Devlet, baba, koca ve cemi cümle tüm baskılara karşı dik duran kadınları tanımak, okumak her koşulda iyi gelebilir.
Zihinlere perde çeken, umutları tüketen bütün baskılarla var olan; o baskılarla büyüyen ama onlara karşı kendini arayan, bulan; kâh kaybeden kâh yeniden ayağa kaldıran bir kadını okumak için buyurun…
19. yüzyıldaki, 20. yüzyıldaki ve bugünün 21. yüzyılındaki kadınlar gibi bir kadını “hatırlayalım.” Ama bir o kadar da başka kadını... Reddeden, üreten, özgür, feminist bir kadını: Füruğ Ferruhzad’ı.
Zamanın 1935-1967 yılları arasına, sadece otuz iki yıllık bir ömür sığdıran bir kadın O.
“Kalbimi bir meyve gibi yetiştirip ağaçların bütün dallarına asmak istiyorum” diyecek kadar doğayla iç içe… Ve sevdiği hayattın gerçekliğiyle de burun buruna yaşayan, “Düşündüğümden daha erken ölüp bütün işlerimin yarım kalacağından korkuyorum” diyen bir kadın.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü yaklaşırken herkes kendi kadın kahramanları ile buluşuyor. Onları yeniden okuyor ya da hikâyelerini anlatılıyor. Çok kadın var anlamamız ve anlatmamız gereken.
Aramak bulmak buluşmak
Yine yazılamayan tarihimizin kadın yazarları da bir o kadar çok. Onlar dünyaya geldi ve gittiler. Yitmesinler diye ısrarla bulmak, buluşmak gerekiyor. İşte onlardan biri de saklı kalan Füruğ Ferruhzad.
Füruğ Ferruhzad, İran’n Tahran şehrinde dünyaya gözlerini açmış. Gökyüzünü ilk kez gördüğü o şehrin dışına taşmayı başarmış, kendine yeni bir gök yaratmış nadir kadınlardan birisi. Ömrünün kısalığı hikâyesini yarıda bırakmış olsa da Füruğ, o tarihlerden bu tarihlere güçlü bir kadın portresi çiziyor.
Şiir yazan, senaryoları olan, mektuplaşan, kısa filmler çeken, ressam bir kadın Füruğ. Dünyaya şair gözleri ile bakan ve kadının ikincil tarihine kendi tarihi ile darbeler indiren bir kadın.
Şöyle diyor Füruğ; “Benim kötülüklerimin nesi var, güzelliklerimin acizliğini ve utancını açıklamaktan başka; gözlerime kadar duvar ördükleri bu dünyadaki tahammülüm esaret inlemesinden başka bir şey değildir ve karneye bağladıkları güneştir ve fırsat kıtlığıdır, korkudur, boğulmadır, hakarettir.”
Gençliğinin üzerinde hüküm süren İran Şah’ının despotik uygulamalarına karşın köklerinin bulunduğu topraklara yabancılaşmadan; “Ne olursa olsun Tahran’ımızı seviyorum… O gevşetici güneşi, o ağır gün batımını, o toprak yolları ve o yoksul, mutsuz insanları severim…” diye İran’ı gönlünde saklayan birisi O.
Kara Ev/Ev Karadır
Füruğ Feyruzad’ın hayatından küçük bir kesim Ernesto Che Guevera’nın tıp okuduğu günlerdeki insan sevgisini hatırlatıyor: İran’daki cüzam hastaları ile yakından ilgileniyor Füruğ. Tebriz’de onların sorunlarını anlatan Kara Ev (Ev Karadır) adını taşıyan bir film çekiyor. (Film dünyanın çeşitli yerlerinde ödüllere layık görülüyor.)
Ama asıl önemli olan Füruğ’un cüzamlılar evinde tanıştığı Hüseyin Mansur isimli çocuğu evlat edinmesi… Kendisinin doğurduğu bir çocuğu da bulunuyor Füruğ’un adı Kamyar. Eşinden boşandığı sırada mahkeme çocuğun velayetini babaya bırakıyor. Füruğ oğlu Kamyar’a bitmeyen bir özlem duyuyor ama kadınlık ve doğurganlık üzerine şöylesi şeyler fısıldıyor kulaklarımıza;
...
ben yeşil buğday salkımlarını
göğsüme alarak, sütle besliyorum,
ses, ses, sadece ses,
su akışının sesi
ve dişi toprak kabuğunun üzerine
yıldız ışığının düşüş sesi
ve aşkın yayılma sesi
ses, ses, sadece ses kalıcıdır.
...
Telos Yayınları, Füruğ Feyruzad’ı Sonsuz Gün Batımı’nda okurla tanıştırıyor. Kitapta Füruğ kendisini mektupları, yazıları, söyleşileri ile anlatırken yakın dostu olan Behruz Celali’de yazılmamış şeyleri anlatıyor. Füruğ Feyruzad tanışılası ve asla unutulmayası bir kadın…
-gece mi yoksa gündüz mü?
-hayır dostum, sonsuz olan gün batımıdır
rüzgârda iki güvercinin birlikte geçişi
iki beyaz tabut gibi
ve uzaktan, o garip ovadan sesleri
sanki bir güzgarın amaçsız avare dolaşması gibi
söylemeli
söylemeli... (NŞ/HK)