Madımak Katliamı’nın üzerinden 29 yıl geçti. Onca yıl geçmesine rağmen her 2 Temmuz’da yeniden yanıyoruz, içimiz yanıyor.
Bu yıl anma için Sivas’a gitmeyi çok istiyordum; ama özel sebeplerden ötürü gidemedim. Hâlbuki gitsem de gitmesem de her 2 Temmuz’da kalbim Sivas’ta atıyor ve aklım oradaki anmada oluyor.
Sivas’a gidemeyenler için her yıl Gazi Mahallesi’nde de anma oluyor; ama bu yıl hafta sonuna denk geldiği için çoğunluk Sivas’a gitmeyi tercih etmiş. Bu da benim buruk tesellim oldu.
Sivas ve Gazi
Sivas’ta yaşadığım Çetinkaya kasabasında (şu an köy) hiçbir zaman Alevi-Sünni ayrımı nedir bilmeden büyüdüm.
Çocuktum. Sivas ve Gazi Katliamı sonrası bazı şeyleri daha iyi anladım.
İstanbul’a 1991’de, henüz 18 yaşımdayken geldim.
KESK ve ÖDP’de çalışırken onlardan çok şey öğrendim. Tabii bianet’ten de.
Yaşadıklarımızı öğrenip ailemi ve kültürümüzü daha iyi tanıdıkça, türkülerimizi dinledikçe Aleviliğin ne kadar değerli olduğunu, gurur duymam gereken bir kültür olduğunu anladım.
Madımak olduğunda çocuktum ve katliamı televizyonda izledim. Hatırlıyorum, gördüklerim beni çok korkutmuştu. Alevi olmak bu kadar zor olmamalıydı. İnsanlar nasıl diri diri yakılabilirdi? Tansu Çiller’in açıklamaları, Erdal İnönü’nün yetersiz tepkileri bizi çok sinirlendirmiş ve üzmüştü.
Yıllar sonra köye gittiğimde bazı konuşmalara kulak misafiri oldum. Radikal dinciler, zaten uzun süredir Alevi etkinliklerinde olay çıkarmak istiyorlardı ama çevre köylerdeki Alevi yoğunluğundan çekindikleri için Aziz Nesin bahaneleri olmuştu.
Sivaslıyım derken üzülüyordum
2 Temmuz 1993’te İstanbul’a taşınalı tam iki yıl olmuştu.
İstanbul’a geldikten kısa bir süre sonra az evvel bahsettiğim ayrımların ne demek olduğunu anladım. Gazi Mahallesi’nde yaşamaya başladım. Yani Sivas Katliamı’ndan sonra bir de Gazi Katliamı’nın ağırlığını yaşadım.
Nerelisin diye her sorduklarında “Sivaslıyım” derken utanıyor ve üzülüyordum. “Yananlardan mısın, yakanlardan mısın?” sorusundaki acımasızlığa ve duyarsızlığa rağmen her Sivaslıyım dediğimde “Yananlardanım” diye de eklemek istedim uzun süre.
Ali Dede
Sivas ve Kangal merkezinde aşırı dinciler çoktur; ama köylerin çoğu da Alevi köyleridir.
Bir anma öncesinde, 1 Temmuz akşamı kuzenim, yeğenim ve ben Sivas’a gitmeye karar verdik. O gün Kangal’da yaşayan yeğenimin eşi bizi bırakacaktı. 2 Temmuz sabahı karar değişti. Kuzenim ve ben, Kangal’dan kalkan ilk otobüsle Sivas’a gittik. Sivas merkeze çocukken de çok gitmediğimiz için yolları bilmiyorduk.
Sivas merkezdeki muhafazakâr esnafa Madımak Oteli’ni sormak gibi bir gaflete düştük. İkimiz de yolu bilmediğimiz için onun tarifiyle ilerledik; ancak yavaş yavaş slogan sesleri de duymaya başladık. Slogan sesleri bizim gittiğimiz yolun tam ters yönünden geliyordu.
Pusula olarak slogan seslerini izledik ve kalabalığa uyarak Madımak Oteli’ni bulduk. O yılki anmada Ali Kızıltuğ ve Kamer Genç vardı. Onları en son bu anmada gördüm.
Ali Kızıltuğ bizim gençlerin “Ali Dede”siydi. Ona böyle hitap ederler ve çok severlerdi. Anma konuşmaları ve semah ekibi gösterisinden sonra Diyarbakır yerel medyadan bir gazeteci arkadaş ve Fatih Polat ile karşılaştık.
Semahlarımızı unutmayalım…
Katliamdan önce büyüdüğüm kasabada yaşayan Alevilerin çoğu, şimdi asimile olmak üzereler. 19 yıl sonra ilk kez gittim kasabaya ve kadınların hâlâ kasaba çarşısına gidemediklerini fark ettim. Ben giderdim, dinlemezdim, çok da eleştirilirdim “Erkek gibi ne her gün çarşıya gidiyorsun?” diye.
Kasabadan İstanbul’a dönerken sürekli bunu düşündüm. Neden değerlerimize sahip çıkmadığımızı, gençlerimize neler yaşadığımızı daha iyi anlatamadığımızı, her geçen gün nasıl böyle asimile edildiğimizi.
Alevilik çok değerli bir kültür ve bu kültürün yok olmasını asla istemem. Bizim insanlarımızın temiz kalbi, ayrım yapmadan herkesi kucaklamaları benim için en etkileyici şeylerden biri.
Biliyorum ve farkındayım; yaşadıklarımız bizi zorladığı için asimile oluyoruz ama inancımızı kaybetmememiz gerekiyor. Bir elin uzatıldığı, bir elin sol göğüste durduğu semahlarımızı unutmayalım… (Lİ/AS)