Fotoğraf: Canva
Şimdiki "biz" olmamızda "katkıları" olanlar kimlerdir?
Bizi oradan oraya iten; neyin iyi neyin kötü olduğunu öğretip tecrübeler kazandıranlar ve bazen de hiç ummadığımız ve bilmediğimiz yönlere savuranlar hep olmamış mıdır?
Bazen hiç tanımadığımız birileri, (keşfettiğimiz bir yazarın kitapları, bir şairin şiirleri ya da bir müzisyenin beste ve yorumları olabilir) bizi çok derinden etkilemiştir. Bu etki seçeceğimiz yolu belirlememizde de çoğu zaman etkili olmuştur.
Bu kişilerden öyle etkilenmişizdir ki gizliden gizliye onları kendimize dost edinmişizdir. Banal da gelse, onları takip etmişizdir. Onlara benzemeye çalışmışızdır. Onların sayesinde hiç gidilmemiş mekanlara gitmişiz ve oradaki insanları ve hayatlarını tanımışızdır. Yeni coğrafyalar ve kültürlerle haşırneşir olmuşuzdur. Acılarını, sevinçlerini paylaşmışızdır. Ve o zaman, ne çok yalnız ya da ne çok bilmediğimizi de anlamışızdır.
Dahası onların dillerini konuşmuşuzdur. Onlar gibi konuşmuşuz, onlar gibi yemiş-içmişiz ve onlar gibi davranmışızdır. En azından "öyle" hayal etmişizdir.
Paradoksal olan, bu kişilerin bizim varlığımızdan haberleri bile olmamıştır. Buna rağmen onların kullandıkları "dil" bize ışık tutmuştur. Onlar, gidilen yolda rehberimiz olmuşlardır. Onların seslerini hep duyar gibi olmuşuzdur.
Sıkıntıya girdiğimizde, onların nasıl davranmış olabileceklerini düşünerek, tepkilerimizi ve tercihlerimizi ona göre belirlemişizdir. Zorlukları yenmede; direnmede ve çözümler bulma sürecindeki engebeli iniş ve çıkışlarda hep onlar usumuzun bir köşesinde belirivermişlerdir. Bize seslenmişlerdir:
-Dur bakalım! Siz ne halt ediyorsunuz öyle? Yok efendim! Hiç ama hiç yakıştıramadım, aaaaa!
-Ama n'apiyim! Artık dayanacak gücüm yok, vallahi!
-Yooo! Olmaz hemen öyle pes etmek, olmaz! Asıl şimdi yaşıyorsun kardeşim, asıl şimdidir direnme zamanı. Sen her şey yolundayken, musmutluyken yaşadığını mı zannediyordun, ha? O bir oyun vaktiydi; luna parkta eğlenir olmanın vakti...! Dedim ya! Gerçek yaşam asıl şimdi başlıyor. İnan bana!
Bu sesleniş, istemesek de hep kulaklarımızda çınlamamış mıdır boş bir teneke gibi... Bazen de saksafondan yayılan romantik bir melodi olmamış mıdır?
Bu "iddia" olabildiğince absürt ve soyut gelebilir ki öyledir de...! Fakat, iyi düşünecek olursak, bilinçaltında da olsa, gizemli bir bütünlük içinde olmuşuzdur "o" gizli dostlarımızla. Hayal de olsa o "birileri"yleyizdir.
İşte biz, o kendimize "örnek" aldıklarımızla, o saygı duyduğumuz "dostlar"ımızla dünyamızı zengin kılarız. Dünyaları onlarla dolaşır ve keşiflerde bulunuruz. Ruhumuzu, usumuzu onlarla dingin tutarız. Onlarlayken, yaşamımıza, minik minik esintilerle döneriz, anlamlarla süsleriz varlığımızı. İronisi bile tebessüm nedeni olur. Düşünme fırsatı verir.
İsveçli şair ve yazar Gunnar Ekelöf, "Bana ya yaşanacak düşler ya da zehir ver öleyim" der. Ve biz düşlerimiz sayesinde yeni yeni bilgiler edinip haz alıp anlamlandırmıyor muyuz hayatı?
Ne olur ki, kısa bir anlığına, uzak dursak kederlerimizden, kasvetli güncemizden. Onlar zaten hep oradalar. Ve zaten problemlerin kıskıvrak çemberindeyiz. İstemesek de kolay kolay dışına çıkamıyoruz onların. Bu nedenle daha bir önem kazanır ruhumuzun huzur duyma ihtiyacı, beynimizin dinginliğe olan arzusu...
Kristina Lugn adında bir şair ile olan bir röportajı dinlemiştim uzun bir zaman önce (şimdi yaşamıyor). Demişti ki: "Tanıdığım birçok insan gereksiz yere endişelenir. Ben böyle değilim: Ben gereksiz yere sevinirim. Çünkü böylesi hoşuma gidiyor."
Gerçekten de o hep, durduk yere kikirdeyen biriydi. Onun bu felsefesi, beni hep düşündürmüştür.
Onu tebessümsüz düşünemem hâlâ.
Ve her sıkıntıya düştüğümde K. Lugn gibi gülmesem de hatırlatırım onu kendime. Faydası olsun diye. Oluyor mu? Lakin o da ayrı bir konu!
Diyeceğim o ki, yaşamak, bir bakıma, bir "acıyı" yenme çabasıdır. O halde, misyonlarımız evreni kurtarıcı olmasa bile, küçük fırsatların yarattığı sevinçler olacaktır hayatımızda. Onlar kapımızı çaldığında, coşkuyla kucaklayıp anı yaşamaktır bize düşen. O, "gizli dostlarımız"dan öğrendiklerimiz de bunu demiyor mu?
(HK/AÖ)