Geçen hafta Erzurum Oltu T Tipi Hapishanesi'nden bir mektup aldım.
Sıcacık, samimi satırlarıyla 14 yıldır tutsak olan sevgili Sedat sizlerle paylaşmam içim bir hayalini paylaşmış.
Adına "İğde Kardeşliği" dediği projenin çıkış noktası Fito.
Wan'nın tozlu-çamurlu bir kenar mahallesinde Fito'yu tanımış. 8-10 yaşlarında, sessiz, içine kapanık, kendi halinde, yalnız bir çocukmuş Fito.
Babasını hiç tanımamış... Çocuk yüreği Eşo'ya aşık olsa da, bunu bile çok görmüşler... Çocuk oyunlarından kavuşmuş, hep horlayıp, ezmişler... Ortalıkta dolaşan dedikodular nedeniyle yapıştırdıkları "piç" yaftasıyla, yaşıtlarınca dışlanıp, horlanmış Fito.
Büyüklerce tembihlenip doldurulan çocukların çok acımasız olduklarını bilirsiniz.
Sokakları dolduran neşeli çocuk çığlıklarından, oyunlarından uzakta, yalnız başına bırakılan Fito'nun en sevdiği şey; elindeki uzun sopasıyla, iğdelerin en kızarmış olanlarını düşürüp yemekmiş.
Bunun için Sedat hayalinin adını çocuk yaşta hayatını kaybeden Fito'nun anısına "İğde Kardeşliği" koymuş.
Gerici-geleneksel değer yargılarının acımasızlığı ve yanlışlığı bir yana; ortalıkta dolanan dedikodulardan çok farklıymış Fito'nun öyküsü.
Sedat da bu gerçeği yıllar sonra annesinden öğrenmiş.
Fito'nun babası halkının uğradığı asimilasyona, baskı ve zulme karşı mücadele etmek için eşini ve oğlunu ardında bırakıp, yüzünü dağlara dönen bir gerillaymış.
Savaşta hayatını kaybedince, geleneklerine göre arkada kalan eşinin kardeşiyle evlenmesi bir zorunlulukmuş!
Ancak Fito'nun annesi törelerinin buyruğuna boyun eğmemiş. Kendisine dayatılan bu evliliğe razı olmamış. Oğlunu da yanına alarak Wan'a kaçmış.
Fito 15 yaşına geldiğinde, yüzlerce yaştaşı gibi babasının tercihinde karar kılmış ve dağın yolunu tutmuş.
Onatlısında Fito'nun çocuk bedenini ölüm soğuk yüzüyle tanışmış. Bir çatışmada hayatının kaybetmiş.
Savaşın en çok çocukları ve kadınları vurduğu mağdur ettiği; çocukları çocukluklarını yaşayamadan büyüttüğü gerçeği Fito'nun kısacık yaşamında böyle göstermiş çirkin - kirli yüzünü...
Fito'nun öyküsünü okurken, Gebze Hapishanesi'nde bir iç görüşte tanıdığım Ayşe ve kardeşlerinin iç burkan, öfkelendiren acı öyküsünü hatırladım.
Savaşın yıkımıyla çocuk yaşta tanışan ve tarif edilemeyecek acılar yaşatılan bu çocuklar için hayal etmiş Sedat.
Diyor ki:
Savaşta babasını, annesini, abla ya da ağabeyini yitirmiş her çocuğun manevi babası, annesi, ablası, ağabeyi olacak, olmak isteyen gönüllüler mutlaka çıkacaktır.
Bu çocuklara Meya-Der (Mezopotamya Yakınlarını Kaybedenler Derneği) veya İHD şubelerinden ulaşmak mümkün.
Projede ben de yer almak istiyorum diyebilecek gönüllüler, ulaştıkları çocuğun yalnızlığını paylaşacak, eğitimi ve sağlığıyla ilgilenecek. Hatta koşulunu oluşturabilirse, çocukla birkaç gününü paylaşacak.
Projede tek şart; gönüllüler arasında bu kirli savaşın öznesi olan asker ve polis mesleğinden birilerinin yer almaması.
Sedat bir tutsak.
Sosyal çevresinin çekirdek ailesinin üç adım ötesine geçmediğini yazmış.
Yine de, şimdiden iki mühendis, bir hukuk öğrencisi ve onların aracılığıyla bir Ermeni, bir de Koreli gönüllü aday bulmuş.
Eminim bu projeyi benimseyecek ve sahiplenecek insanlar çıkacaktır.
Savaşın tırmandığı şu günlerde, savaşın mağdur ettiği ve bütün yaşamları boyunca yaşadıkları travmaları da yanlarında taşıyacak Kürt çocuklarına kardeşlik elini uzatmanın insanım diyen herkesi sorunu olduğu kim reddedebilir ki?
Soğuk bir Cumartesi sabahında, salkım saçak iğdelerin hayalindeki kokusu genzimi doldururken; Fito'nun anısına, Fitolar için Sedat'ın "İğde Kardeşliği" projesini sahiplenmeye ve büyütmeye çağırıyorum.
Hapishaneden gündemi takip etmenin de, gündeme dair bir şeyler söylemenin de zorluklarını biliyorsunuz.
Bir şey yapamamak ve hep geç kalmış olmak, duvarların ortasında ikiz kardeş gibi.
Bu gerçeğe rağmen, insan yine de bazı gündemlere dair cümle kurmak, konuşmak ve paylaşmak ihtiyacı duyabiliyor.
15-16 Ekim'de Ankara'da toplanan Kongre Girişimi'nin bir ilke imza atarak; ilgilenen, takip eden herkeste yarattığı heyecanın, coşkuyu haberleri dinlerken, okurken hissettim, yaşadım.
Halkların Demokratik Kongresi ismini alan Girişim'de gündemine alıp tartıştığı, önüne koyduğu görevlerin tümü yüreklerimizdeki umudu büyüttü elbette...
Ancak Ermeni soykırımının programda yer almaması ve bu konuda yapılan tartışmalar, doğrusu iki gün boyunca paylaşılan güzelliğin ortasına düşmüş bir kara leke gibi göründü bana.
Kongreye katılan güçlere düşen bu gerçeği kabul edip altını bir kez daha çizmek olmalıydı... Bu önerimin karşısına Dersim katliamı ve başka katliamları çıkartmak olmamalıydı. (FE/HK)
* Kandıra 2 Nolu T Tipi Hapishanesi, 22 Ekim 2011