7 Haziran 1988'de Diyarbakır Çermik ilçesine bağlı Ağırmantaşı Köyü'nde doğdum.
Devletin Bölge'de Kürtler üzerine uyguladığı siyasi ve ekonomik politikalardan dolayı 1993'de İstanbul' a göç etmek zorunda kaldık ilk ve orta öğrenimi İstanbul'da gördüm.
Türkçe bilmeyince
İlkokul birinci sınıfta Türkçe bilmediğimden dolayı sınıfta kaldım ve sınıfı tekrar okuma zorunluluğunu yaşadım.
Anadilim olmayan bir dile alışmak beni zorlamıştı. Türkçe'yi öğrenene kadar birçok zorluk yaşadım. 2007 yılında toprak hasreti dolayısıyla tercih edip ve Dicle Üniversitesi'ni kazanıp, Diyarbakır'a yerleştim. Kimya Bölümünde okumaktayım.
Küçüklüğümden beri çevremde yaşanan toplumsal sorunlara karşı doğan bir etkilenme ve ilgilenme durumum vardı. Çevremde oluşan olaylara çok dikkat ederdim. Sürekli medya ve süreç takibi yapardım.
Diyarbakır'da oluşan toplumsal olaylar karşısında Türk -Burjuva medyasının duyarsızlığı ya da olayları çarpıtarak vermesi, bende bir tepkiye yol açmıştı.
Gazetecilik sorumluluktu
Kürt ve muhalif basına dönük devletin tutuklama, gözaltı ve benzeri politikalarla etkisizleştirme yaklaşımına karşı gerçeklerin halka taşırılması ve tutuklananların yerinin doldurulması yönünde kendimi sorumlu hissettim.
Bu sorumluluk gereği üzerine 2011 Şubat ayında bir arkadaşımın aracılığı ile Dicle Haber Ajansı'nda (DİHA) çalışma fırsatı buldum.
İlk birkaç ay DİHA Diyarbakır şubesinde çalışmaya başladım daha sonra gazetecilikte daha iyi bir eğitim ve gelişebilmek için DİHA Ankara bürosunda çalışmamı devam ettirdim.
Hem sıkıntı hem keyif
Gazetecilik sürecinde üretim ve üretimsizlik zamanlarında keyifli ve sıkıntılı zamanlar geçirebiliyordum. Haber bulup, bunu halka yansıttığımda kendimden keyiflisini görmezdim. Ama haber üretemediğim süreçlerde ise çok sıkıntı yaşar ve kendimde büyük bir eksiklik yaşardım.
Tabii sürekli arkadaşlarımızın gözaltına alınması ve tutuklanması haberlerini alıyorduk. Bu bizlerde bir üzüntü ve öfkeye yol açıyordu. Ancak bu politikalara karşı cevabımızı, kalemimizi ve kameralarımızı daha güçlü çalıştırarak, arkadaşlarımızın yerlerini doldurarak veriyorduk.
Özgür Basın anlayışı da bizlerden bunu gerektiriyordu. Çünkü yarın gözaltına alınan ve tutuklanan arkadaşlarımızın yerinde bizim de olacağımızı, bizimde gözaltına alınıp, tutuklanabileceğimizi tahmin edebiliyorduk.
Ölüme de hazırlanmak
Aslında sadece gözaltı ve tutuklamalar değil, ölüme dahi kendimizi hazırlama çabasındaydık. Çünkü geçmişte yaşanan olayları, Özgür Basın anlayışı uğruna, halka gerçekleri yansıtabilme uğruna şehit düşen arkadaşlarımızı kendimize örnek almaya çalışıyorduk.
Çünkü şunun farkındasın, sisteme muhalif bir gazetecisin ve her an başına bir şey gelebilir. Ki zaten diğer arkadaşlarımızın başına gelen benim de başıma gelmişti.
İçerde tutuklu gazeteci arkadaşlarımla zaman bulduğum kadarıyla bir paylaşım içerisine girerdim. Bazen onlara, "bana orada lüks bir yer ayırın, yakında bende gelebilirim" diyordum.
Tutuklanıyorum
Tutuklandığımda ise bana bu söylediklerimi hatırlattılar. Tutuklanma olayım ise şöyle; 1 Haziran günü Üniversite'de okuyan ve sık sık ajansımızı ziyarete gelen arkadaşlarımı evime misafir ettim.
O gece bizde kaldılar. Sabah ise beraber evden çıktık, onlar okuluna gidecekti, ben ise ajansa. Üniversite'de benim yolumun üzerindeydi.
Üniversite'nin kapısının önüne geldiğimiz de ise sivil polisler bizleri durdurarak apar topar bir minibüsün içerisine soktular. Daha sonra bizim eve götürüp, evi aradılar.
Gözaltında beş gün
Gözaltı gerekçem ise, arkadaşlarımı evimde misafir etmem. Çünkü son "KCK" operasyonları onları da vurmuştu. Gençlik yapılanması olarak ifade edilen Devrimci Yurtsever Gençlik Merkezi'ne (DYGM) üye olmak suçundan.
Oysa ki DYGM, Barış ve Demokrasi Partisi'nin (BDP) gençlik koludur. Aslında pek şaşırmamıştım. Çünkü sınav süreciydi. Her sınav sürecinde üniversiteli Kürt öğrencilere operasyon yapılır ve gözaltına alınırlardı.
Bu da onlardan biriydi. Evimden bilgisayarımı ve haber kasetlerimi alarak bizi Terörle Mücadele Şubesi (TEM) götürdüler.
Tabi emniyette beş günlük bir gözaltı süreci yaşadık. Küçük bir hücre ve mermer üzerinde küçük bir yatak. İlk bir-iki saat tek başımaydım, daha sonra daha farklı Kürt öğrencileri gözaltına almışlardı.
İkisini benim yanıma verdiler. Daracık yerde üç kişi beş gün geçirdik. Beş gün içerisinde pek fazla bir şey yaşamadık. İfadelerimiz alındığında, önüme getirilen iddialar çok komik ve hayret vericiydi.
Kürtçe video, resim, haber...
Bilgisayarımda bulunan Kürtçe videolardaki resimler çıkartılmış ve haberler kasetlerimdeki videolar önüme delil olarak konulmuştu.
Bir itiraz edemiyorsun zaten. Beş günün ardından savcılığa çıkartıldık ve sekiz dokuz saat bekleyişin ardından savcının karşısına çıkabilmiştik. Emniyette önüme çıkan, savcılıkta da önüme çıkmıştı.
Serbest bırakılacağımı düşünmüştüm çünkü iddia edilen şeyler çok komikti. Ancak kafamda şu ihtimali de düşünüyordum, bu bir siyası operasyon mu?
Savcının beni mahkemeye sevk etmesiyle anladığım şeyin siyasi operasyonla karşı karşıya kaldığımız. Tabi dava siyasi olunca tutuklanma da kaçınılmaz oluyor.
Sıkıntılı ama şaşırtıcı değil
7 Haziran günü tutuklanarak Sincan 2 No'lu F tipi Cezaevine götürüldük. İlk tutukluluk günlerinde insan ister istemez fiziki olarak zorluk yaşıyor. Ancak tutuklanmam pek şaşırtıcı gelmiyordu bana.
Çünkü başta da belirttiğim gibi muhalif bir gazeteci olmaya çalışıyordum.
Aslında tutuklandığımda şunu düşündüm, ben çalışmalarımı doğru ilerlettiğim, muhalif gazetecilik kimliğine bürünme yolunda doğru adımlar attığımı düşünüyordum.
Yedi aydır iddianame yok
Eğer tutuklanıyorsanız bu böyledir. Tabii dışarda gazetecilik mesleğinin heyecanını ve onun verdiği keyfiyeti zindan hayatında yaşayamıyorsunuz.
Üretim yapamıyorsunuz ve bunun verdiği sıkıntı var. Yukarda da belirttiğim gibi özgür- basın anlayışı bedel ödemeyi gerektiriyor ve onun verdiği motivasyonla kendinizi her tür olaya karşı hazırlıyorsunuz. Onun için zindanın bizleri pek zorlamadığını söyleyebilirim.
Diğer bir husus ise yedi aydır tutukluyum ve elime ulaşan bir iddianame olmadı. Ve bunun için neden yargılandığımızı daha bilmiyoruz. Türkiye'deki uzun yargılama süreçleri bu açıdan durumumuzu açıkça ortaya koymaktadır.
Yetkililer keyfiyetçi davranarak insanların durumlarıyla ilgilenmektedir. Diğer bir yandan uzun tutukluluk süreçleri Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetinin uygulanan bir politika haline gelmiştir.
Tasfiye politikası
Türkiye' de yaşanan tüm muhalif güçleri (siyasetçi, gazeteci, akademisyen, yazar vb...) cezaevlerine koyarak kurumlarda oluşan boşluklara kendi kadrolarını yerleştirme çabasındadır.
Bu yerleşim sırasında ise karşısında bir güç istememektedir. Yine bir diğer husus da Kürt sorununda tasfiye politikasına önüne koyarak tüm Kürt siyasetçilerini zindanlara doldurma peşindedir.
Bugün 6000' e yakın Kürt siyasetçisinin zindanlarda olması bu ülkenin acı bir gerçeği. AKP hükümeti açıkçası tüm muhalif güçleri sindirmeye çalışmaktadır.
Cezaevi?
Zindan boyutunda ise kimi cezaevlerinde hak ihlallerinin yaşanması ve sık sık yaşanan sürgünler bir yıldırma politikası olarak hayat bulmaktadır.
Cezaevindeki koşullar ise yerine göre değişmektedir.
Bizim kaldığımız cezaevi "F" Tipi mimari yapısına ek olarak her türden demokratik ve sosyal paylaşım koşulları, disiplin cezaları ile bir tretman şeklinde baskı cenderesine alınmaktadır.
Koşullar bizlerin aleyhine düşünülerek izolasyona tabi tutulmaktadır. (FD/BA)
* Feyyaz Deniz, Bolu F Tipi Kapalı Cezaevi