Pazar günü, öğle saatleri. Özenle hazırlanmış ve üzerinde boş yer bırakmamacasına donatılmış yemek sofrasından yeni kalkmışız. Sohbet ediyoruz. Eski günlerden, bugünden ve yarından... Ermenice edebiyatın üretken isimlerinden Doktor Toros Toranyan, çocukluğunda Halep sokaklarında yalınayak, çamurlara bata çıka oynadıklarını anlatıyor. Ayaklarının nasıl yara bere içinde kaldığını... Oğlu yaşındaki Mher Danduryan ise, bir yere çarpıp bir tarafları şiştiğinde, şişik insin diye nasıl üzerine madeni para yapıştırıldığını anlatıyor. Toranyan, "Benim çocukluğumda Mecidiye yapıştırılırdı" diyor.
Sohbeti o ana kadar sessizce dinleyen Manuel Keşişyan araya girip "Benim çocukluğumda da Fransız Frangı..." diye ekliyor. Mher başını bir yere vurduğunda ise, üzerinde Hafız Esad'ın resminin olduğu para yapıştırılmış şişen yere. Gayri ihtiyari, Mher'in oğlu Vahe'ye bakıyorum. Suriyeli Ermenilerin bu küçük temsilcisi yaramazlık yapıp kafasını bir yere çarpsa, hangi parayı bastıracaklar acaba başına? Suriye'nin geleceği, önümüzdeki dönemde bu soruya verilecek yanıtla şekillenecek.
"Yan yana oturun da bir fotoğrafınızı çekeyim" diyorum. Doktor Toros 80'lerinde, Manuel 60'larında, Mher 40'larında, Vahe ise sadece 7 yaşında. Suriye'nin dört kuşağı bir arada, gülümsüyorlar. Dördünün de başının üzerinde bir soru balonu asılı sanki, havada salınıyor: "Yarınlar ne getirecek?"Vahe, kapıdan içeri girdiğimde, kendisini tanıştırırken kelime oyunu yapıp "Vahe, Asdvadzbahe" (Vahe, Allah korusun) demişti. Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Sahiden de, bu güzel ülkeyi ve insanlarını, Asdvadzbahe!
Bir filmin içinde olsaydık, o evin salonundaki sakin ve huzurlu öğle yemeği sahnesinde yönetmen kameraya muhtemelen bir pan hareketi yaptıracak, ve bizler gülüşüp sohbet ederken, objektifini pencereden hafifçe dışarı doğru çevirerek, oradan gelen patlama ve kurşun seslerine, sokakların ıssızlığına ve sağa sola koşturan askerlere çekecekti izleyicinin dikkatini.
Surp Asdvadzadzin Kilisesi'nde
Suriye'deki ayaklanmanın 18. ayında, Halep'teyiz. Koca bir coğrafyayı hallaç pamuğu gibi atan Arap Baharı'nın etkisiyle ve barışçıl gösterilerle başlayan, ancak Beşar Esad yönetiminin şiddetle karşılık verdiği, zamanla silahlı mücadeleye dönüşen isyan hareketi ülkenin dört bir yanını alev topuna dönüştürürken, daha düne kadar olayları uzaktan izleyen bu kadim kentin insanları, bugün olağanüstü koşullara uyum sağlamaya çalışıyor.
Öğle yemeğinin birkaç saat öncesi. Ağustos güneşi damları ve kaldırımları cayır cayır yakarken, yüksek tavanlı, iyi havalandırılan Surp Asdvadzadzin Ermeni Kilisesi'nin serinliğinde, yüzlerce insan dua ediyor. Halep'te yaşayan Ermeni Ortodoksların ruhani önderi Başepiskopos Şahan Sarkisyan, ayinin sonunda verdiği vaazda, cemaatine, Suriye'nin bu büyük kriz günlerinde, panik duygusuna kapılmamayı, bireysel çareler aramamayı, iyi organize olarak, yan yana gelerek, toplum yararını gözeterek hareket etmeyi öğütlüyor ve Kitab-ı Mukaddes'te yer alan "Adillerin kökü sarsılmaz" sözünü rehber edinmelerini salık veriyor.
Akıllı olmakla bilge olmak arasında önemli bir fark olduğunu söylüyor ve cemaatinden, kendi yararını düşünen akıllılar olmaktansa, ortak yararı düşünen bilgeler olmalarını istiyor.
Sonumuz hayrolsun
Birileri bilgelik sınavından sınıfta kalmış olacak ki, bugünlerde Halep'te dehşet verici bir savaş ortamı var. Şehre geldiğim ilk gün, cep telefonumun çalışmayan Türkiye hattına bir çare bulmak, belki yerel bir hat almak üzere gittiğimiz, merkezdeki Süleymaniye Caddesi'nde, bir-iki kilometre ötede patlayan bir bombanın, benim için yeni, semtin sakinleri için ise son derece aşina sesinden sonra, askerlerin bir arazi aracının kasasında, ellerinde silahlarla hızla yol aldığını görüyorum.
Esnaf sokaklara dökülmüş, sesin geldiği yöne bakıyor. Hepsinin bakışlarında derin bir kaygı var. Biri "Her geçen gün artıyor" diyor, "Allah sonumuzu hayretsin." Ne dediğini anlamam için çeviriyorlar. "İnşallah" diyorum; "İnşallah" diye cevap veriyor.
Suriye'deki çatışmaları uzun süre uzaktan takip eden ve çoğunlukla, haberleri Batı medyasının manipülasyonuna bağlayan ve pek de ciddiye almayan Halep ahalisi, Şubat ayında şehrin göbeğinde ilk büyük bomba patladığında büyük şaşkınlık yaşadı.
Hemen ardından, muhaliflerin Şam'da, hükümet binalarına yaptığı büyük saldırılar ve kendi kentlerinin banliyölerinde, özellikle Selahaddin'de yaşanan çatışmalar gelince, bu şaşkınlık yerini can ve mal kaygısına bıraktı.
Dehşetli pahalılık
Bu kaygıları izleyen ise, günlük hayatta yaşanan inanılmaz değişimdi. Öncelikle para hızla değer kaybetmeye, her şeyin fiyatı artmaya başladı. Örneğin, normal şartlarda 40-50 Suriye Lirası olan benzin, 220 ila 250 Lira civarına yükseldi.
Bugün taksiler, taksimetrede yazan tutarın üç katını alıyor. İnternet iki haftadır kesik, telefon hatları da sürekli gidip geliyor. Bütün gıda maddelerinin fiyatı en az ikiye katlandı. Bakkal raflarındaki ürün çeşitliliği giderek azalıyor, raflar boşalıyor. Çünkü şehre dışarıdan mal giremiyor.
Alışveriş yaparken sohbet ettiğimiz bir Arap esnaf, "Tüpgazın fiyatı önce 250'den 450'ye çıktı. O zaman çok pahalılık var diye düşünüyorduk. Şimdi 4 bin liraya yükseldi. Ne yapacağımızı bilmiyoruz" dedi.
Ne yapmak gerektiğini akşam gezintiye devam ederken anladık. Kaldırımlarda satış yapan seyyar satıcılar, en öne elektrikli ocakları koymuşlar.
Öyle ya, tencerenin altı tüpgazla yanmıyorsa, elektrikli ocak ne güne duruyor? Tabii, eğer elektrik varsa, ve iki hafta önce olduğu gibi beş günlüğüne kesilip bütün şehri karanlıkta bırakmadıysa...
Konuştuğum bir Halepli, "Şu an bulunduğumuz Süleymaniye Caddesi normal zamanlarda kalabalıktan yürümenin neredeyse imkânsız olduğu, şehrin nabzının attığı merkezlerdendir" diyor, "Bugünlerde ise rahatlıkla dolaşabilirsiniz, çünkü kimse evinden çıkmak istemiyor. Bu cadde hiç bu kadar tenha olmamıştı."
'Tenha' kelimesine takılıyorum, çünkü şehrin gördüğüm diğer mahalle ve sokaklarına göre, Süleymaniye Caddesi her şeye rağmen hayatın aktığı, alışverişin devam ettiği, insanların vitrinlere baktığı, bir şeyler aldığı veya öylece dikilip birileriyle sohbet ettiği, kısacası hayatın sürdüğü bir yer.
Oysa şehrin birçok yerinde, sokakta yürürken dakikalarca insan görmeyebiliyorsunuz. Halep nüfusunun büyük kısmı, sokağa çıkmaktansa evinde oturmayı tercih ediyor. Çalışan nüfus dahi evde oturuyor, çünkü işyerlerinin çoğu kepenk açmıyor, çalışmıyor.
Orta sınıf da zor durumda
İşyerlerinin açılmaması, bir başka büyük soruna yol açıyor: Maaşla, haftalıkla geçinen emekçi sınıfından insanların parasız kalması... Daha varlıklı, iş sahibi, geliri yüksek kesimler, mevcut birikimleriyle hiç değilse bir süre daha çalışmamaya dayanabilecekler.
Ancak, mütevazı bir hayat süren, geçinmek için çalışıp ücret almak zorunda olan kesim ya kenarda birikimi hiç olmadığı, ya da o birikim olağanüstü ekonomik koşullarda hızla eridiği için, çok daha büyük zorluklarla karşı karşıya kalacak gibi görünüyor.
Orta sınıf da hızlı bir şekilde yoksullaşma tehlikesiyle karşı karşıya. Görüştüğüm çok sayıda kişi, gidişat böyle sürerse, Halep'te kısa süre sonra büyük bir gıda sıkıntısı baş gösterebileceği ve çok büyük bir nüfus kesiminin açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalabileceği yönündeki kaygısını dile getirdi.
Duvar diplerinden
İnsanların evlerinden çıkmak istememelerinin nedeni, gün ve gece boyu sürekli olarak duyulan çatışma ve bombalama sesleri. Kimse kendini sokakta tam anlamıyla güvende hissetmiyor. Bu durum bazı günlerde daha da yoğun bir şekilde hissediliyor.
Öyle zamanlarda, havada asılı duran büyük bir gerilim, sokağa çıkmak zorunda kalan insanların da içgüdüyle sürekli sağa sola bakmasına, kaldırımın ortasından değil duvar diplerinden yürümesine neden oluyor.
Şehir merkezinde çok sayıda asker, sokak başlarında, Baas Partisi'nin merkezlerinde veya askeri birimlerde, kum torbalarının ardında, ellerinde silahlarla nöbet tutuyor.
Zaman zaman, bacağından veya kolundan yaralanmış, başı sargılı askerleri veya milis gücü olan Şebbihaüyelerini görmek mümkün. Aynı şekilde, birdenbire bir sokakta, çatışmanın ortasında kalıp, bir kapı aralığına, daha dar bir sokağa veya hasbelkader açık kalmış bir dükkâna sığınmak da, korkutucu olsa da, günlük hayatın bir parçası.
Zaten bu yüzden insanlar sürekli birbirleriyle haberleşerek, adeta hava durumundan haberdar olur gibi, o gün hangi mahallelerde çatışma olduğunu öğrenmeye çalışıyor. Gidilmesi gereken yer varsa, rota, çatışma ihtimaline göre belirleniyor ve mümkün mertebe güvenli yollar tercih ediliyor.
Sadece dinsel bir savaş değil
Halep nüfusunun büyük kısmı Sünni. Kentte önemli bir güce sahip olan Hıristiyanların çoğu rejimi destekliyor. Benim için merak uyandırıcı olan, bir mezhep çatışması olarak görmeye biraz da alıştığımız bu iç savaşta, Sünni nüfusun muhaliflere yönelik tavrının ne olduğu. Çünkü muhtemelen yarın açısından belirleyici olan, Halep'te çoğunluğu oluşturan Sünnilerin tutumu olacak.
Halep ziyareti sonrasında bir günlüğüne gittiğim Beyrut'ta sohbet etme imkânı bulduğum Suriyeli bir siyasetbilimci, Halep'te yaşayan Sünni nüfusun, bir azınlık yönetimi olan Esat rejiminden pek hazzetmese de, var olan ticari ilişkileri ve yaşam düzeninin bozulmaması için, muhalifleri desteklemediğini söylüyor.
Muhalif kanattan gelen, Haleplilere "mücadeleye yeterince destek vermedikleri" gerekçesiyle sitem eden açıklama da bu analizi doğruluyor.
Özgür Suriye Ordusu çatısı altındaki muhalif güçlerin Halep kentinde bazı bölgeleri ele geçirmesinin ardından, düzenli ordu, sistemli bir şekilde, muhaliflerin elinde olan veya henüz sızdığı mahalleleri bombalıyor. Uzaktan top veya havan atışışeklindeki bu bombalamalar, MİG savaş uçakları veya askeri helikopterlerle de destekleniyor.
Dolayısıyla, muhaliflerin girdiği bölgeler kısa bir sürede harabe halini alıyor. Halepli bir öğretmen, siyasi olarak yakınlık duyanların bile, muhaliflerin kendi semtlerine gelmesini istemediğini, çünkü evlerinin, mahallelerinin rejim güçleri tarafından yıkılmasından korktuğunu söyledi.
Bu, muhalefetin kentte belirli başarılar kazanmış olsa da, bu başarının kısmi kalmasının nedenini büyük ölçüde açıklayan, önemli bir tespit gibi görünüyor.
Bombalar altında bayram eğlencesi
Halep, aynı zamanda bir mülteci kenti halini almış durumda. Bir taraftan göç veren şehir, özellikle kenar mahallelerden gelen ve yaşadıkları yerler bombalandığı için evsiz kalan on binlerce insana ev sahipliği yapıyor. Şehrin merkezinin daha güvenli olduğuna inanan bu insanlar, kentin çeşitli yerlerindeki 100 kadar okula dağıtılmış durumdalar.
Bu okullara bazı insani yardım kuruluşları yardımda bulunuyor. Örneğin Katolik Cizvit tarikatı üyesi rahipler, Halep'te sekiz okulun tüm yükünü sırtlanmış durumda. Müslüman, Hıristiyan ve Alevi gönüllü gençlerin desteği ve emeğiyle, bu okullarda her gün iki öğün yemek dağıtılıyor. Sınıflara yerleştirilen aileler, mahremiyetlerinin sağlanması için, perdelerle birbirinden ayrılıyor.
Bu okullardan birini ziyaret ettim. Ramazan Bayramı'nın ilk günü, akşam saatleriydi. Gün boyu kentte bayramın havasını solumak mümkün olmamıştı.
Zaten kimsenin bayram neşesini duyacak hali de yoktu. Ancak gönüllü gençler okulun bahçesine bir org getirdiler, ses düzenini kurdular ve onlarca çocuğun meraklı bakışları altında müzik yapmaya başladılar. Bir anda ortalık şenlendi.
Küçük büyük, kadın erkek, herkes halay çekmeye, dans etmeye başladı. İnsanın yaşama sevinci bu ağır şartlar altında yüzünü birkaç saatliğine de olsa gösterirken, her dinden gençlerin çabasıyla gerçekleşen bu küçük mucize, geleceğin Suriye'sinin hangi temeller üzerinde yükselmesi gerektiğine dair de bir kıvılcım çakıyordu adeta.
Bombalar altında dans eden bu insanların gösterdiği gibi, savaş ortamında kaygılar, korkular, gerginlikler üst seviyede olsa da insan hayatı devam ediyor.
Yazının başında sözünü ettiğim türden sofralara, sohbetlere çokça tanık oldum. İnsan evde otururken duyduğu bomba seslerine hızla alışıyor. Bir süre sonra, bombalar sohbeti kesmez hale geliyor.
Şiddetli bir sarsıntıdan sonra ise, ancak "Bu seferki çok güçlüydü" ya da "Bu sefer nereye düştü acaba?" gibi tepkiler veriliyor ve sohbet kaldığı yerden devam ediyor.
Bir linç manzarası
Ancak, var olan gerilim, ev içlerine kapalı kalmanın getirdiği bunaltı ve geleceğe dair güvensizlik, kaçınılmaz olarak insanların ruh halini etkiliyor. Bu da, ani ve şiddetli sevinç veya üzüntü nöbetlerini beraberinde getiriyor.
Bu gelgitli ruh halinin acı bir tezahürüne, 21 Ağustos akşamı tanık oldu Halep. O gün, düzenli ordu, çatışmaların ardından bazı mahalleleri muhaliflerden geri aldı.
Gün akşama dönerken, yakalanan muhalifler iki minibüse doldurulup Süleymaniye yakınlarındaki, askeri amaçlarla kullanılan parti merkezine getirildi ve halkın önüne 'atıldı'.
Önce bağrışmalar duyuldu ve ardından, çok sayıda insan, esirlere tekme ve tokatlarla saldırmaya, tükürmeye, içlerinden bazılarının sakallarını yolmaya başladı.
Bu 'zafer'i kutlamak için havaya ateş ediliyor, yakındaki apartmanların balkonlarından zılgıtlar çekiliyor, askerlerin üzerine pirinç taneleri ve şeker atılıyordu.
İnsanlar, bu büyük sevinç gösterisinin karşı taraf üzerinde nasıl bir etkisi olacağını ve belki de daha büyük bir intikamı tetikleyerek şiddeti körükleyeceğini hesaba katmadan, sevinçlerini dışa vuruyordu.
Bu yüksek volümlü sevincin bedeli, yarın aynı büyüklükte bir üzüntü olabilirdi. Kimsenin bunu düşünmüyor olması, Suriye'de rejimin ve taraftarlarının bugünlerdeki haletiruhiyesini anlatıyordu. Korku ve önyargılar insanı insanın kurdu haline getirirken, devlet televizyonunda dahi verilen bu büyük saldırganlık gösterisi, Suriye'ye barışın gelmesinin ne kadar zor olduğunun canlı bir ispatıydı.
"Mayr Kağut" için en zor zamanlar
Halep, Ermeni kültürü açısından da büyük önem taşıyor. Geçmiş yüzyıllarda da önemli bir ticaret ve dolayısıyla çekim merkezi olan şehirde, çok eski zamanlardan beri bir Ermeni nüfus var. Ancak şüphesiz, şehrin Ermenilerle ilgili yakın tarihinin başlangıcını, 1915 ve hemen sonrasında yaşananlar oluşturuyor.
Ermenilere yönelik kırım politikasından kurtulabilenlerin en yoğun olarak sığındığı şehirlerden biri olan Halep, soykırım sonrası kurulan ve kurumsallaşan ilk Ermeni topluluğuna ev sahipliği yaptı.
Bugün diaspora topluluklarını oluşturan diğer cemaatler, genelde yolu Halep'ten geçmiş kişilerden oluştuğu için, bu kent Ermeni gerçekliğinde 'Mayr Kağut' (Ana Cemaat) olarak anıldı.
Üç farklı mezhebin kilise ve okullarının, Ermeni siyasi partilerinin kültürel yapılanmalarının, hemşeri derneklerinin ve okulların var olduğu Halep, diasporada Ermeni kültürünün de en önemli yaşam alanlarından biri oldu.
"1915'ten sonra kabul gördük"
Arap halkının büyük bir hüsnükabulle içerisine aldığı, aç ve yoksul, kılıç artığı Ermeniler, çalışıp didinerek, zamanla hem kendi yaşamsal koşullarını düzelttiler, hem de Suriye vatanına hizmet ettiler.
Hıristiyan ve Müslüman Arap ahalinin sevgisini, saygısını, itibarını kazandılar. Halep'te sohbet ettiğim Doktor Levon Darakçıyan'ın "Görevli olduğum Arap köylerine gittiğimde beni hep 'Doktor el-Ermen' diye, büyük bir hürmetle karşıladılar, adeta başlarının üzerinde taşıdılar" derken, bu bağın gücü hakkında küçük ama anlamlı bir örnek vermiş oluyor.
Bugün tüm dünyadaki Ermeniler, Suriye Ermenilerinin can güvenliği ve geleceği için kaygılanıyor. Ortadoğu'daki gerilim ve çatışmaların, bölgedeki Ermeni yaşantısına son vermesinden endişe ediliyor.
Bunun olmaması için çeşitli yardım imkânları araştırılıyor; destek için çareler düşünülüyor. Ancak ne yazık ki, Suriye'de siyasi tarafsızlığını ve silahsız kalacaklarını ilan etmiş olan Ermenilerin yarını, en azından pratikte kendi ellerinde olmayacak ve onların boylarını çok aşan büyük gelişmelere bağlı olacak.
Rejim ile muhalefet arasındaki çatışma daha da şiddetlenirse, Ermenilerin de şiddete maruz kalma ihtimali artacak; öyle veya böyle kurulacak yeni Suriye'deki siyasi dengeler ise, Ermenilerin ülkedeki geleceğini belirleyecek.
Saygınlığı korumak
Suriye Ermenileri siyasi tarafsızlıklarını ilan etseler de, tercihlerinin büyük ölçüde Esad rejiminin devamından yana olduğu bir sır değil.
Rejimin eğitim kurumlarından geçmiş, devlet medyası tarafından bilgilendirilen halk tabakaları için bu durum anlaşılır olsa da, sorumlu mevkilerde oturanların, Suriye'de yaşanan krize daha geniş bir perspektiften bakarak, Suriye vatandaşlığı temelinde, farklı kesimlerle diyalog kanallarını açık tutan, altı daha iyi doldurulmuş bir tarafsızlık tutumu izlemeleri, daha zekice bir tutum olabilirdi.
Halep Ermeni toplumu içinde, muhaliflere sempati besleyenlerin sayısı çok az. Onlar, Ermenilerin, 40 küsur yıllık geçmişi olan Baas rejimine veya Esad ailesine değil, kendilerine 100 yıl önce kucak açan, farklı inançlardan tüm Arap halkına vicdan borcu olduğu, dolayısıyla bu bilinçle hareket etmeleri gerektiğine vurgu yapıyordu.
Görünen o ki, Suriye Ermenileri açısından yakın gelecekteki en büyük siyasi sınav, geniş halk kitleleri nezdinde Ermenilerin geçmişten beri sahip olduğu saygınlığın kaybedilmemesi olacak.
Gıda dağıtılıyor
Halep Ermeni toplumu, rejime duyduğu bağlılıktan ileri gelen bir tür siyasi miyopluk nedeniyle, yaklaştığını tespit etmekte epey geciktiği bu zorlu günleri en az zararla atlatmak için çeşitli çalışmalar başlatmış durumda.
Apostolik, Katolik ve Protestan Ermenilerin dini önderlerinin, çeşitli dernek ve örgütlerin yan yana gelmesiyle ulusal bir nitelik kazanan ve 'ŞdabOknutyanMarmin' (Acil Yardım Komitesi) adı verilen bir yapı kuruldu. Bu komite, zor günlerde halka gıda dağıtmak için maddi kaynak oluşturmak ve şimdiden çeşitli alımlar yapmak üzere çalışıyor.
20 Ağustos Pazartesi, bu yardımlardan yararlanmak isteyenler için kayıt günüydü ve bir günde 930 kişi kaydedildi. Aynı şekilde, Ermeni Genel Hayırseverler Birliği de (HPIM, Parekordzagan), şu ana dek 750 aileye, koliler içinde, bir ay yetecek miktarda, dayanıklı gıda maddeleri dağıttı. Gıda yardımından yararlanan ailelerin sayısı, Halep Ermenilerinin içinde bulunduğu durumun zorluğuna da işaret ediyor.
Okullara yardım
Suriye'de görüştüğüm Ermenilerin çoğu, yurtdışından ulaşacak yardımlar için en doğru adresin Ermeni okulları olduğu konusunda hemfikir.
Halep'teki okullarda öğrenciler, 300 ila 700 dolar arasında yıllık ücret ödüyor. Normal şartlarda ucuz bir ülke olan Suriye'de, bu önemli bir meblağ.
Hele savaş koşulları düşünüldüğünde, aileler için büyük bir yük olacak bu ücretin yurtdışından gelen yardımlarla ödenmesi, pek çok kişiye rahat bir nefes aldırabilir.
Ancak, resmi açılış tarihi 16 Eylül olarak açıklanan okulların güvenlik sorunu nedeniyle eğitime start verip vermeyeceği henüz belirsiz. Koşullar değişmezse, okullarda eğitimin başlama ihtimali epey zayıf.
Gidişler kalıcı göçe dönüşebilir
Suriye Ermenilerinin neler yaşadığı, ülkeyi terk edip etmeyecekleri, nasıl korundukları hakkında, çeşitli yayın organlarında türlü haberler yapılıyor. Bu haberlerin pek çoğunun masa başından, yerel koşulları bilmeden üretildiğini ve yanlış bilgiler içerdiğini söylemek gerek. Suriye'de görüştüğüm Ermenilerin çoğu, bu hatalı haberlerden şikâyetçi.
Halep'te, geçmişte 80 binleri bulan Ermeni nüfusu, son 30 yıl içinde 40-50 bine düştü. Gidenler çoğunlukla, görece varlıklı ailelerdi. Bugün de, çatışmaların şiddetlenmesinin ardından, öncelikle daha iyi gelire sahip olan ve ellerinde geçerli pasaportu olanlar, hiç değilse olayların rengi belli olana kadar yurtdışına, özellikle Ermenistan'a ve Lübnan'a gitmiş durumda.
Bu yolculuklar halen yoğun bir şekilde devam ediyor. Ermenistan'a giden uçaklara bilet bulmak çok zor. Hatta, güvenli olmamasına rağmen, otobüslerle veya kendi arabalarıyla, karayoluyla, Türkiye sınırını geçerek Ermenistan'a gidenler var.
Halep'in Ermenistan konsolosluğuna yaptığım ziyarette, yetkililer bu yıl içerisinde Ermenistan'a 5 bin kişinin gittiğini ifade etti. Bu, cemaat sorumlularının yaptığı açıklamaların aksine, kitlesel bir hareketlenmenin söz konusu olduğunu doğruluyor.
Ancak, gözlediğim kadarıyla, bu gidişlerin büyük çoğunluğu, hiç değilse şimdilik kalıcı bir nitelik arz etmiyor. Çünkü zaten, maaile gidenlerin sayısıçok fazla değil.
Genellikle kadınlar ve çocukların yurtdışına çıkması sağlanırken, erkekler, evlerine ve işyerlerine göz kulak olmak için Halep'te kalıyorlar. Ancak çatışmaların daha uzun sürmesi halinde bu ailelerin tutumunun ne olacağını kestirmek zor.
Şahsi gözlemim, savaş koşulları altında kalıcı göçün görece az olacağı, insanların Suriye'de kalmayı tercih edeceği; ancak barışın sağlanmasının ardından, uygun şartların oluşmasıyla, evlerini barklarını satıp yurtdışına gitmenin yollarını arayacağı yönünde.
Dolayısıyla Suriye Ermeni toplumunun geleceği hakkında iyimser olmak çok kolay değil, çünkü korku artık bir kez baş göstermiş durumda.
Bu kaçınılmaz görünen sonu engelleyecek yegâne gelişme ise, iç savaşın ardından kurulacak yeni Suriye'nin, ilk günden çoğulcu ve demokratik bir raya girmesiyle ve Ermenilerin de bu çorbaya kendi güçleri ölçüsünde tuz katmalarıyla olabilir. (RK/EKN)
* Bu yazı AGOS'un 31 Ağustos 2012 tarihli 855. sayısından alınmıştır
**Fotoğraf: Rober Koptaş