Oyun kurucu, fikir geliştirici, plan yapıp akranlarımıza göre birkaç adım öne çıkabilir, hatta muktedir olabiliriz. Ama kazanımların ardından, yoğunluğu artan düşünceler kafamızı ağırlaştırdıkça her yeni günde o denli kamburlaşır bedenimiz. Yorgun zihinler bedeni ağırlaştırır.
Diğer canlılar doğaya egemen olacak kadar akıl yürütemediklerinden veya sınırlı zekâlara sahip oldukları için insana kalmıştır iktidar olmak. Doğanın güçsüz olan, henüz ondan pay alamamış ortakları, insan türünün doyumsuz ihtiyaçlarının parçalarıdırlar. Beklenen trajik gün gelene kadar, düşünce geliştirememenin konforu ve hafif ruhlarıyla mutludurlar. Ne güçlü kanatları ve kasları, ne suyun ve toprağın altı koruyamaz onları doğanın muktediri olan insanın türünün gazabından.
Tüm hayvanların gözümüzde masum olmalarının sebebi düşünme ve akıl yürütme becerilerinin sınırlı olmasıdır. Çünkü iyi veya kötü niyetle yapılan fiillerin ayracı aklın muhasebe yetisidir. İnsan türünün, doğanın diğer paydaşları arasında empati kurması amacıyla kitaplar yazıldı, filmler gösterime girdi, oyunlar sahnelendi. Bunlar, düşünebilme kabiliyetinin Adem’in ve Havva’nın çocuklarına, birlikte yaşadıkları diğer canlılar üzerinde egemen olma hakkını vermediği konusunda bizlere farkındalık oluşturan sanat ve edebiyat yapıtlarıydı.
Yine edebiyat ve sanat empati yeteneğimizi geliştirmemiz için bize yol göstermişti. Pierre Boulle’un roman olarak kaleme aldığı “Maymunlar Gezegeni” adlı, bilim kurgu klasiği kitabının ilk sinema uyarlaması 1968 yılında Charlton Heston’ın başrolünü oynadığı filmle beyaz perdeye yansımıştı. Akabinde izleyicilere ‘Dünyayı barış ve sevgi kurtarır’ sosyal mesajını veren Rise Of the Planet Of The Apes (Maymunlar Cehennemi) filmi gösterime girdi.
2000’li yılların başında San Francisco'da, Alzheimer hastalığına çare bulmak gayesiyle maymunlar üzerinde yapılan zekâ gelişim testlerinin sonuçları incelenir. Amaçlananın dışında neticeler ortaya çıkar. İnsanlarla, akıl yürütme gücüne sahip olmuş maymunların arasında savaş kaçınılmaz olur. Çok önemli bir figür haline gelen, Wild Rodman (JamesFranco) etrafında gelişen filmler serisinin ilk bölümü gürültü koparan bir ilgiyle izleyicilerde heyecan yaratmıştı. Filmde zekâlarını ileri düzeyde kullanma yetisine sahip olmuş maymunlar, vicdanı ve cesareti olan liderleri ortaya çıkana kadar savaşmaya meylediyorlardı. Doğanın iki paydaş türü arasında çıkan iktidar savaşı neticesinde, sadece maymunların değil insan türünün de büyük kayıpları olmuştu.
İktidar olmak ve onu daimi kılmak, düşüncenin gücüyle sağlanır. Tercih edilen iktidarlar medeniyetler için endişe verici değildir. Ama muktedir olmayı gaye haline getirip adaletten şaşmayı felaket olarak görüyorum. H. de Balzac, “Felâket, çoğu kez güle oynaya gelir” der. “Hiçbir felaketin yalnız gelmeyeceğini” de Henry Fielding, Racine ve Muriel Barbery yapıtlarında vurgulamıştır.
Fehametten ve adaletten şaşmak, yanılgıyla değil tercih sebebiyle olursa; haklı yerine haksız, iyi yerine kötü ve hak yerine batıl tercih edilmiş olur ki bu durum, o uygarlık için felaket olur. Böylece medeniyet yararına güdülen; amaç nesneden, menfaat safahattan, fikirler iltifattan ayırt edilemez hal alır.
Fransız İhtilali’nin akabinde ‘Her devrim kendi çocuklarını yer’ sözünün dayandığı vakadır, devrimin teorik mimarlarından olan Jakoben Jean Paul Marat’ın Marie Anne Charlotte Corday adlı bir kadın tarafından küvetinde bıçaklanarak öldürülmesi… Fransız İhtilali’nden 128 yıl sonra, 1917 Ekim Devrimi’ne edebiyat ve sanatla duygu verip yol açanlar, devrim sonrasındaki Jakoben’lere göre daha şanslıydılar! Sergey Yesenin ve Mayakovski, kalemlerini besleyen muhalif yönlerinin boşa çıkmasıyla travmalar yaşayıp, müntehir olmayı tercih etmişlerdir. Andrey Platonoviç Platonov’ un 1929’dan itibaren rejim tarafından kitaplarının yasaklanması, Maksim Gorki’nin şüpheli ölümü ya da tasavvur ettiği hayatın bu olmadığına inanıp, Novgorodeyaletine yerleşen, evindeki hasta yatağında ölü bulunan Vladimir Khlebnikov’un yaşam öyküleri; Fuzulî, Bâkî, Nedim, diye devam eden Divan Edebiyatı’nın 17. Yüzyıl’daki önemli hiciv şairi Nef-i’nin öldürülmesi, iktidar ile sanat ve edebiyatın arasındaki tarihsel husumete örneklerdir.
Meriç kıyısında Sabahattin Ali’nin öldürülmesi, Nazım Hikmet’in sürgünde, yuvasından ırak kuşla hemhal ölmesi, Ahmed Arif’in Sansaryan Han zindanında 128 gün yaşadığı acılar ve öncesinde tutuklanıp işkencede öldü zannedilerek çöplüğe atılması, Necip Fazıl Kısakürek’in bir şiirinden dolayı eşi Neslihan hanımla birlikte 1950 yılında hapis yatması da yakın ülke tarihimizden örneklerdir.
Muktedir ile sanatçı ve edebiyatçının aynı doğruları taşıması mümkün olsa bile, bir tarafın beka kaygısı ve diğer tarafın eleştirel dili olduğundan, birbirlerine her daim bel veren ortaklığı tasavvur etmek beyhude gaye olur.
Sanat ve edebiyatın eleştirel, hiciv dilinin devlet ciddiyetinde yeri olmadığından, bu dilin medeniyetlere kattığı değerlerin farkında oldukları halde, onlara tahammül eden muktedirlere de politika tarihinde nadir rastlanır.
Hatıralarıyla büyüyen, müstesna kişiler; karakterlerini, çeliğe su verir gibi inşa edenlerdir. ABD’nin, gelmiş geçmiş başkanlarının arasında şahsına münhasır bir karaktere sahip olan Lincoln, Kentucky bölgesinde derme çatma bir ahşap kulübede, yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Dünya klasiklerine ve başarılı insanların hayatlarını okumaya merak salar. “Midemin açlığını kuru mısır ekmeğiyle bastırırken, ruhumun açlığını ödünç aldığım kitaplarla giderdim. Okumaya aşıktım; bir çiftlikte tarlada işçi olarak çalışırken de okudum, bir bakkalda çıraklık yaparken de” diyen Lincoln, geceleri mum ışığında okuduğu kitapları için “Benim biricik dostlarım!” dermiş. Kitap satırlarıyla beslediği gençlik yıllarında, ruhunda derin izler bırakan New Orleans’ ta gördüğü köle pazarı, dünya görüşünün şekillenmesinde önemli yaşam kesitiydi. Yıllar sonra ülkesine başkan olduğunda, geçmişin izdüşümüyle insanlığın utancı olan ‘köleliği’ kendi ülkesinde kaldırır.
“Temiz bir vicdan kadar yumuşak bir yastık yoktur” bu âlemde! Yoksulluktan zenginliğe, acizlikten hâkimiyete, çocukluktan yaşlılığa, muhalefetten iktidara uzanan büyüme hallerinde, hakkı, vicdanla gözetmeyi vurgulamak için, “Bir yandan sızlar, vicdan ilahi bir takiptir” diyerek yazmış, okumuş Sezen Aksu.
İnsanları uzlaşı dilinden ve vicdan muhasebesinden uzaklaştıran hırs ve kibirdir. Çünkü ihtiras, antikoru sevgi ve aşk olan kibir virüsünü, sahibinin tüm kılcal damarlarına akıtır. Uzlaşı dilini gölgede bırakan duygu için “Kibirden vazgeçersek sevimli oluruz” der, Cemil Meriç.
Her kibirli ruh, hayali cehennemler yaratır ve onunla hakiki cennetini zehirler. İnsanın, cennetini kucaklamanın yolu cehennemiyle hesaplaşmasıdır, Kendisiyle muhakemesinin en önemli engelidir kibir. Tenya gibi değerler soframızı kemiren kibir; zafiyet değildir, kabahattir. The Devil’s Advocate adlı film, şeytanı canlandıran Al Pacino’nun “Kibir en sevdiğim günahtır” cümlesiyle biter. Bu söz, kibrin kötülükle olan ezeli ve ebedi yoldaşlığını özetleyen mana içerir. Sultan Süleyman, boş mezarda defalarca sabahlarken ancak bu kadar söndürebildi içindeki kibrin yangınını!
Ruhumun, göğsümün ve zihnimin; üçünün hemhal ve müşteki olduğu müstesna anlarda delice sorular devşiriyorum: Neden güçlü olmak için kendi ruhumuzu aşındırıyoruz, insan neden et yer, hangi çağdan beri renk ve dil kümesi var insan türünün? Neden anadan üryan geldiğimiz cihanda; su, toprak ve ışıkla gelen bereket ölçülüp paylanmış? ‘Nerden geldik ile nereye gidiyoruz’un arasına, ‘Ne haldeyiz’ sorusunu neden hatırlamaz gökyüzüne kalkan avuçlar? Neden her bedenin akciğeri aslında bir çift gözken, yaşamın ucunda kalır aşk? Bu sebeple bir ömrü ve bir mevsimi neden eksik yaşarız? Neden uzaklaşırız kendimizden ve ruhumuzla bedenimiz arasındaki makas her geçen gün neden daha da açılır? Neden yorulan zihnimiz ve eskiyen bedenimiz, her sabah sevdiklerimizin hatırına uyanır? Neden bizi sevdiklerimizle ve tüm cihanı mevsimleriyle birlikte “Hiç” edecek bir asteroite yok diyemiyoruz? Çünkü insan sevdiği için katlanır, dünya yüküne. Çünkü yüzeyi buz kesilmiş, okyanus kadar büyük ve üşüyen yüreğinde saklı cennetini, sevdikleri için erteleyen, farazi bir müntehirdir, her muktedir. (YSE/EKN)