Fotoğraf: hikewithblonde.com
Makalenin İngilizcesi için tıklayın
Her konuşmasında bilgiç bilgiç gülerek, bizi aslında her şeyi bildiğine inandırmaya çalışan Hazine ve Maliye Bakanının işi çok zor. Ortodoksluğu bıraktık heterodoks olduk, gibi tuhaf bir ifade kullanırken bile, heterodoks ekonomi politikalarının ne anlama geldiğini bilmediği belli.
Kimsenin anlamadığı ve anlamasının da pek mümkün görünmediği bir faiz politikasını uygulamanın, heteredoks sayılmaya yetmeyeceğini de bilmiyor.
Dış talebe uyarlanmış üretim
Oysa –faiz saçmalığı bir yana- Türkiye’nin mevcut iktidarının uyguladığı politikalar son derece sıradan, yaygın ve yıllardır uluslararası kuruluşların bütün azgelişmiş ülkelere yağdırdığı tavsiyelerle uyumludur.
Türkiye’de Uluslararası Para Fonu (IMF) ile simgeleşen politikalar ücretleri bastırmak ve ulusal paranın değerini düşük tutmak suretiyle, dış pazarlara ihracat olanaklarını artırmayı esas alır. Ekonomi dış pazarlara yöneldikçe, üretim dış talebe göre biçimlenecek, içeride ücretlerin düşmesi, gelir dağılımının bozulması durgunluğa yol açacak kadar etkili olmayacaktır.
Nitekim bazı Uzak Doğu ülkeleri bu tür politikaları uygulamış ve büyümeyi bu şekilde sağlamışlardır. Tabii bu politikaların siyasal yönetimin gittikçe otoriter ve baskıcı bir hüviyete bürünmesi, ülkede yoksulluğun artması gibi sonuçları vardır. Politika tercihi yapılırken bu hususlar da dikkate alınır.
Fakat her türlü politika tercihinde tutarlılık önemlidir. Ne tür bir modeli seçerseniz seçin, uyguladığınız politikalar arasında tutarlılık yoksa her adımınız ötekini baltalar, amaçladığınız yolu tutturamazsınız. Kafasına estiği gibi yürümek isteyen ve plan kavramından rahatsız olan bir yönetimde tutarlılık sağlamak olanaksızdır.
Azaldıkça azalan emek maliyetleri
Söz konusu politikaların en önemli ayağı ücretlerdir. İktidar tercih ettiği politikalara uygun olarak ücretleri düzenli olarak düşürmektedir. Yeni açıklanan Eurostat verilerine göre, 2016 ile 2020 arasındaki dört yıllık süre içinde Türkiye’de saatlik işgücü maliyeti 6,6 eurodan 3,7 euroya düşürülmüştür. Bu rakamlar emek maliyetinin dört yılda yüzde 44 azaldığını göstermektedir.
2020 yılında saatlik işgücü maliyetlerinin Avrupa Birliği ortalaması 28,6 euro kadardır. Bu düzey Türkiye’dekinin sekiz katına yaklaşmaktadır. Aynı yıl, saatlik işgücü maliyetleri Avrupa’da en düşük düzeye sahip olan Sırbistan’da 6,2, Bulgaristan’da 6,5 eurodur. Türkiye’de birçok insanın ekonomik kriz içinde ölüp bittiğini sandığı Yunanistan’da 16,9 eurodur.
2021 yılında bu sayılar Avrupa Birliği ortalamasında 29,1, Sırbistan’da 6,9, Bulgaristan’da 7, Yunanistan’da 17,2 euroya yükselmiştir. Türkiye’nin 2021 verileri henüz toplanmamış ama hangi yönde değiştiğini tahmin etmek zor değil.
Bunlar Türkiye’nin ucuz emeğe dayalı bir büyüme modeli izlediğini göstermeye yeterli. Zaman içinde bu yöntemi benimseyen çeşitli ülkeler oldu. Ancak bu ülkelerin bir kısmı ucuz emek politikasını kalkınmanın ilk aşamalarının geçici bir uygulaması olarak gördüğünden, ileri teknolojiye, nitelikli insangücüne, bilimsel çalışmalara geçişin adımlarını da aynı dönem içinde attılar. Bu, Japonya, Güney Kore ve Çin’den başlayarak uzak doğu ülkelerinin çoğunun benimsediği bir model oldu.
Ucuz emek ile uyumlu politikalar
Türkiye’yi yönetenlerin ucuz emek politikasını kullanışlı, işe yarar, bize uyar, yakışır bir model olarak gördüğü ve gidebildiği yere kadar götürmeye kararlı oldukları anlaşılıyor. Sendikacılık zaten bitirildi. İşçiler uysal. Sanayici, tüccar, esnaf durumdan memnun. Ücretleri ne kadar düşürürsek o kadar fiyat kırarız, ne kadar fiyat kırsak Çin’in yerini o kadar alırız, diye bakıyorlar.
Türkiye’nin ucuz emek politikasını değiştirmeye niyeti olmadığını, ücretler dışında, ekonominin diğer alanlarına bakınca görmek de mümkün. İleri teknolojiye geçişe yönelik hiçbir program gündemde değil.
İhracat hala esas olarak geri teknolojiye dayalı mallar üzerinden sürdürülüyor. İleri teknolojiyi zorunlu kılan bir teşvik sistemi yok, yatırım olsun da nasıl olursa olsun anlayışı egemen.
Emek politikasını değiştirmek, ileri teknoloji kullanımına geçmek için en önemli konu eğitimin kalitesini yükseltmektir. Oysa her geçen gün daha da yetersizleşen eğitim bütçeleri, eğitimin her kademesinde öğrencilerin kalitesini düşürmektedir.
Üniversitenin ne demek olduğunu anladığı çok şüphe götüren bir yönetim, kampuslarla, binalarla üniversite kurulacağına inanmaktadır. Akademik kadroların ne derece seviye kaybettiği, kimi zaman ilk bakışta kimi zaman da ilk cümlede anlaşılmaktadır.
Kalkınma kavramından vazgeçmemiş bir ülke için yatırımlarda araştırma-geliştirmenin ve ileri teknolojiye dayalı sanayi yatırımlarının payı önemlidir. Ucuz emek politikasından vazgeçmeyi düşünmeyen bir yönetim, yatırımlarda ağırlığı konut ve altyapıya vermekte bir sakınca görmez zira bir dönüşüm hedefi yoktur.
Enflasyon uyumu bozuyor
Bunlar ucuz emek politikası ile yetinenler için tutarlı politikalar. Dolayısı ile kendi hedefleri açısından bir sorun teşkil etmiyor. Ancak ucuz emek politikası uygulayan ülkelerde, işgücünün varlığını sürdürmesi –işgücünün yeniden üretimi- için temel tüketim maddelerine ulaşmasının mümkün olması gerekiyor. Sözü edilen Uzak Doğu ülkelerinin hepsi buna dikkat etmişlerdir.
Türkiye’de hanehalklarının toplam tüketimi içinde gıdanın payı yüzde 25 dolaylarındadır. Gelir düzeyi düştükçe bu pay daha da artmaktadır. Ulaştırmanın payı yüzde 17, konut harcamalarının payı da yüzde 14 kadardır. Yani bu üç grubun payı toplam tüketimin yarısından fazladır. Alt gelir gruplarında bu harcamalar toplam harcamaların tamamına doğru yaklaşır.
TÜİK verilerine göre son bir yıl içinde enflasyon oranı yüzde 61 olarak gerçekleşmiştir. Bunun içinde gıda enflasyonu yüzde 70’tir. Ulaştırma fiyatları yüzde 99, konuta ilişkin fiyatlar yüzde 51 oranında artmıştır. Bu rakamlar ücretlilerin temel harcama kalemlerindeki fiyat artışını göstermektedir.
Hem ucuz emeğe dayalı bir ekonomiyi yürütmek hem de gıda başta olmak üzere temel malların fiyatlarındaki artışları dizginleyememek, sürdürülemez bir halin ifadesidir. Halkın ihtiyaçlarını hiç hesaba katmayan, yoksulluğa dayalı bir büyümeyi gerçekleştirmeyi hedefleyen bir yönetimin bile tutarlı olması gerekir.
Ucuz emek ve yüksek gıda enflasyonu birlikte sürdürülemeyecek iki durumdur. Eğer aynı dönemde ikisi birden yaşanıyorsa, ekonomi dışı çözümler devreye girecek demektir.
Şimdilik 20 temel malın fiyatını sabitleştirmek gibi ciddiyetten uzak öneriler konuşuluyor. Anlaşılan çözüm bulamamaktan kaynaklanan bir telaş hali var. Ucuz emeği bir büyüme aracı olarak gören yönetimler zaten antidemokratik uygulamalara yatkındır, böyle dönemlerde baskının daha da artabileceğini dikkate almalıyız. (BD/APK)