Erzincan'da PKK'nin patlayıcıyla saldırısında ölen dokuz askerle ilgili haberlerde, Yarbay Mikdat Şamdancı'nın "evlatlık" olarak büyüdüğü, er Murat Atsen'in altı yaşındayken annesini kaybettiği, uzman çavuş Selim Kabataş'ın iki hafta önce evini arayıp sınava giren kardeşine başarılar dilediği, erler Abdullah Aydın Emer'in, Önder Muratoğlu'nun ve Abdurrahman Bolat'ın üç ay sonra askerlik sürelerinin biteceği, Barış Demir'in ailesinin bayramda evine izne gelmesini beklediği, uzman çavuş Gökhan Kuvat'ın annesinin haberi alınca kalp spazmı geçirdiği bilgileri var.
Bu haberler bize insanların hangi koşullarda, nasıl yaşadıklarını, yoksulluklarını, yoksunluklarını anlatır gibi görünüyor, ama aslında söz ettiği bütün bu yapısal şiddet ve çatışma ortamının yaşamları nasıl etkilediği değil. Bu bilgiler, acı üzerinden "şehitlik"i yüceltiyor, militarizme katkıda bulunuyor.
Haberlerde sorgulanmayan, en başından varlığı kabul edilen bir durum var oysa: Savaşın, çatışmanın kendisi. Bu haliyle bu haberler, ne kadar insancıl görünürlerse görünsünler yeniden öfke biriktirmeye, yeniden savaş alanına dönmeye hizmet ediyorlar. Yani gazeteciler, savaş gazeteciliği yapıyor. "Neden çatışma var" sorusu ve "çatışmanın olmayabileceği" zihnin dışında bırakılıyor.
Gazeteciliğe barış katmak
"Barış gazeteciliği" kavramını kullanan Profesör Johan Galtung, "gazeteciliğin içine barış katmanın yollarını aramak"tan söz ediyordu.
Barış gazeteciliği üzerine çalışan ve gazetecilere eğitim veren Annabel McGoldrick ve Jake Lynch'in kılavuzundan birkaç maddeyi anımsayalım:
Bir şiddet eyleminin, şiddet politikasının değerini yalnızca görünürdeki etkileriyle ölçmekten kaçının. Bunun yerine görünmeyen etkileri haberleştirmeye çalışın. Örneğin, travma ve psikolojik hasarın, etkilenenlerde diğer insanlara, gruplara ya da ülkelere karşı şiddet gösterme olasılığının artması gibi yarattığı uzun vadeli sonuçları.
Yalnızca şiddeti haberleştirip "korkunç olanı" tarif etmekten kaçının. Diğer her şeyi dışarıda bırakırsanız şiddetin tek açıklamasının bir önceki şiddet (öç) ve tek çözümün daha fazla şiddet (baskı/cezalandırma) olduğunu önermiş olursunuz. Bunun yerine şiddetin açıklaması olarak insanların gündelik yaşamlarında nasıl engellenmiş, hüsrana uğramış ve yoksun bırakılmış olduğunu gösterin.
Yalnızca bir tarafın acılarına, korkularına, dertlerine münhasıran odaklanmaktan kaçının. Bu tarafları "kötüler" ve "kurbanlar" olarak böler ve "kötüler"i bastırıp cezalandırmayı bir çözüm olarak önerir. Bunun yerine haber değeri olduğunca bütün tarafların acılarına, korkularına ve dertlerine eşit davranın.
Tarafların kendilerini, liderlerinin bildik açıklamalarını ya da konumlarını tekrarlayarak ifade etmelerine izin vermekten kaçının. Bunun yerine, daha derine inin:
* Sahadaki insanlar gündelik yaşamlarında anlaşmazlıktan nasıl etkileniyorlar?
* Neyin değişmesini istiyorlar?
* Liderlerinin dile getirdiği konum, istedikleri değişikliklerin gerçekleşmesini sağlayacak tek veya en iyi yol mu?
* Bu, tarafları hedeflerini dile getirmek için güçlendirebilir ve daha yaratıcı çıktıların olasılığını artırır.
Bize yalnızca bir grup insana ne yapıldığını ve o insanlar için ne yapılabileceğini söyleyen "zavallı", "mahvolmuş", "harap olmuş", "savunmasız", "acıklı", "dokunaklı", "trajedi" gibi "kurbanlaştırıcı" bir dil kullanmaktan kaçının. Bu insanları güçsüzleştirir ve değişim olanaklarını sınırlar.
Bunun yerine insanlara ne yapıldığına ve insanların ne yapabileceğine dair haber yapın. Yalnızca ne hissettiklerini sormayın, hayatlarını nasıl sürdürdüklerini ve ne düşündüklerini de sorun. Herhangi bir çözüm önerebiliyorlar mı?
Belki de, her gazetecilik eyleminin bir "müdahale" olduğunu bilerek, anımsanması gereken en önemli soru şu: "Kendi müdahalemle barış olasılıklarını geliştirmek için ne yapabilirim?" (TK)