Gerontoloji kavramına ilk defa 20. yüzyılın başlarında rastlıyoruz. İlie Metschnikoff 1903’te “gerontoloji” kavramını ilk defa kullanan bilim insanı.
Buna karşın Rybnikov bu isim altında yaşlanmayı araştıran bir bilim dalının kurulmasını öneren ilk bilim insanı oldu. Gerontolojinin, yaşlanmanın nedenlerini ve koşullarını incelemesini, yaşlanma sürecinde meydana gelen davranış değişikliklerini araştırmasını, bunları özenle tanımlayan davranış bilimlerinin spesifik bir alanı olmasını ise G.F. Streib ve H.L Orbach önerdi.
Gerontolojinin tanımları arasında bizim tercih ettiğimiz tanımı şu: “Gerontoloji, yaşlanma ve yaşlılığın bedensel, psişik, sosyal, tarihsel ve kültürel yönlerinin tarifi, açıklaması ve modifikasyonu ile ilgilenir. Yaşlanma açısından önemli ve yaşlılığı yapılandıran çevreler ve sosyal kurumlar da buna dâhildir”.
Bu tanıma gelinceye kadar aradan neredeyse bir asır geçti. Başlangıçta gerontoloji tıbbi araştırmalara odaklandı. 20. yüzyılın ilk çeyreğine rastlayan dönemde ortalama yaşam süresinin kısa olması, yaşam süresini uzatma uğraşlarına ağırlık verilmesine yol açtı. Bu yüzden, bugün geriye bakarak “gerontolojik” dediğimiz çalışmaların aslında “tıbbi” oldukları anlaşılıyor. Fakat 1970’li yılların sonlarında gerontolojinin disiplinlerin sınırlarını aşması, yaşlanmanın bedensel, psişik ve sosyal boyutlarını araştırması talepleri güçlü bir şekilde telaffuz edilmeye başlandı. Bunun gerekçesi ise yaşlanmanın bir tek bilim dalının teorileri ile açıklanamayacak derecede karmaşık olması.
Gerontoloji bugün farklı bilimlerin teorilerini, kavramlarını ve bulgularını dikkate alarak yaşlanma ve yaşlılığı araştıran bir bilim dalı. Henüz 1970’li yıllarda kollara ayrılmaya başlandı. Sosyal gerontoloji (yaşlanmanın sosyal-psikolojik yönlerini değerlendiren alan) zamanla oluşan gelişim ve değişim süreçlerini, sosyal alanlardaki durumları tarif eder. Sosyal gerontolojinin çıkış noktasında birbiriyle yapısal ilişkili ve genelde çelişkili, dolayısıyla duygu karmaşası yaratan gerilim ilişkileri de yer alıyor. Buna örnek olarak kuşaklararası ilişkilerdeki dayanışma ve çatışma unsurları gösterilebilir.
Gerontoloji, yaşlanmayı sadece fiziksel ve zihinsel bozulma süreci olarak kabul eden görüşe bilimsel kanıtlara dayanarak karşı çıkar. Ayrıca “yaşamın sunduğu en değerli şeylerden bazıları sadece bilgelik değildir, aynı zamanda onlarca yıl öğrenmeyi gerektiren yüzlerce yaşam alanındaki beceriler sadece olgunluk çağında gelişebilir. Yaşlanma, olumlu deneyim zenginliği ile ilişkilendirilebilir. ‘Başarılı’ yaşlanma, her insanda bulunan muazzam içsel bir büyüme, sevgi ve memnuniyet potansiyelini kullanmak ve geliştirmek anlamına gelmektedir”.
Bugün gelişmiş ülkelerde gerontoloji ve sosyal politika, dolayısıyla sosyal devlet arasındaki ilişkiler arttı. Gerontoloji sosyal politikaları istihdam, emeklilik, hastalık, bakım, sosyal yardım ve gönüllü hizmet gibi birçok alanda destekliyor.
Türkiye’de benzer gelişmelere rastlamıyoruz. Her ne kadar önerdiğimiz “yeni bakım kültürü” (Tufan 2006) kapsamında yer alan “bakım parası” artık ülkemizde de mevcut olsa da, bunu gerontoloji ve sosyal politika arasındaki buzların eridiği şeklinde değerlendirmek mümkün değil. Oysa yeni bakım kültürü kavramımızda dile getirdiğimiz kamusal finansmanlı “sosyal bakım sigortası”, son yıllarda zaman zaman politik aktörlerin dillendirdiği bir meseledir. Fakat bunu ilk defa öneren aktörlerin adı anılmadan sanki yeni bir öneri gibi sunulması, daha uzunca bir süre “buzullarla” mücadele etmek zorunda kalacağımızın bir işareti olarak görünüyor.
Gerontolojik literatürde yaşlılığın, aynı zamanda “kadının özel sorunu” olduğuna vurgu yapılır. Dulluğun, yaşlı kadın açısından yarattığı sorunlara uzun süredir dikkat çekiliyor. Gerontoloji, “yaşlılığın kadınsı simasına” özel yer ayırırken, bizim toplumuzda yaşlanma şansı giderek tehlikeye giren kadın kuşağının büyüme eğilimine girdiğini görüyoruz. Kadın cinayeti ve cinsel tacizlerin, nasıl bir yaşlı kadın kuşağının ortaya çıkmasına yol açabileceği sorusu, önemi artan gerontolojik bir konu olarak belirginleşiyor. (İT/EMK)