“…Sevmek için, o temel ve o -kadar da- sevimli olmayan kemikli kadına dokunur, bu doğa anlayışını kendimiz için çözer, onu tekrar düzene sokar ve hayata döndürürüz. Bilinçdışını yüzeye çıkarmak, hatta tesadüfen onu çekerek eve götürmek de yeterli değildir. Ondan çok uzun süre korkmak ya da onu hor görmek, sevginin gelişimini sekteye uğratır…”
Böyle diyor “Kurtlarla Koşan Kadınlar” kitabındaki “İskelet Kadın” öyküsünde Clarissa P. Estes…
Clarissa, İskelet Kadını -güzel olmayanı- sevme becerimizi sorguluyor, onu sevebilmenin kendimizdeki parçalı, yıkık-dökük sevginin bütünleşmesine vesile olacağını vurguluyor. Ona sevgiyle dokunabildiğimizde, iskeletin ete kemiğe büründüğünü, bizi sevgiyle kucakladığını ve o hayat bulurken bize de canlı bir hayat sunduğunu anlatıyor…
Peki İskelet Kadın nedir?
Gözümüze güzel görünmeyendir…
Kusurlu, yanlış görünen, eksik-hatalı görünendir…
Zordur bu yüzden İskelet Kadını sevmek. Sevmeye kalksanız kemikleri batar, yosunlanmış saçları elinize yüzünüze bulaşır. Her sevme girişiminiz başarısızlıkla sonuçlanır. Ne yapacağınızı bilemezseniz. O yüzden her defasında kaçmayı “mesafe koymayı” denersiniz. Oysa her kaçışınızda biraz daha “sevme yeteneğini güçlendirmek”ten uzaklaşırsınız.
“…Onunla ilişkiye girenler uzun vadeli bir sevme becerisi kazanırlar. Giremeyenler kazanamazlar. Bir üçüncü yol yoktur..”
Çoğumuz İskelet Kadın’la karşılaştığımızda korkup iteriz onu uçurumlardan aşağıya… Bela istemeyiz öyle değil mi? Hayatımızın çoğu evresinde bunu yaparız, ilişkilerimizde bir şeyler karmaşıklaştığında, korkunç bir şeyler yaşandığında koşarak uzaklaşırız… Oysa İskelet Kadın her defasında yeniden suyun derinliklerinden yükselecek, ağımıza takılacaktır. Kaçmak faydasızdır. O karmaşa da aklımıza gelmez ama belki de “…korkulan şey güçlendirebilir, iyileştirebilir”
“…İtilen İskelet Kadın suyun altına batar ama tekrar tekrar yükselecek ve tekrar tekrar takip edecektir. Bunu yapmak onun işidir. Öğrenmek bizim işimizdir. Sevmek isteniyorsa etrafından dolaşılamaz. Onu kucaklama işi bir görevdir. Meydan okuyan bir görev olmazsa, bir dönüşüm de olmaz. Bir görev olmazsa, gerçek bir doyum hissi de olmaz. Hazzı sevmek bir şey getirmez. Gerçekten sevmek, kendi korkusunu yenebilen bir kahraman ister”
Egolarımızın istekleri ile ruhlarımızın istekleri arasında bocalarken, hazzın uçucu ve geçici tatminleri bizleri oradan oraya savurur. Bu uçucu hazzın peşinde koşarken yoruluruz. Karmaşık olanı, İskelet Kadın’ı çözmeye enerjimiz kalmaz.
Güzel olmayandan yüz çevirmek kolaydır ve biz her defasında kolay olanı seçeriz. Her defasında İskelet Kadın bir daha, bir daha uçurumdan atılır.
Denizin dibinde bir kemik yığını olarak oradan oraya savrulur; yosunlu, uzun, upuzun saçlarıyla…
Ve bizler bir kez daha başkasındaki ve kendimizdeki güzel olmayana dokunma fırsatını kaçırmış oluruz…
Böylelikle bir kez daha sevilmeye duyduğumuz gizli açlığımızı fark edebilme,
Yetersizliklerimizi, yanlış anlayışlarımızı kavrayabilme fırsatını kaçırmış oluruz…
Bir kez daha kendimize ulaşabilme, kendimizi sevebilme fırsatını kaçırmış oluruz…
“… İskelet Kadın’ı çözmek, sevginin daima ışıldayan mumlar ve daima çoğalmak anlamına gelmediğini anlamaktır. İskelet Kadın’ı çözmek, kendini yenilemenin karanlığında korkuyu değil, cesareti bulmak demektir. Eski yaralar için merhem demektir…”
Merhem her zaman güzel olanda değildir, hatta belki de çoğunlukla değildir. Fakat yine de her defasında merhemi pürüzsüz yerlerde ararız. Çünkü güzel olmayanla temas kuracak cesareti bulamayız. Çünkü ama’larımız çoktur ve zihnimizin karanlık hayaletleri gibi, olur olmadık zamanlarda başımıza üşüşürler.
Ne kadar çok bilirsek, sevgi konusunda o kadar beceriksizleşiriz…
Ne kadar çok büyürsek şefkatten, sabırdan o kadar uzaklaşırız,
Merhemden uzaklaşırız…
Güzel olmayanın güzelliğiyle buluşmaktan uzaklaşırız…
“…İskelet Kadın’ı çözmüş olan kişi sabrı tanır, nasıl bekleyeceğini daha iyi bilir. Boşluk karşısında şaşırmaz ya da korkmaz. Muradına ermenin getirdiği hazzın altında ezilmez. Elde etme ‘hemen sahip olma’ gereksinimleri, ilişkinin döngülerinin bir arada nasıl işlediğini gözlemlemeye, onun bütün boyutlarını anlamaya yönelik daha incelikli bir beceriye dönüşür. Şiddetin güzelliğiyle, bilinmeyenin güzelliğiyle, güzel-olmayanın güzelliğiyle ilişkiye girmekten korkmaz…”
Peki İskelet Kadın’ın doğası nasıl çözülür?
Gerçek ve boşluksuz bir yüzleşmeyle,
Kusurlu ve güzel olmayana dokunma cesaretiyle,
Sarsıcı bir meydan okumayla hayaletlere ve korkulara karşı…
Tekli sorulara çoklu cevaplar arayarak,
Sezgiyi dinlemeyi ve bu sesi kuru gürültüden arındırmayı öğrenerek,
Dökülmesi gereken derilerin dökülmesine-değişime izin vererek,
Kendimize ve ötekine daha şefkatli davranmayı seçerek…
Yara almaktan, incinmekten kırılıp dökülmek korkmayarak,
Neyin yaşaması, neyin ölmesi gerektiğini anlamayı öğrenerek,
Ölmesi gerekenlere ölmeleri için, yaşaması gerekenlere yaşamaları için izin vererek.
Her zaman açan bir çiçekte değil, çorak bir toprakta da yaşamın izlerini arayarak…
Yorgun bir uykudan yeniden, dirilerek uyanarak…
Ve de sık sık bu soruları sorarak:
“…Daha fazla hayat üretmek için, bugüne daha çok hangi ölümü vermeliyim? Neyin ölmesi gerektiğini biliyor, ama buna izin vermekte duraksıyor muyum? Sevmem için bende ölmesi gereken nedir? Hangi güzel-olmayandan korkuyorum? Güzel-olmayanın gücü, bugün benim ne işime yarar? Bugün ölmesi gereken nedir? Yaşaması gereken nedir? Hangi hayatın doğmasından korkuyorum? Şimdi değilse, ne zaman?”
İskelet Kadın’ın doğasını çözmek hiç kolay değildir. Yılları bulan zahmetli bir yolculuk, yüreklerimizi ağızlarımıza getiren tehlikeli bir tırmanış belki de hazineye ulaşmak için tırnaklarımızla kirden-topraktan arınmamız gerekecek…
Geriye salt sevgi kalana kadar arınmamız gerekecek…
Zaman içinde yorgun düşmüş deneyimlerden, nasırlaşmış düşüncelerden arınmak gerekecek…
Gelip geçenlerin dallarımıza bağladıkları çaputlardan kurtulmamız gerekecek…
Bize ait olmadıkları halde, her rüzgarda biraz daha dallarımıza dolanan yırtık-pırtık isteklerden, hırslardan, korkulardan kurtulmamız gerekecek…
Belki çok korkacak, çok vazgeçecek, çok yorgun düşeceğiz ama bir kere bu zahmete katlandığımızda Hayat/Ölüm/Hayat doğasının bütünsel uyumunu yakalayacağız. Ve bu uyumdan beslenen sevgiyle dinlenecek, kendimizi ve ötekini tamamın bütünlüğü içinde kucaklayacağız. Bir bütünün en uyumlu parçasına dönüşeceğiz…
“…İskelet Hayat/Ölüm/Hayat doğası için mükemmel imgedir. Psişik bir imge olarak iskelet, birbiriyle sürekli ve uyumlu bir ilişki içinde olan yüzlerce irili-ufaklı, tuhaf biçimli çubuk ve tokmaklardan oluşmuştur. Bir kemik döndüğü zaman, algılanamaz düzeyde bile olsa, diğer kemikler de döner. Hayat/Ölüm/Hayat döngüleri tamı tamamına buna benzer… Yine küçücük bir kemik yerinden çıktığında, ufak bir parçası koptuğunda, ayrıldığında ya da burkulduğunda toplamın bütünlüğü zedelenir. Tek başına ya da bir ilişki içindeki Hayat/Ölüm/Hayat doğası bastırıldığında da aynı şey olur. İnsanın hayatı hareketi aksatır, durdurur, topallatır, engeller. Bu yapı ve döngüler incindiğinde sevgi olanaksız hale gelir. Suyun altında yatarız; sadece ileri geri hareket eden kemikler olarak…”
Aradığınız her şey sizi aramakta… (YÖ/AS)