"Normal hayatımda normal bir vatandaşım ve tüm insanların normal değerlerini paylaştığımı düşünüyorum. Her gün çalışmaya gidiyorum, vergi ödüyorum. Birçok arkadaşım var, hayvanları ve çocukları seviyorum.
Sigara ve içki içmiyorum, şık kıyafetlere, gösterişli cep telefonlarına veya arabalara ihtiyacım yok, oysa ekonomik imkânlarım buna elverişli.
Fakat diğer hayatımda, benden bir parça var ki, sanırım o kadar da standart sayılmaz…"
Ailesinin toplumdaki yerini sarsma ve onları utandırma ihtimalini göz önüne aldığından, yıllar boyunca ikinci kimliğini saklayarak şizofren bir yaşam sürdürmek zorunda kalmış bir kadının itirafları bunlar.
Punk kültürünün önemli ifade biçimlerinden grafitinin asi kızı SANY, erkek egemen bir alanda kadınların varlığını ön plana çıkarıyor. Memleketi Prag'dan yola çıkarak, dünyanın çeşitli şehirlerindeki grafiti yazarı kadınla buluşurken, kendini gerçekten ait hissettiği, ikinci bir aile yaratıyor.
Yönetmenliğini Jan Zajiček'le paylaştığı Girl Power adlı belgesel, Aşk&Anarşi başlığını gururla taşıyan Helsinki Uluslararası Film Festivalinde gösterildi.
Bu sene 15-25 Eylül tarihleri arasında 29. kez düzenlenen etkinlikte ayrıca, grafitinin ABD'deki geçmişini irdeleyen, John Waters'ın seslendirdiği Wall Writers: Graffiti in Its Innocence adlı belgesel, konu hakkında çekilmiş en ayrıntılı yapıt iddiasını taşıyordu.
Fark edilmek ve tanınmak isteyen, "Buradaydım, yaşadım, varoldum"u haykıran, ilk ve en iyisi olmayı dileyen grafiti yazarlarından birçoğu kendilerine sanatçı denmesinden hoşlanmıyor; kapitalist sistemde parayla satın alınan ve sadece ticari reklamlara tahsis edilen şehir duvarlarında, panolarda, metro ve trenlerde çok daha kişisel izler bırakmak istiyor.
Penis olmadan da grafiti mümkün
Erkek grafiticilerin kısa soluklu olacağına inandığı, Sany'nin öncülüğünde kurulmuş ve sadece hemcinslerinden müteşekkil grubun adı GIRL POWER'dı. Ülkede duvarlara "Mutfağa geri dön" gibi cinsiyetçi grafitilerle maçoluklarını 2008 yılında sürdürecek kadar gerikafalı erkekler vardı.
Oysa SANY için grafiti bir takıntıya dönüşmüştü, gayet meşakkatli süreçlerden geçmesine rağmen belgeselini 2016 yılında tamamlamayı başardı.
"Bazı yüksek tel örgülerin üstünden atlamak dışında, onlardan farkımız olmadığını erkekler anlamakta zorlanıyor" diyen Madridli DONA, ‘terör’ olaylarından sonra, şehrin her köşesine yerleştirilmiş kameralar en başta olmak üzere, güvenlik önlemlerinin artmasıyla işlerinin zorlaştığını sözlerine ekliyor.
New Yorklu efsane grafitici LADY PINK, "Erkeklerin boyunduruğundaymış gibi görünen alanlara girmenin hiç bir mahsuru yok. Ne yani, grafiti yazmak için bir penise mi ihtiyaç var?" derken yıllara dayanan tecrübesini konuşturuyor.
Erkeklerin tekelinde olduğu kesin, sektörün en önemli dergisi Concrete'in SANY ile yaptığı röportaj, GIRL POWER'ın kendini kabul ettirdiği an oluyor.
1983'te graffitiye başlayan Avrupa'nın en eskisi, Amsterdamlı MICKEY yasak bir eylem olarak graffiti yazmanın heyecanını özlediğini belirtiyor.Zaten belgeselde, görünürlük açısından çok daha elverişli olan metro ve tren vagonlarına geceleri graffitilerin gizlice çizildiği anların görüntüleri, adrenalin duygusunu seyirciye de yaşatıyor.
Graffitinin Avrupa'daki en önemli merkezlerinden Berlin'de SHERON ile yapılan çekimlerde, şehrin duvarlarını süsleyen Türkiyeli yazarların eserleri de göze çarpıyor.
FUNKY GIRLS, PUFF GIRLS gibi gruplar dışında Milano'da VICKI, FRANSY, Moskova'da QUEL, Biel'de ROSY ONE, Barselona'da MUSA 71, Toulouse'da FORMA , Capetown'da MOTEL 7 gibi çeşitli simalar tanıyoruz film boyunca. Hepsinin baskıyla, toplumla, dinle veya sistemle bir derdi var ve hedef olmamak için çoğu yüzünü maskelerle saklıyor.
Kadın graffiti yazarlarının gezegen çapında resmigeçidi halindeki belgeselde, Avustralya'nın en meşhur kadın graffiti yazarı LOTUS'un ani ölümü yüzünden buluşma gerçekleşemiyor. Polonya'dan DOZE , ayrıca ünü tüm dünyaya yayılmış UTAH Prag'a, SANY'nin ziyaretine geliyor.
New York'ta CLAW MONEY'nin nasıl markalaştığına tanık olurken, konu hakkında uzmanlaşmış yılların fotoğrafçısı Martha Cooper'ın şevkinden hiçbir şey yitirmediğini görüyoruz.
Son yıllarda kadına yönelik şiddete karşı yoğunlaşan Brezilyalı Panmela Castro, namıdiğer ANARKIA da belgeselin saygın konuklarından.
Seneler boyunca graffitinin tapınağı halindeki Queens'teki 5 Pointz binasının yıkımı da filmde yer alan bir ayrıntı. SANY hayalindeki New York'tan çok daha temiz bir şehirle karşılaşıyor. Yöneticilerin iktidarlarını görünür hale getirmek için gri metro vagonlarının boyanmasına izin vermemesi, steril olduğu kadar sıkıcı, ruhsuz, monoton, hatta iç kapayıcı bir görüntü arz ediyor.
Belgesel dünyanın çeşitli köşelerinde çekilmiş, kadın graffiticilerin fotoğraflarıyla sona ererken kadınların gücünü bir kez daha ıspatlıyor.
Grafitinin masumiyeti nasıl kayboldu?
Küresel bir endüstriye dönüşen sanat piyasasında, Banksy ve Shepard Fairey imzalı eserlerin parayla satın alınabildiği günümüzden çok önce, New York ve Philadelphia'da ilk graffiti örnekleri ortaya çıkıyordu. Graffiti uzmanı Roger Gastman'ın yönettiği Wall Writers: Graffiti in Its Innocence adlı belgesel düşünce ve ifade hürriyetinin epey kısıtlı olduğu bir çağdan sesleniyor.
1967 civarlarında JULIO 204 imzası New York sokaklarında şaşkınlık yaratmış, onu çok daha geniş bir alana yayılabilen TAKI 183 takip etmişti. Yunan göçmenlerin çocuğu olan Taki ve arkadaşları, PHIL T GREEK veya GREG 69 gibi mahlaslarla
Yetmiş dokuz dakikalık ABD 2016 yapımı Wall Writers: Graffiti in Its Innocence'ın efekt, animasyon ve dizayn hanesinde Uğur Özkardeşler aka Ottoman Robot adını görmek de ilginç.
ABD'nin grafiti tarihi konusundaki en kapsamlı belgeseli olan yapıtta, CORNBREADimzasıyla tanınan bir grafiti yazarının gazetelere yansıyan ölümüne de yer veriliyor. Ne var ki haber tamamıyla uydurma olduğundan CORNBREAD hayatta olduğunu kanıtlamak için çareyi hayvanat bahçesine sızarak imzasını bir filin üstüne atmakta buluyor. Hareketin hayvan haklarına aykırılığı tartışılmaz, fakat inkâr edilen ve asla sivrilme ihtimali olmayan fakir gençlerin yaratıcı fikirler için birbirleriyle kıyasıya yarıştığı bir dönemde olduğumuz da kesin.
Kenar mahallelerde zamanla grafiti hareketi çeteleşmeye doğru da evrilir; şehir burjuvazisinin rahatsız olmaması için polis, ezilmişlik duygularını dışa vurmaktan başka bir amacı olmayan gençleri kriminalize etmekte gecikmez.
Belgeselde Hugo Martinez'den grafitiyi sokakların ifadesi olmaktan çıkarıp bir ürün, bir mal haline getirmiş kişi olarak bahsediliyor. Bazılarınca grafiti masumiyetini sona erdiren baş sorumlu ta kendisidir, zaten belgesel ekibiyle görüşmeyi reddeden tek yazar da o.
Dönemi seyirciye birebir yaşatan eserde, ROCKY 184 imzasıyla çalışmış New York'un yetkin kadın grafiticisinin o günlerdeki saflığı ve samimiyeti, dayanışmayı ve aşkı özlemle anması boşuna değil.
Belgeselin sonunda, geçen neredeyse 50 yılda muhafazakârların grafitilere yaklaşımında fazla bir değişiklik olmadığı ve yazarların vandalizmle özdeşleştirildiği belirtiliyor.
Bir de JULIO 204 imzasıyla tanınan kişinin son 30 yıl boyunca ne yaptığı konusunda, tüm araştırmalara rağmen herhangi bir bilgiye ulaşılamadığına dair yazı beliriyor perdede. Kendisi hakkında enformasyon sahibi kişilere yapılan açık, romantik bir çağrı bu.
Sanatın belirli elitlere dahil olmadan yapılamadığı, Bienallerin iptal edildiği, zaten kısır olan bir ortamda sanatçıların ve küratörlerin hedef tahtası haline getirildiği memlekette ilgilenebilecek kimse çıkar mı? (MT/HK)