Son dakikada ödev yetiştiren ve sınava çalışan öğrencilerden biri oldum hep. bianet yaz dönemi staj başvurum da bu öğrenci toteminden bağımsız değildi. Başvuru tarihinin son gecesi doldurmuştum başvuru formunu. Tabii son dakikaların uğuruna inanarak hevesle ve heyecanla… Ancak daha önceki son dakika totemlerimden bir farkı vardı bu başvurunun. Artık son dakikaların uğuruna inanan bir öğrenci olarak değil de bir gazeteci adayı olarak deneyimliyordum bu heyecanı.
Tam bir ay sonra genel yayın yönetmenim Haluk’un ‘bianet staj başvurusu’ konulu kabul mailini aldığım anki sevinç çığlıklarımsa tekrar tekrar doğrulamıştı bu totemi. O andan itibaren, bianet’te stajyer olarak çalışabilecek olmamın gazeteci olma yolunda attığım en sağlam ve doğru adımlardan biri olduğunu hissediyordum kendi içimde. Dört ayın bir an önce geçip gitmesini umut ederek sabırsızlıkla 15 Ağustos’u beklemeye başlamıştım.
İzmir’de okuyan bir iletişim fakültesi öğrencisi olarak yaz ayının rehavetine kapılmadan üniversitenin bahar dönemi biter bitmez İstanbul’da buldum kendimi. Haber yapabilmek, haber peşinde koşabilmekti tek istediğim ve İstanbul’da olmak beni bu hedefe daha da yaklaştıracaktı sanki. Gazeteci olabilmek adına başladığım bu yolculukta dört ay göz açıp kapayıncaya kadar geçti ve heyecanla beklediğim 15 Ağustos sonunda geldi çattı.
Pazartesi sendromu yaşamamak adına cuma günü stajıma başlamak için Kurtuluş’tan Çukurcuma’ya yürüyerek düştüm yollara. Bir yandan da ofisi kolaylıkla bulurum umarım diye düşünerek. Yalnızca kulaktan dolma yol tarifleri ve sanırım muhabirlik içgüdüsüyle kolayca buluverdim ofisi ve derin bir nefes çekerek bastım zile. Leyla ablanın hoşgeldini, Ekin’in sıcacık karşılaması, nereye oturacağım acaba diye düşünürken Çiçek’in, Beyza’nın masasına davet edişiyle başlamıştı staj serüvenim bir anda. Ofisin sımsıcak atmosferiyle hemencecik alışmaya başladım bianet’in haber temposuna.
Cuma günü staja başlayan bir stajyer olarak ilk haberim tabii ki Cumartesi Anneleri/İnsanları buluşması oldu. Yüce Cumartesi Anneleri’ne ilk haftadan gitmek ister misin diye sorduğunda cevabım hiç düşünmeden “evet” oldu; fakat alana çıktığımda muhabir olmanın gerektirdiği yalnızca‘gözlemci’ ve ‘izleyici’ olma sıfatının beraberinde getireceği iç çatışmaların ve zorlukların henüz farkında değildim. İstanbul’a geldiğim ve bulduğum her fırsatta Cumartesi Anneleri/İnsanları anmasına giden ben, 490. Buluşmada akıbeti karanlıkta bırakılan Tolga Baykal Ceylan’ı pankartın üzerine karanfil bırakan bir katılımcı olarak değil de buluşmayı fotoğraflayan ve not alarak buluşmaya tanıklık eden bir muhabir olarak anmıştım o gün.
En önemlisi de bianet’teki habercilik eğitimimin hızlandırılmış bir şekilde başladığını anlamıştım ilk gittiğim haberde. Kendimce oldukça önemli bir gazetecilik ilkesini öğrendiğimi ve muhabirliğin gözlemci bir kimliğe bürünmekle eş değer olduğunu fark etmiştim. Dışarıdan bir göz olarak bakabilmeyi, ani duygu patlamalarına ket vurabilmeyi öğrenme sürecim, stajım boyunca yaptığım her haberle birlikte devam etti. Nilay’ın beni gönderdiği İstanbul Kent Savunması’nın ÇED toplantısını iptal ettirdiği Galataport projesi protestosunda muhabir olabilmeye daha da yaklaştığımı hissetmiştim. Karaköy Yolcu Salonu’nu işgal ederek toplantıyı iptal ettirtmemiştim çünkü. Haber yapmak için oradaydım. Aslıhan’la birlikte Hanime Aslan davasını izlemeye Adliye’ye gittiğimizdeyse hakimin davayı “olağan bir kadın cinayeti davası” olarak tanımlayışıyla içimde duyduğum patlamaya hazır olan öfkeyi muhabir refleksiyle bastırdığım an doğru yolda olduğumu hissetmiştim sanki.
Bu öğrenme süreci sadece yaptığım haberlerle değil yapamadığım haberlerle de devam etmişti aslında. Bir nevi yaptığım her haberde gözlemci ve katılımcı olmak arasındaki ince çizginin daha da farkına varıyordum ya da vardığımı sanıyordum. Ta ki Torun Center’daki iş cinayeti protestolarına katılıp da muhabir olarak bulunmam gereken Ortadoğulu Kadınlarla Dayanışma Eylemi’ni unutana kadar. Editörüm Çiçek bana “haberi yaptın mı?” diye sorduğu an basiretim bağlanmıştı sanki ve anladım ki bu iki kimlik arasındaki ince çizgiyi tamamen kavramak oldukça zor. Bu ilkeyi tam anlamıyla pratikte uygulayabilmek ileride yapacağım gazetecilik mesleği boyunca hiç ama hiç bitmeyecek bir öğrenme süresince mümkün olacaktı.
Bir gazeteci adayı olarak OHO (Okuldan Haber Odasına) 2014 muhabirliği yapabilmekse habercilik eğitimi kapsamında yakaladığım en büyük şanslardan biriydi şüphesiz. Bu yıla kadar OHO programının genelde haziran sonu temmuz başı düzenlendiğini göz önünde bulundurarak staj başvurum için özellikle ağustos ayını seçmiştim. Böylece OHO’ya da katılımcı olarak başvurabilecektim. Ancak OHO başvuruları açıldığında, programın 24-30 Ağustos arasında gerçekleştirileceğini öğrendiğim de yaşadığım hayalkırıklığı, Nilay’ın ve Çiçek’in bu seneki muhabirlerden biri olarak OHO’ya katılabileceğimi söylemesiyle paha biçilemez bir umut ve mutluluğa dönüşmüştü.
Stajım süresince aldığım habercilik eğitimi ve kazandığım habercilik deneyimi OHO 2014 muhabirliğiyle daha da artmıştı. Teorik anlamda hak odaklı habercilik adına uyulması gereken haber etiği ve etik ilkelerini üç yıllık iletişim fakültesi eğitimim boyunca gerek daha önce dinleyerek gerekse kitap ve makalelerini takip ederek öğrendiğim her ismi OHO programıyla dinleme fırsatı yakalamıştım. Kat kat hızlandırılmış bir habercilik ve gazetecilik eğitimi aldığımı hissederken, bu isimleri dinlemenin yanı sıra, bir muhabir olarak konuşmalarını haberleştirmenin verdiği haz da kaçınılmazdı.
Tabii dinleyici/katılımcı ve gözlemci/muhabir olmak arasındaki ikilem yakamı OHO’da da bırakmamıştı. Özellikle kokteyl ve sertifika töreninde katılımcılardan birine OHO 2014 muhabiri olarak sertifikasını teslim ederken, gazetecilik adına kazandığım deneyimlerle somut olarak da olmasa da bir sertifika almıştım aslında. Belki de program kapsamında bu ikisi arasında ince bir çizgi yoktu. Hem muhabir hem de genç bir gazeteci adayı olarak katılımcı olmuştum OHO 2014’te.
bianet stajım boyunca bahsedemediğim ancak edindiğim birçok habercilik deneyimim var elbette. Elif’le beraber İnternet UNGovernence Forum’a gidişimle ilk kez İngilizce bir paneli Türkçeleştirerek haber yapışımdan, biamag yazıları yazmamda Haluk’un ve Yüce’nin beni cesaretlendirmesine kadar anlatmak istediğim birçok şey…
Ancak gerektiğinden fazla uzun yazı yazma alışkanlığını törpülemesi gereken bir gazeteci adayı olarak şimdilik susuyorum.
Stajımın son günü çektiğim fotoğraflarla hatırlayacağım hep bianet’i ve ofisteki güzel insanları: Haluk’u bana stajım boyunca gösterdiği sabırla, Çiçek’i habercilik adına verdiği sonsuz destekle, Nilay’ı bitmek tükenmek bilmeyen muhabir heyecanıyla, Elif’i samimi yorumlarıyla, Yüce’yi yapıcı eleştirileriyle, Ayça’yı motive eden gülümsemesiyle, Ekin’i sıcacık karşılamasıyla, Beyza’yı pozitif enerjisiyle, Leyla ve Baran ablayı ayak üstü ettiğimiz keyifli kısa sohbetlerle, Barış’ı çeviri konusunda kahrımı çekmesiyle ve Korcan’ı staj raporu hazırlarken bile teknik anlamda her şeye destek olmasıyla…
Bu yazı izlenimlerimi aktardığım bir staj yazısı olmuş mudur bilmiyorum fakat tek bildiğim; bu veda değil bir başlangıç yazısı. Hem de gazetecilik adına hiç bitmeyecek bir başlangıç. (MF/YY)