Ilık bir hava, molozlar arasından çıktığı söylenen uzuvlar, birkaç özel harekâtçı, her şey olağanmış gibi civarda dolaşan insanlar…
Estetik bir anlatımın şevkiyle masa başına oturmak için her şey çok uygun. Hislendirmeyi başaran bir yazıdansa, kuru, mekanik bir anlatım daha samimi geliyor. Ajite anlatıma muhtaç olmayan hikâyeler, ajite edilerek gerçekliğin başka bir alanına hizmet için dolaşıma sokulurken, her şey hızlıca kitaplaştırılıyor. Sıradan olmayan, politik savları destekleyecek bütün acılar, bir gün mutlaka bir projenin içinde anlatılacak.
Kürt hareketinin son yıllardaki popülizmi, şüpheleri çekecek kadar coşkulu “her türlü yanınızdayız hareketleri”, direnişten yana her şeyi güllük gülistanlık gösterme gayretindeyken konunun esas muhatapları kendi aralarında konuşuyor. Eleştiriler, zamana bırakılan tartışmalar var. Mücadele yöntemi konusunda bir mutabakat yok.
Diyarbakır’da sohbetlerin ortasında, başında bir yerde, olayların durulup durulmayacağı, ne olacağı yönünde öngörü alışverişleri yapılıyor. Z., kaçıncı kez serhildan çağrısının yapıldığını hatırlatıyor. D., orta sınıftan bahsediyor. PKK’nin dağ kanadına aktarımlar doğru yapılmamış. Üst kadrolar, “yeni Amed nasıldır” bilmiyorlar. Direnişi yükseltin çağrısına yanıt veremeyecek kadar vadeli hayatlarına alışmış insanlar. Yeni yapılan sitelerden daireler alınmış, haliyle borçlar var. AVM’ler, havuzlu siteler; iş, ev arası “yoğunlaşılan” diziler, yeni gerçekler. Bağlar’ın bir yerinde çatışma varken, Dicle Kent’te bir şey olmaması bu yüzden. Barış ortamına alışılmış ki bu rahatlık vazgeçilecek gibi değil.
Feci şeyler olmuş Cizre’de, Sur’da. Oralarda bunları yapan ve daha sonra evlerine dönecek insanlardan konuşuyoruz. D, bu aşamadan sonra toplumsal yüzleşmenin mümkün olmadığını söylüyor. En kısa anlatımla, halk PKK’yi seviyor ama savaş da istemiyor. Ablukadaki mahallerden çıkan insanlar kaçtılar mı? Konuya böyle bakmamak gerek diye düzeltiliyor hemen. Başlarda, mahallerden çıkan insanlara öfkelendiğini söyleyen D, sonra buna hakkının olmadığını düşünmüş. Çünkü, çoluk çocuk hayatlar sözkonusu. Kolay değil.
Başka bir sohbette, artan ya da artacak şiddetin çözüm olup olmadığı konusu tartışılıyor.
Evet, burada polise kitap okumak zaten mümkün değil. Direniş, neşeli günler vaat etmiyor. Keskin nişancıların şakası yok. İhtiyarından bebeğine herkes hedef olmuş. Tam bir hafta bir kadının (Taybet İnan) cesedi sokakta bekletilmiş. TAK’ın Ankara’daki eylemine sıra gelmeden neler olmuş. Mukayese edilerek, “hadi bakalım!” denmese de cümlelerden bu anlaşılıyor.
S. sokaktaki birçok genç gibi Batı’daki patlamaların ses getireceğini ve işe yarayacağını düşünüyor.
Nasıl yani işe yaramak? Başka türlü yöntemler olmalı.
F. sesli düşünüyor. “İnşaat halindeki iki tipsiz TOKİ binasını yerle yeksan et, sarayın elektriğini kes” ve illegalliği cazip bir iki şey daha.
S. ve E.’ye göre, Batı’da bombalar patlayınca savaş farkına varılacak, gözler bölgeye çevrilecekmiş.
Hiç bir değişiklik olmaz diyor Z. O yüzden, köşelerde sessizce “oh olsun”lar karşılıklı sürecek. Başı olmayan cesetler var ortada. Yakınının gövdesinin bir kısmını alabilmek için başka şehirlere giden aileler var. Ölülerin bedenlerinin bile isteye yanlış şehirlere gönderildiği söyleniyor. Bu da devletin intikam politikası. Ahlaklı savaş zaten artık beklenmiyor.
“Hep biz mi öleceğiz” cümlesi hemen her yerde geçiyor. Hoşa gitsin ya da gitmesin. Ölümlerden ölüm seçtiren devlet şiddeti, intikam almak isteyenleri bir araya getiriyor.
İki gün sonra, Newroz çıkışı, Z’yle taksiye atlarken, slogan atan gençlere, ağzı yüzü gözü kapalı bir polis memurunun, bizim duyacağımız, gençlerin duymayacağı şekilde, “leşleriniz Sur’da çok” demesini duyacağız. Nefret sızabildiği her yerde.
Yalnız bırakılma meselesi var bir de. Yine konu dönüp dolaşıp yeni düzene geliyor. “Tüm hayatlar sekteye uğramadan, kolay kolay kimsenin umurunda olamaz hiçbir şey. Herkesin işi gücü var. Bu Gezi’de de böyleydi, Sur’da da. Burayı orası ilgilendirmiyor. Orayı burası. Kopmuşuz, bitmiş” diyor F.
Bu kopuşun, o çok bahsi geçen duygusal kopuştan farklı bir şey olduğunu anlıyorum.
G., çözülme yaşıyorum diyor. Kürdistan’daki yurtsever kesimde çözülme demek, hareketten soğuma demek. Savaşın kazananı olmazdan yola çıkarak, “böyle değil” diyor. İzler birbirine karışmış. Sokakta karşılaştığı koşan gencin kendi tarafından olduğuna emin değil. Sur’da çatışanlar arasında tiner kullanan çocukların da olduğunu söylüyor. Bunu buraya yazmakta biraz tereddüt ediyorum.
Kürdistan hayalinden emin değil. “Toprak için” diyor. Geri cümleler dağınık. Oğlunun adını Kürtçe verebildiğini söylüyor. Son birkaç yıldır, Kürt olarak yaşamanın nispeten daha kolay olduğunu söylüyor. Akla KCK tutsakları gelse de, bahsettiği şey, sıradan bir bireyin gündelik hayatının nasıl devam ettiğiyle ilgili. Çoğu bölgedeki AKP seçmeninin ya da savaştan bıkanların fikri bu yönde olmalı.
H., “herkes çıkarsa (sokağa) ben de çıkarım” diyor. Aslına bakılırsa bu da en çok zikredilenlerden. En son çare sokağa çıkmaksa, çıkılacak. Kaybedilecek bir şey kalmayınca yani. Direnişi yükseltin çağrılarından bağımsız halkın da beklediği bir an var demek ki.
O an gelir mi? Kimse emin değil.
Bir kaç günde Sur’un “teröristlerden temizleneceği” söylense de 100’lü günler sonra devlet Sur’dan çıkabilmiş ama gel gör ki kimi yöntemler öğrenilmiş. Rögar kapakları açılıp gaz bombaları atılıyor. Belki olası Bağlar’da başlayacak direnişten bu yüzden vazgeçilmiş. Savaşanların ileriki günlerde neye karar vereceği bilinmez. Beri taraftan, şehirde çatışmanın, arkanda çok büyük kitleler olmadan kime yarayacağı konusunda farklı düşünceler var.
Akşam olmuş. Televizyonda bir dizi oynarken yemek hazırlıklarına başlanmış. Şehrin bir yanından gelen bomba sesi aciliyetle sosyal medyaya baktırıyor. Çay faslına geçilirken ikinci büyük patlama sesi daha. Aynı hızla onun için de bakılıyor. Oysa Diyarbakır, Bağlar’dayız. Savaşın hem içindeyiz hem dışında. Kentin bir yerinde, “Her Yer Sur, Her Yer Cizre, Her Yer Direniş” yazıyor. Her yer izlediğimiz, takip ettiğimiz bir yer aslında. Kör bir alanda ise direnen insanlar var.
Aklıma birkaç gün önce sosyal medyada okuduğum bir şey geliyor. Gazdan sefil olmuş kedi fotoğraflarına yapılmış bir yorum: “Amed sokaklarında bir kedi. O kadar tazyikli su ve gaz yemesine rağmen ayakta…”
Uzakta iseniz ve üstüne bir de romantikseniz her şey çok şiirsel gözükebiliyor. (FG/HK)