Hukukun rolünü yerine getiremediği, daha da önemlisi bazı olayların bizzat hukuki süreçler marifetiyle aydınlatılamaz hale geldiği inancının yaygın olduğu bir ortamda, haklı olarak akla ilk gelen, yargılama süreçleri ve faillere verilen cezalar oluyor.
Hele ki, “artık bunda olmaz” denilen olaylarda, örneğin işkence davalarında, Sivas katliamında, Hrant Dink cinayetinde olduğu gibi her gün gündemde olan ve herkesin gözünün üstünde olduğu vakalarda deliller kayboluyor, zamanaşımı süreleri doluyor, failler bulunamıyor, bulunanlar çeşitli indirimlerden yararlanarak cezadan kurtuluyorsa, insanların sürekli “yargılamalar etkili hukuki müdahalelere olanak verici nitelikte olmalı, cezalar caydırıcı olmalı” talebini tekrar etmeleri çok önemlidir.
Kamu vicdanını derinden sarsan suçların, özellikle de faillerinin bazı kamu görevlileriyle ilişkilerinin bulunduğu konusunda şüphe duyulan olayların aydınlatılması, gerçek faillerinin bulunması ve bunların cezalandırılması, gerçekten pek çok değişimin önündeki engeli kaldırma potansiyeline sahip önemli bir yenilik olacaktır ve Türkiye’nin buna acilen ihtiyacı bulunmaktadır.
Adalet mekanizması bir terbiye aracı olabilir mi?
Adalet mekanizmasının asli işlevi faillerin bulunması, adil yargılanmanın sağlanması ve kamu vicdanının rahatlatılmasıdır. Ancak bu mekanizmayı bir terbiye aracı olarak kullanabilir miyiz, o konuda biraz düşünmeliyiz.
Eğer çözülmeye çalışılan sorun toplumun geleneklerine aitse, yerleşik değerlerden kaynaklanıyorsa, bütün hücrelerin içine işlemiş bir bakış açısının ürünüyse, o zaman sadece yargıdan ve cezadan medet ummak ya bir çaresizlik ya da bir kaçış göstergesidir.
Rakel Dink hepimizden önde gidiyor
Hrant Dink cinayeti, herkesin dile getirdiği gibi bir toplumsal hoşgörüsüzlüğün izlerini taşımaktadır, sadece bundan ibaret olmasa bile, o bahçeden beslenmektedir. Bu toplumsal değerleri üreten, yeniden üreten ve dağıtan sistemler üzerinde kapsamlı bir eleştiri ve çözüm önerisi geliştirmeden bu sorunların çözüleceğini düşünmeyi hiç de mümkün göremiyorum.
Bence bu konuda hepimizden önde giden kişinin Rakel Dink olması çok anlamlı. O yüzden de bizim onun gösterdiği hedefi ıskalayarak onu yalnız bırakmaya hakkımız olmadığını düşünüyorum. Çünkü, “bir bebekten canavar yaratanların” bu davalarda hesap vermesine olanak yok.
Sadece silahı kullananı değil, onu azmettireni, hatta en büyük azmettirici kişi veya kurumu bulsak bile “bir bebekten canavar yaratanı” bulmuş olmayacağız. Onları bulmanın, yargı makamları önüne çıkarmanın ve cezalandırılmalarının sağlanmasının önemini küçümsemiyorum ama, yeni kanların akmasını engelleyecek mi, onu bilmiyorum. İşte Vakıflar Kanunu gözümüzün önünde, 301. madde ve diğerleri.
Bu toplumda; insanlar birbirlerini taciz etmekten, kendisi gibi düşünmeyeni öldürmekten, ölümle tehdit etmekten, ırk, din, mezhep ayrımcılığını körüklemekten cezaların korkusuyla geri duracaksa, hiçbir zaman kendimizi barışın güvenliği ortamında hissedemeyeceğiz demektir.
Failleri cezalandırmak yetmiyor
Faillerin bulunup cezalandırılması, hem adalet için hem barış için, hem gidene borcumuzu ödemek, hem kalanları korumak için alternatifsiz bir şart. Ama benzerlerinin tekrarlanmaması için, sadece bu sonuca güvenemeyiz.
Hrant Dink’in ölüm yıldönümünde artık faillerinin cezalandırılması talebiyle birlikte, kalıcı çözümler için toplumsal bir hareketi başlatabiliyor olmamız gerekir. Böyle bir olaydan sonra sadece failleri bulun ve cezalandırın talebiyle yetinmek, bunun arkasına sığınarak sorumluluklarımızla yüzleşmekten kaçınmak demektir.
Ya toplumsal sorumluluk?
Medya hiç özeleştiri yapmadan unutup gidecek mi bu olayı; eğitim sistemimizi sorgulamadan, yasalarımızı gözden geçirip, ayrımcı düzenlemeleri veya ayrımcılığa ya da kin ve düşmanlığa neden olan düzenlemeleri temizlemeden ve bunların tekrarlanmasını önleyecek yasal düzenlemeleri yapmadan bir yıl daha geçirebilecek miyiz? Bu sonuçlarda sorumluluğu olan politikalara bakmadan ve bu politikacılardan bunun hesabını sormadan gerçekten hesabını görmüş olacak mıyız bu davanın? Bu kadar önemli kayıplar sonrasında bile oturup sistemin sorgulanmasını sağlayamıyorsak, kendimizi masum sayabilecek miyiz?
Hâlâ bu işte hukuki sorumluluk perdesi tam olarak açılamadı ama, toplumsal sorumluluk perdesi de aralanmış değil. Gerçek faillerin bulunamaması elbette bu toplumsal durumun bir yansıması ama, o perdeyi açtığımızda altından sadece karanlık güçler çıkmayacak.
O perdeyi açınca altından bugüne kadar bu ülkede ayrımcılığı körükleyen politikalar, eğitim sisteminde neler olup bittiği ile ilgilenmeyen, ayrımcılığın dilimize nasıl yerleştiğine dikkat etmeyen, ayrımcılığı şiar edinenleri baş tacı eden yöneticileri döne döne seçen bizler çıkacağız.
Yüzleşme cesareti ve değişimi alevlemek
Bu kadar büyük bir kayıp sonrasında bile yeniden yapılanma sürecine yönelik güçlü bir toplumsal hareketin başlayamamasının ardında, sadece hukukun zaafları olduğunu düşünmüyorum. Böyle bir sorgulamanın karşımıza çıkaracağı gerçeklerden hep birlikte kaçıyoruz.
Hrant Dink’i anarken ona, eşi ve çocuklarına karşı ama aynı zamanda kendimize karşı sorumluluklarımızı yerine getirmek için yüzleşme cesareti bulup, bu sonuca sebebiyet veren sistemi topyekün tartışmaya açarak, bu alanda olanları izleyerek ve değerlendirerek, öneri geliştirerek ve talep ederek değişimin fitilini alevlememiz gerekir. (SA/TK)