Julio Cortazar’ın "Gazete Kesikleri" öyküsü (1) Arjantin’e dair ama "tüm siyasal ve coğrafi enlemlerde süren şiddeti" hikaye eder aslında.
Öyküdeki yontucu, yontularının fotoğraflarından derlenecek albüme bir metin yazmasını ister yazardan. Şiddetle içli dışlı olmanın acı bilgisiyle anıların bulantısını, "telgraflar, mektuplar, ani susuşlarla iletilen günlük bütün korku birikimini" paylaşır iki Arjantinli sanatçı.
Yazar, yontucunun da yapmayı hedeflediği gibi yaşanmakta olan dehşeti yansıtırken şiddete uzak bir dil kurmak ister. Yontucu, "anılarımız öylesine kan yüklü ki bazen bu kana bir sınır koymaya, selinde boğulmamak için kana bir kanal oymaya kalkıştığımızda suçluluk duyuyoruz" diyerek ona hak verir ve Arjantin'den dostlarının gönderdiği, Paris gazetelerinde yayımlanan haberlerin kesiklerini gösterir yazara.
Gazete kesiklerindeki şiddetin acısı sözün bittiği, yontunun parçalandığı bir yere getirir o gece iki sanatçıyı. Uzağına düştükleri ülkelerinin acısıyla kavrularak konuşurlar:
"'Bundan hiçbir şey çıkmaz biliyorsun,' dedi yontucu kolunu havaya savurarak. 'Hiçbir şey Neomi, ben aylardır şu Allahın belası yontularla uğraşıyorum, sen kitap yazıyorsun, bu kadın zulme karşı çıkıyor, kongrelere, yuvarlak masa toplantılarına katılıyoruz, protestolar yayımlıyoruz, ama tam bir şeylerin değiştiğine inanacakken, iki dakika gazeteye göz gezdirmen gerçeği kavramana yetiyor işte, o zaman da...' 'Susar mısın, ben de aynı şeyleri düşünüyorum şu an'"
Yazar şöyle devam eder sözlerine:
"Ama olanları sineye çekmem onlara bir dayanışma telgrafı göndermek gibi falan olurdu, hem sen de biliyorsun, yarın sabah kalkınca hemen kolları sıvayıp yeni bir yontuya başlayacaksın, benim yazı makinemin başında olacağını düşüneceksin, her ne kadar sayıca çok azsak da, enikonu çok olduğumuza inanacaksın, güçler dengesindeki bozukluk, susmak için asla bir neden değildir, olmadı, olamaz da diyeceksin."
Cortazar’ın öyküsündeki gibi, Hatırla Sevgili’deki gazete kesiklerine iki dakika göz atmak bir dönemin gerçeğini kavramak için yeterli oluyor aslında.
Gazete kesikleri
1960’ların 1970’lerin gazete kesiklerine yansıyan şiddet, bugün de Türkiye’de bütün tezahürleriyle yaşanıyor. Çatışmaları yaratan nedenler ortadan kalkmadı, şiddet yapısal artık; hep burada, hep bizimle. Suçların bir kısmı alenileşti belki ama hakikat ortaya çıkmadı hâlâ. Suçların bazıları biliniyorsa da suçlular yargılanmadı, yargının kendisi hesaplaşılacak geçmişin bir parçası zaten.
Bu nedenle de, Türkiye’de, özellikle de bahsedilen döneme yapılacak her göndermenin, mutlaka hakikatin ortaya çıkarılmasına hizmet etmesi gerektiği düstur edinilmeli. 1970’lerin ikinci yarısında devletin ve devlet desteğiyle faşist çetelerin saldırıları sonucu ölen, yaralanan arkadaşlarımızın fotoğrafları, kanlı olaylar akıyor ekrandan.
Hepsi değilse de bazıları. Gazete kesiklerindeki bazı gerçeklere hiç değinmiyor tarafsız olma iddiasındaki Hatırla Sevgili, bazılarını ise yanlış aktarıyor.
Bir televizyon dizisinin "hakikat komisyonu" (2) işlevi üstlenmesi beklenmiyor elbette. Ama geçmişe dair söylenecek her söz kendi meşrebince, sözü edenin kendine yüklediği işlev her neyse o ölçüde hakikati dillendirmeyi hedeflemeli. Hakikatin ortaya çıkmasına hizmet etmeyen her sözün, geçmişin aklanmasına dönüşebileceği akılda tutulmalı.
"İyileşecek yaraları olduğu sürece, geçmiş bugün olarak kalır." (3)
Elbette biliyoruz, bir televizyon dizisinden öte bir şey değil Hatırla Sevgili. Böyle bir yapımdan ne geçmişin yaralarını sarması ne de geçmişi bütün ayrıntılarına inerek vermesi beklenebilir. Ama faillerle mağdurların hesaplaşmadığı bir geçmişin, aslında bugünümüzün hikayesini anlatma iddiasındaki bir televizyon dizisi bile olsa, sözüne özen göstermesini beklemek, en başta gazete kesiklerinden adı okunan arkadaşlarımızın hakkı.
Dizi danışmanlarından Fahri Aral’ın işine son verilmesi üzerine yapılan açıklamada tarafsızlık iddiasındaki yapımcı, "kırmamak ve incitmemek bizim açımızdan en önemlisi" demiş. 1970’lerden söz ederken sola yönelik devlet şiddetinin açıktan açığa ve faşist milisleri maşa olarak kullanarak uygulandığı bir kitlesel kırımdan bahsetmeden o yılları anlamanın da anlatmanın da imkanı yok.
Hatırla Sevgili dizisinde yapılanın sadece mütevazı bir hatırlatma olduğu, dönemi "taraf olmayan" ve "yargılamayan" bir gözle bugünkü nesillere aktarmayı amaçladıkları, tarihe şahitlik görevlerini ellerinden geldiği kadar tarafsızlıkla ve kimseyi kırmadan ve incitmeden sürdürmek zorunda olduklarını söyleyen dizinin proje yapımcısına hak verilebilir mi?
Tarafsızların işi çok zor, özellikle de 12 Eylül’ü aktarırken! 12 Eylül dönemini anlatmak daha zor çünkü 12 Mart’ı anlatmaktan. Bu zorluk, belki 1960’lardaki devrimcilerin büyük anılarını ve kahramanlar devrinin anlatımını, tüm acısına rağmen yine de mümkün kılan bir efsane aktarımı dilinin imkanlarının, 1970’lere gelince tıkanmasından kaynaklanıyordur.
12 Mart’ın anlatımında kullanılan dilin, hâlâ anlayamayanlara, anlamaya çalışmayanlara ve bitmiş tatsız bir hikaye gibi okumak isteyenlere 12 Eylül anlatılırken kifayetsiz kalışı belki de bundan. İmkansız bir tarafsızlık arayışıyla kurulmaya çalışılan yapıntı bir dilin kendi üzerine kapanıp dayanılamaz olanı bir de anlaşılamaz hale getiren kifayetsizliği tarafsızlık sanıyor.
Oysa 12 Eylül’ü, bir kitaba başlar gibi, ölen arkadaşlar gibi anlatmak lazım (4). Ve gayri meşru bir hukukun önünde suçlu ilan edilenleri tarafsızlık iddiasıyla yargılamadan anlatmak lazım o yılları… En zoru da, anlamsız bir masumiyet arayışına girip, aradığına rastlayamayınca da o dönemde anlatmaya değer bir şey bulamayan (5) yazarların kabahatine ortak olmadan anlatmak lazım o yılları… İç yakan bir masumiyeti beyhude arayışla (6) oyalanmadan o dönemin gerçeğini görmek ve anlatmak gerekli.
Devlet ve faşist çeteler eliyle örgütlenen sürek avını… Solu ve muhalefeti topyekün ortadan kaldırma savaşını…
"Bütün acılara ve ölümlere rağmen bizim için yine de o kadar şen olan hayatı, kimsenin kendi dertlerinden ve acılarından başkasına kulak vermediği bir karanlığa dönüşüverdiğini... Çığlıkları yutan feryatları duyulmaz kılan o korkunç sessizliğe gömüldüğünü..." (7)
Hatırlanması en çok gereken o şenlik duygusunu… Bunları anlatmak gerek işte. Tarafsızcılık oynamadan hem de!
Tarafsızcılık oyunu
Hatırla Sevgili’nin 32. Bölümünde, 1969’daki Kanlı Pazar olaylarını İlim Yayma Cemiyeti’nin yarattığını söyleyen Deniz Gezmiş’in repliği, İlim Yayma Cemiyeti’ni "kırmış ve incitmiş". Düzeltilmesini istemişler bu "hatanın". Dizi yapım ekibi, Fahri Aral’ı sorumlu tutmuş İlim Yayma Cemiyeti’nin "kırılmış ve incinmiş" olmasından, işine son verilmiş Aral’ın (8).
İki kişinin yaşamını yitirdiği, onlarca kişinin yaralandığı Kanlı Pazar öncesi, 15 Şubat 1969’da Bugün gazetesinde, "Büyük fırtına patlamak üzeredir, Müslümanlar ile kızıl kafirler arasında topyekün savaş kaçınılmaz hale gelmiştir... Müslüman kardeşim, sen bu savaşta bitaraf kalamazsın. Sağ kalırsa gazi olur, canını verirse şehitlik şerefini kazanır" demiş Nur cemaati liderlerinden Mehmet Şevki Eygi.
Eygi’nin 12 Mart 2008’de bir TV kanalında "Deniz Gezmiş'in kötü amaçlı silahlı bir grubun üyesi" olduğunu iddia edecek kadar pervasız tarafgirliği elbette şaşırtmıyor kimseyi. Eygi’nin o zaman da şimdi de tarafı olduğu savaşı, "tarafsızlıkla" anlatma gayreti ve Eygi gibilerin kırılan gönlünü almadaki bitaraflık fazlası şaşırtıyor ama bizi.
Yakın geçmişimizden konuşmaya kalkıştığımızda, "sadece mütevazi bir hatırlatmanın" kabına sığamayacak kadar geniş ve hesaplaşılamadığı için de daralan bir geçmemiş zamandan bahsedildiğini hatırlamak gerekiyor öncelikle. Geçmiş o kadar bugünle iç içe ki, Hakan Yurdakuler’den ve katledilen onlarca devrimci arkadaşımızdan bahsederken, biz geçmiş zaman cümlesi bile kuramıyoruz hâlâ.
Hakan’ın mezarı başında 8 Nisan 2008’de yapılan anmada açılan pankartta yazdığı gibi, "Hakan Yurdakuler Devrimcidir" diyoruz, devrimciydi diyerek onu geçmişe göndermeye dilimiz varmıyor çünkü.
"Hakan Yurdakuler Devrimcidir"
"Bir akşam, Siyasal'da Hakan Yurdakuler öldürülmüştü, sokaktan geçenler -gece vakti- 'Hakanlar ölmez' deyip, kahkahalarla gülüyor, sonra kurt -ya da köpek- gibi uluyorlardı. Biz sindik. Cebimizde silah olacak gibi organize değildik. Olsaydı vurmazsam puşttum! Öfke, böyle bir şeydi. Kalbimizi kanatıyorlardı. Onların da kanıyor muydu; bilemem; ama kalbi kanayanlarla alay ediyorlardı!" (9)
Hatırla Sevgili dizisi yapım ekibinin muradı yanlışlarıyla kalbimizi kanatmak değildir herhalde. Kalbi kanayanlarla alay etmek de değildir niyetleri muhtemelen yapımcıların. Yaptıkları, iyi niyetli bir yorumla, özenle koruduğumuz anılara karşı özensizliktir.
Hatırla Sevgili dizisinin 4 Nisan 2008'de yayınlanan bölümünde "SBF öğrencisi ülkücü Hakan Yurdakuler'in öldürüldüğü" aktarılmıştı. Bu aktarım, kurgusal özelliklerinden çok, bir dönem belgeseli olma niteliği ön plana çıkan bu dizi için affedilmez bir yanlıştı. Yurdakuler’in SBF'yi basan faşistlerce ölümünü protesto eden öğrencilerin üzerine Kurtuluş’ta polislerin açılan ateş sonucu ölen Burhan Barın ve Eşari Oran’ın adlarının bile anılmaması ise yanlış değil büyük ayıptı.
Yapımcıların yanlışlarını düzeltme adı altında yaptıkları hakikati yansıtmaktan uzaktı. Ayıplarının ise belli ki farkında değildiler, Burhan ve Eşari'nin katledilmesinden bahsedilmedi bile düzeltmede. Üstelik 8 Nisan 2008'de, Hakan’ın 32. ölüm yıldönümünde ATV Avrupa yayınında Yurdakuler’le ilgili düzeltme yapılmadan, yanlışıyla yayınlandı dizi.
Devrimci arkadaşımız Hakan Yurdakuler'in katledilmesi, 1970'lerin ikinci yarısında eğitim kurumlarının faşistleştirilme çabasının ve bunun gerçekleştirilemediği SBF gibi kurumlarda da sindirme harekatının adımlarından biriydi. Özrün esas konusu bu olmalıydı vurgulanması gereken buydu, es geçilen bu oldu.
Dizinin 11 Nisan 2008'de yayınlanan bölümünde ise faşist para-militer çetelerin, başbuğlarının barışçıl çağrılarını (!) kulak ardı eden söz dinlemez hayta çocuklar gibi sunulması dönemi aktarmadaki belki de en vahim çarpıtmaydı. Bir arkadaşımın çok güzel tanımıyla, "Neresi siyasi parti, neresi mafya, neresi milliyetçi, neresi faşist, neresi devlet ricali, neresi çakal tetikçi, neresi gizli servis, neresi dernek olduğu belli olmayan küçüğünden büyüğüne ergenekonik yapılar. 30-40 yıl önce solcuların dediği gibi.. resmi, sivil faşist güçler..., gelmiş günümüzde Susurluklar, Ergenekonlar olarak sapır sapır, kör gözüm parmağına, ortaya dökülmüş, Kurtlar Vadisi neredeyse bire bir yüksek iktidar ilişkilerini anlatıp duruyor."
O günlerin günümüze mirası, bu yapı işte. Dizide ise o mirası bugünlere bırakan dönemin özellikleri, başbuğlarının yavrukurtlara söz geçirememesi ve münferit itaatsizlikler gibi aktarılıyor. 1970’lerde devlet eliyle örgütlenen faşist milislerin ilerici ve devrimcilere saldırıları doğru anlatmak istiyorlarsa, yapımcıların bazı tarafsız(!) danışmanlarına hiç danışmamaları daha uygun olacaktır.
Hakikat, taraf olmayı gerektiriyor...
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın son sözlerindeki tahrifatın niteliği ve dönemi aktarırken satır aralarına itelenen, aktarılmayan 15-16 Haziran İşçi Direnişi gibi olaylar, Hakan Yurdakuler, Burhan Barın ve Eşari Oran’ın katledilmesinin yanlış ve eksik aktarılması… Bütün bunlar, dizi yapımcılarının yaklaşımıyla hakikati aktarmanın zorluğunu gösteriyor. Hakikat, taraf olmayı gerektiriyor çünkü.
Hakkında yorum yapılan tarih devrini tamamlamış, adına kurulmuş bir mahkemede şahitlik edilecek, karşısında tarafsız kalınabilecek bir olaylar yığını değil. Tarafsızca şahitlik edilebilmesi için koşullar oluşmadı, mahkeme kurulmadı, bahsedilen dönem daha yargılanmadı, şahitlerin çağırılması için henüz çok erken.
Gazete Kesikleri'ndeki yazarın dediği gibi, her ne kadar sayıca azsak da çok olduğumuza inancımız tam hâlâ ve güçler dengesindeki bozukluk susmak için asla bir neden değildir elbette. Konuşmak gerek, geçmişe dair edilecek her sözün yalanı bozması gerek. Konuşmak bunun için gerekli.
Ama Hakan vurulduğu gece sokaklarda acımızla alay eden faşistlere duyduğumuz öfkeyle konuşmalı. O öfkeyi duymuyorsak da eğer, Cortazar’ın öyküsündeki gibi, faşistlere bir dayanışma telgrafı göndermektense, susmalı. (FÇ/GG)
Dipnotlar
(1) Julio Cortázar, Mırıldandığım Öyküler, “Gazete Kesikleri”, Can Yayınları, 1997, s.59-74
(2) Mithat Sancar, Geçmişle Hesaplaşma, Unutma Kültüründen Hatırlama Kültürüne, İletişim Yayınları, 2007, s. 99-161. Kitapta, Hatırlama Komisyonları ve geçmişle hesaplaşmanın hedef ve sonuçları anlatılırken, hakikat hakkı vurgulanmış.
(3) The Rose Garden filminden, aktaran Mithat Sancar, Geçmişle Hesaplaşma.
(4) Şöhret Baltaş’ın “Koşarken Yavaşlar Gibi”de (Kanat Kitap, 2007), Ayşegül Devecioğlu’nun “Kuş Diline Öykünen”de (Metis Yayınları, 2004) anlattıkları gibi anlatmak gerek o dönemi. Şenliği ve acıyı anlatmak gerek.
(5) Yarın Yarın'dan 'Küçük Oyuncu'ya birçok kitabında 12 Mart’ın olduğunu ama 12 Eylül’ün olmadığını söyleyip 12 Eylül kendisine hiçbir zaman ilham vermediğini belirtir Müge İplikçi’yle söyleşisinde Pınar Kür. Söyleşi şöyle devam eder: "12 Mart niye verdi bu ilhamı onu söyleyeyim. Bir kere yaşım daha yakındı onlara. Bir de onlar gerçekten çok idealist ve çok masumdular. O masumiyetleri insanın içini yakar. Bir tek adam öldürülmedi 12 Mart'ta. Yani devlet öldürdü de. Bir tek insanı öldürmeden asıldı bu çocuklar, bombalandılar. Sinan, Deniz, Hüseyin, Yusuf, Mahir... Bunlar benim içimi yakan olaylardır. 12 Eylül'de kimse benim içimi yakmadı. Orada da gençler öldü ama onlar biraz yırtıcı geldi bana. 12 Mart'ta olan o masumiyet yoktu onlarda." Radikal Kitap Eki, 3 Nisan 2004 tarihli 163. sayısında Pınar Kür'ün Müge İplikçi'yle söyleşisi.
(6)Tek adamın öldürülmediği bir dönem arayışıyla 1970’lerdeki masumiyet yokluğundan yakınanlar ve için için suçladıkları devrimcilere öfkelerini dile getirirken emniyet mensubu üslubu kullanmaktan kaçınmayanlar Bahçelievler, Maraş, Çorum, Malatya katliamlarını hatırlamalı. Hangi masumiyeti aradıklarını ve onları neden bir türlü anlatamadıklarını sormalılar kendilerine. Haydar Ergülen’in dediği gibi: “içimizi yakmaları için efsane olmaları mı gerekiyordu?”
Ayşegül Devecioğlu; Haydar Ergülen; Merdan Yanardağ; Şükrü Argın, Nostalji ile Ütopya Arasında, “Sol Melankoli, Aktif Unutma ve Yeni bir Başlangıç”, İletişim Yayınları, 2003, s. 239-253; Şükrü Argın, “Edebiyat 12 Eylül’ü Kalben Destekledi”, Mesele, Eylül 2007; Hasan Bülent Kahraman, “Romanın Etiği: Yazmak ya da Susmak”, Mesele, Eylül 2007.
(7) Ayşegül Devecioğlu.
(8) Hatırla Sevgili, Hatırlatma Danışman (bianet)
(9) Reha Mağden, 11 Nisan 2005, “Ayartarak İşleyen Turuncu” (Birgün gazetesi)