerel yönetimler bakımından somutlaştırılmalıdır.
Bölgesel yerel yönetim birimi yaratılmalı
Yerel yönetimlerin kademelerinin belirlenmesi, her kademedeki yerel yönetim biriminin asgari büyüklüğünün saptanmasına ilişkin hükümler yasalarda yer almaktadır.
Ancak, bir yerel yönetim birimi olan köy yönetimine ilişkin hiçbir düzenleme girişimi ya da açıklama yapılmamıştır. Köy yönetimi yeniden düzenlenmeyecek midir?
Belediyelerin kuruluşunda nüfus unsurunun artırılması yerindedir.
Kırsal alanın yerel yönetim birimi olarak il özel idaresi düşünülmüştür. İl özel idaresi deyimi, tasarılarda, yerini il yerel yönetimi deyimine bırakmalıydı. Bu ad değişikliği, yerel yönetim reformu mantığına uygun düşmektedir.
Bölge düzeyinde bir yerel yönetim biriminin yaratılmaması büyük eksikliktir. Bazı yerel hizmetlerin bölge düzeyinde görülmesi kaçınılmaz olarak ortada durmaktadır. Bu hizmetleri görecek bir birimin yaratılmaması, yerel yönetim reformunu eksik bırakmaktadır. (Böyle bir düzenleme yapılsaydı, Cumhurbaşkanı ne derdi?)
Üniter devleti parçalamıyor, aksine hala merkeziyetçi
Özerklik, özerk kurumun kararlarını bizzat alıp uygulayabilmesini gerektirir. Bu anlamda, yasalarda, yerel yönetim birimlerinin özerkliğini kısıtlayıcı hükümlere rastlanıyor olması, reform anlayışında bir yetersizliğin ifadesi olarak algılanabilir.
"Üniter devlet parçalanıyor" iddialarının yasaları hazırlayanları olumsuz anlamda etkilemiş olduğu anlaşılmaktadır. Yerel yönetim birimleriyle ilgili olarak, bir çok konuda, İçişleri Bakanlığına, çok da gerekli olmayan yetkilerin verildiği görülmektedir. Yasalar, üniter devleti parçalamak bir yana, hala merkeziyetçiliğin izlerini taşımaktadır.
Özerklik, yerel yönetim biriminin örgüt yapısına ve personeline hakim olmasını gerektirir. Bu konularda, yasalarda, yerel yönetimleri kısıtlayıcı birçok hüküm yer almaktadır.
Bu konularda, İçişleri Bakanlığına, vali ve kaymakamlara birçok yetki verilmiş bulunmaktadır. İçişleri Bakanlığının yetkilerinin kullanılmasına yerel yönetimlerin katılımı düzenlenmemiştir.
Etkinlik gelirle orantılıdır
Örneğin, Bakanlıkça hazırlanacak yönetmelikler için yerel yönetim kuruluşlarının görüşünün alınması bile öngörülmemiştir. Kuşkusuz, mevcut düzenlemeye göre bir ilerleme söz konusudur, yerel yönetim birimlerinin özerkliği güçlendirilmiştir. Ancak, yasalarda, özellikle il özel idarelerinin özerk yerel yönetim birimleri olarak düzenlendiği ileri sürülemez.
Yerinden yönetim kuruluşlarının etkinliği, gelir kaynaklarıyla doğru orantılıdır. Yeterli gelir kaynağı olmayan yönetim birimlerinin etkin hizmet görmesi mümkün olamaz.
Yasalar, yerel yönetim birimlerinin gelir kaynaklarını göstermekte, ancak merkezin topladığı bazı vergilere kesir ekleme yetkisi, belirlenecek alanlarda vergi koyma yetkisi tanınmamış bulunmaktadır. Yerel yönetim birimlerinin özellikle ekonomik alanda etkili olabilmesi için bu yetkilere ihtiyacı vardır.
Görev yerine getirilmezse
Yasalar, yerel yönetimlerde şeffaflığın sağlanmasına ilişkin hükümlere yer vermektedirler. Çeşitli hükümlerde, değişik konularda raporların yazılıp yayınlanması öngörülmektedir.
Ancak, bu raporların görevlilerce zamanında hazırlanmaması, ilgililere zamanında verilmemesi ve kamuoyuna açıklanmaması halinde uygulanacak yaptırımlar düzenlenmiş değildir.
Görevlerin yerine getirilmemesi halinde yaptırım öngörülmemesi genel bir eksiklik olarak dikkati çekmektedir.
Temel felsefe doğru
Örneğin, Belediyeler Kanununda, personelin her türlü alacaklarının zamanında ve öncelikle ödeneceği öngörülmüş, ancak bu ödemelerin zamanında ve öncelikle yapılmaması halinde uygulanacak yaptırım düzenlenmemiştir. Aynı şekilde, sendikaların aidat alacaklarının ödenmesi konusunda da bir düzenleme ve yaptırım yasalarda yer almamaktadır.
Eleştiriler, teknik düzeyde daha artırılabilir. Ancak, tasarıların yönünün, temel felsefesinin doğru olduğu ama eksikliklerinin bulunduğunu söylemek yanlış olmaz.
Sonuç olarak, temel yasayla yerel yönetimlere ilişkin yasalar TBMM'de kabul edilmiştir. Bunlardan birisi Cumhurbaşkanı tarafından, bir kez daha görüşülmek üzere TBMM'ye geri gönderilmiştir. Öbürlerinin de aynı akıbete uğraması mukadder görünmektedir.
Hükümetin yalnızlığı
AKP iktidarının nasıl bir tutum alacağı gelecekte görülecektir. Ancak, belirtmek gerekir ki AKP Hükümeti, bu reformu savunma konusunda yalnızdır.
Merkeziyetçi kesimin radikal muhalefetiyle karşı karşıya bulunurken, yerel yönetim reformunu savunanları yanına almayı başaramamıştır. Çünkü, yasalardaki eksiklikleri giderme yönünde iletilen önerilerin neredeyse tümünü geri çevirmiş, dikkate almamıştır.
Hükümetin önündeki en büyük engel Cumhurbaşkanı değildir. Mecliste sahip olduğu çoğunlukla, yasaları aynen kabul etmesi kolaydır. Anayasa Mahkemesi de değildir, çünkü, anayasaya aykırılık iddiaları çok da geçerli görünmemektedir. Asıl engel, kendisine destek verebilecek toplum kesimlerini yanına almayı başaramamış olmasıdır.(ZÜ/YS)
* Prof. Dr. Zafer Üskül, Boğaziçi Üniversitesi