Genç kadın ormanı savunduğu için gözaltına alınmış, iki erkek, bir kadın memur tarafından karakolda küstahça sorguya çekiliyordu. Bir süredir yaşadığı ağaç evindeki tüm şahsi eşyaları gibi ped ve tamponlarına da el konmuş, âdet kanının ortalığa saçılmasına engel olamayacak duruma düşürülmüştü. Yarım saattir süren sorgu sırasında oluşan müşkül vaziyete bir çare aramadıkları gibi kadını "Her yere kan bulaştırdın!" diyerek aşağılayan polisler, "Domuzsun sen..." gibi iğrenç sözler sarfetmeye devam ediyorlardı. Hakları olmamasına rağmen fotoğraflarını çekiyor, korkması ve akabinde çözülmesi için baskı yapıyor, konuşmasını ve arkadaşlarını ihbar etmesini istiyorlardı. Uzmanlık alanları ve görevleri aslında tam da buymuş gibi görünüyordu.
Fazlasıyla tatsız olay, Almanya'nın en büyük linyit kömürü madeninin yanıbaşındaki meşe ormanının kesilmemesi için verilmiş mücadele sırasında gerçekleşmişti. Silahsız ve savunmasız direnişçilere tam teçhizatlı güvenlik kuvvetleri saldırmış, kepçeler, vinçler, elektrikli testereler ve ayrıca havadan helikopterlerle ormana dalan ekipler, polise karşılık vermeden mücadele eden aktivistlere teröristmiş gibi davranmıştı. Polisler Hollywoodvari koreografilerden medet umarak barışçıl aktivistleri ağaçlarından sansasyonel tavırlarla uzaklaştırıp gözaltına almıştı.
Üstelik, çarpıcı olması için bilhassa uğraşılmış operasyonun son kuşatması sırasında, gene kanunlara aykırı biçimde basın mensuplarının direnişin çekirdek mıntıkasına girmesine engel olunmuş, fakat sinema öğrencisi Steffen Meyn'in olay mahalline bir gece önce sızmasına mani olamamışlardı.
"Vergiss meyn nicht" (Lonely oaks) adlı belgesel bizi yalnız Steffen'in kamerasının yakaladığı görüntüler aracılığıyla değil, muhtelif direnişçilerin ormanı niçin korumaya çalıştıklarını anlattıkları röportajlarla da aydınlatıp ikna ediyor. Fabiana Fragale ile Kilian Kuhlendahl imzasını taşıyan 2023 Almanya yapımı 100 dakikalık belgesel dünya prömiyerini Berlin Film Festivali'nde gerçekleştirdikten sonra yolculuğunu dirayetle sürdürüyor, coğrafyamıza en kısa zamanda uğraması işten bile değil.
Filmin gerçekleşmesini sağlayanlar kesinlikle "hayat" yanlısı olduklarından, belgeselde "ölüm" olgusunu popüler pornografik jargon çerçevesinde kullanmamaya ihtimam gösteriyor. Bu yüzden seyirci tanıtım metninin aracılığıyla Steffen'in mevzubahis polis baskını sırasında ağaçtan düşüp öldüğünü başından beri biliyor; filmin sonunda yükselen gerilime rağmen, Steffen'in kafasına monte edilmiş 360 derecelik merceğe sahip kamerayla yüksekten yere çakılma anının bize gösterilmemesi bunun ispatı sayılabilir.
Steffen unutulmayacak
Belgeselin başında ve fragmanında polislerin Steffen'in kamerasını kuru yaprakların arasından toplarken, ne yaptıklarını tam olarak bilmez hallerini izliyoruz. Kamera görüntü ve ses kaydını hâlâ sürdürdüğünden memurların karşı karşıya bulundukları dinamikle alakalı olarak ne kadar hazırlıksız oldukları anlışılıyor. Sebep oldukları trajik ölümün sorumluluğunu üstlenmemek üzere kamera mevzusuna odaklanmış durumdalar. Bir televizyon dizisi senaryosu misali, mantıklı olmaya çalışırken vakaya çiğ ve acemice yorumlar getirmeye, boş laflardan müteşekkil diskurlarla esas meseleyi savuşturmaya çalıştıklarını duyuyoruz.
Arkadaşlarından öğrendiğimiz kadarıyla şehirli Steffen zaten oldum olası yükseklikten korkmuş, buna rağmen hadiseyi belgelemeye soyunduğunda kendini aşarak yalnız ağaç evlerine tırmanmayı değil, bir ağaçtan diğerine geçmek üzere biri ayaklarıyla bastığı, diğeri kollarının seviyesinde, elleriyle tuttuğu iki tel sayesinde karşıdan karşıya bir akrobat misali hareket etmeyi başarmıştı. "Takatuka" (bizimki Hugahuga'ydı) gibi isimleri olan ağaç evler arasında yine tahtadan köprüler, meşelerin tepelerinde kurulmuş yaşamın kendine has geometrik estetiğini muhakkak ki yansıtıyordu, ta ki insanın dikkati bir anlığına da olsa dağılana kadar...
Kuzey Ren-Vestfalya'da orman ve maden
Sevenlerinin Hambi adını taktığı Hambach ormanındaki direnişe 2017'den itibaren dahil oluyor, belki ütopik, belki devrimci bir enerjiyle, işbirliği, yardımlaşma, dayanışma misallerine tanıklık ediyoruz.
Heyula gibi linyit kömürü madeninin şimdiye kadar çevreye verdiği zarar yetmezmiş gibi genişlemesine de dur diyen olmadığından, bu asil görev tabiat, iklim ve yeryüzü için savaşan aktivistlere kalıyor.
Fakat onlar için "hayat" en mühim olgu sayıldığından bu dava uğruna damgalanmak, gözaltına alınmak, işekenceye tabi tutulmak, hapse girmek ve ölmek istemiyorlar; dolayısıyla maske takmayı, arkadaşlarını ihbar etme baskısı altında kaldıklarında zorlanmamak üzere gerçek adlarını değil de kod adları kullanmayı tercih ediyorlar. Tabii ki bu görüntüleri konforlu evlerinde, magazin misali televizyon haberlerini izleyenlerin kriminalize edilmiş aktivistleri "terörist" olarak algılamasını kolaylaştırıyor, bu da taraflı medya eliyle iktidarın ekmeğine sürülen yağın muhtelif katmanlarından biri olarak sömürülüyor.
Seyirciye röportajlarda aktarıldığı kadarıyla, direnişe katılmış olduğu bilinenler daha önce yaşadıkları mahallelerde bile aşağılanıp dışlanabiliyor, ölüm tehditleri alabiliyor, bilhassa kadınlar şiddetten muzdarip olmamak için sokağa tek başlarına çıkamaz hale gelebiliyor.
Ne de olsa dünyadaki çoğu rejim gibi Almanya iktidarı da tek bir sırt çantasıyla hareket edebilecek ve her gittiği yere kolaylıkla uyum sağlayabilecek hür ruhlu bireyleri tehlikeli addedip sürüye dahil olmaya hiç de niyetli olmadıklarından onlara kara koyun muamelesini münasip görüyor (hele bir de ateistse!).
Filmde barışçıl direnişin yanı sıra Filistinli çocuklar misali güvenlik kuvvetlerine taş atmak suretiyle şiddet bazlı protesto olgusu da tartışılıyor; şiddetten fazlasıyla muzdarip dünyamızda şiddetin nedense iktidardakilerin tekelinde sayıldığı da bu vesileyle bize hatırlatılmış oluyor.
Polis bir ara gelip direnişçilerle uzun istişarelerde bulunuyor; amaçları aktivistler arasındaki muhtemel fikir ayrılıklarını teşhis etmek, direnişçileri bu kanaldan bölmeye çalışmak, aralarına nifak sokmak, birliği bozarak çatışmalarını sağlamak; provokasyonlar da cabası!
"Şehit olmak istiyor musun?" sualiyle karşılaşabilen çevre direnişçileri bunu çok kaba bir soru addediyorlar. Mücadele sırasında çok şey öğrenseler, geliştiklerini hissetseler, ormanı koruyarak toplumsal dönüşüme katkıda bulunduklarını bilseler de onlar için "hayat" ne de olsa en yüce olgu.
Beyinleri yıkanmış...
Steffen ağaçtan düştükten sonra "Katilleeeer... Vicdansızlaaar... Utanıııın..." çığlıkları ormanda yankılanmaya başlar. 1000 kişilik polis ordusu sanki Golyat'ı alt etmeye gelmiş gibidir.
Operasyonun mazereti ormanda yaşayan direnişçilerin yangın çıkarma ihtimalidir, oysa o coğrafyada yaz kuraklığı dönemi çoktan geçmiştir; iktidar sahipleri bir kez daha ikna edici olmaktan uzaktır.
Yasaklar, önlemler, müdahaleler göstermeliktir, amaç dikkati esas meseleden başka noktaya çekmektir.
Meşelerin tepesinde tam teçhizatlı evlerde yaşayanlar aşağıdaki polisleri ikna etmeye de çalışmışlardır aslında:
"Kalın üniforma ve zırhlarınızın içinde pişmiyor musunuz?
Dünya tarihinde şimdiye kadar ölçülmüş en sıcak Eylül ayında küresel ısınmanın tesirlerini hissetmiyor olamazsınız!
İşte bu savunduğunuz kömür madeni de bu felaketin müsebbiplerinden!
Üstelik biyolojik atıklardan bile daha az verimli linyit kömüründen bahsediyoruz!"
Kameralardan rahatsız oluyorlar!
Filmde cep telefonu bile olsa hadise sırasında silah yerine geçebilen kameranın polis davranışlarında kısıtlayıcı tesir yarattığı da teyit ediliyor. Gayet barışçıl bir göstericiyi yaka paça götürmeye çalışan birden fazla polisin yakasından düşmemiş olan Steffen'in dava arkadaşını gözaltına alınmaktan kurtardığına şahit oluyoruz.
Sonuçta devlet ve çeşitli organları insanları düzenli olarak terörize etmekten imtina etmiyor, mahkemeler ve muhtelif siyasetçilerin, güvenlik kuvvetleri tarafından yapılanların yasa dışı olduğunu defalarca ifade etmiş olması bile işe yaramıyor, iktidar resmen anarşiye başvuruyor.
Çünkü Almanya en azından bir süreliğine ormanda yaşamaya karar vermişlerin "otonom" sayılabilecek yönetim şekillerine kendi hudutları dahilinde tahammül edemiyor, "Solcu ekstremistler"i istediklerini yapmak hususunda serbest bırakarak imajına halel gelmesine müsade etmek istemiyor.
Nüfuzunu kötüye kullanan polisler ite kaka basın mensuplarını uzaklaştırırken göstericiler bir ağızdan bağırıyor:
"Biz barışçılız, ya siz?"
Kendini zincirlediği ağaçtan güvenlik kuvvetlerince indirilmiş narin genç kız hiç direnmemesine rağmen çam yarması iki polis tarafından yürütülürken bedeni neredeyse iki büklüm hale gelecek şekilde kafası bastırılıyor; tamamıyla fuzuli kaba kuvvet gösterisi birilerine ibret olur ümidiyle sahnelenirken megalomanlıklarını tüm çıplaklığıyla ortalığa çıkarıyor.
Direnişçiler korosu, devlet politikalarının edilgen maşası haline gelmiş polisleri tekrar sağduyuya davet ediyor:
"Ebeveyniniz size kendi mesuliyetlerinize sahip çıkmayı öğretmedi mi?"
Ağacın asaleti
Mesuliyet deyince, dinî söylemlerle de bezenmiş başka bir film ağaçlara adeta söz hakkı tanıyor. Jean-Benoît Ugeux imzalı "Arbres" (Trees) adlı kısa belgesel "Her şey insan için" olgusunu masaya yatırırken kavurucu güneşin altında bunca yıl cefa çekmiş ağaçların günün birinde, birisinin karar vermesi sonucunda kesilmesini seyirciye sorgulatıyor.
Biyokütle, palet, pelet, panel, sandık veya kâğıt olma yolunda, seneler süren serpilme süreci birdenbire sekteye uğruyor ve "malzeme" insanın emrine amade ediliyor.
Şiirsel ton estetik görüntülerle harmanlanırken kereste müzayede dinamiklerini, kendini bu gezegenin efendisi sayan insan adlı mahluğun ne kadar yaygaracı ve aceleci olduğuna kesinlikle ikna olup dudaklarımzda tebessümle izliyoruz.
Herhangi bir sebepten dolayı örselenmişlerin hınçlarını hiç ses çıkarmayan ve direnmeden devrilen koca koca ağaçlardan çıkarmaları boşuna değil!
(MT/AÖ)