Gönderdiğiniz mektubu bugün (29 Aralık 2011) aldım. 35 beden ölüm makineleri tarafından acımasızca parçalandığı günün ertesi günü.
Türkiye basının içine girdiği suskunluk vicdan sahibi olan herkes için utanç vericidir. Ve sanırım bu durum niye tutuklandığımızı en açık izahı oluyor. Bundan daha fazla söze gerek duymadan, gönderdiğiniz sorular çerçevesinde mektubumun ana konusuna geçmek istiyorum.
1982 yılında Hakkâri merkezde dünyaya geldim. Çocukluk ve gençlik yıllarımda yaşadığım bölgedeki gelişmeleri ve o yangın yılları herkes çok iyi bildiği için değinmeye bile gerek duymuyorum.
İlk tutukluluk ''Kürtçe''den
Daha lisedeyken gözaltı işkence ve benzeri uygulamaların muhatabı oldum. Hakkâri Anadolu Lisesi'nden mezun olduktan hemen sonra 2000'de Van'da Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'ne kayıt yaptırdım.
2002 yılında yüzlerce öğrenci gibi ben de "Kürtçe eğitim dili olsun" talebiyle Üniversite Rektörlüğü'ne dilekçe verdim ve rektörlüğün odasından jandarmalar tarafından gözaltına alındım.
Yedi ay tutuklu kaldıktan sonra beraat ederek tahliye edildim.
Gazeteciliğe adım
Ancak böyle bir zihniyetin hakim olduğu bir üniversitede okumak bana anlamsız ve ahlaksızca geldiği için okulu bırakarak, imkanlarım çerçevesinde anadilim olan Kürtçeyi öğrenme-yazmaya ve gazeteciliğe adım attım.
2004 yılında Dicle Haber Ajansı'nın (DİHA) başlattığı Kürtçe muhabirlik kampanyasına katıldım ve 2005'e kadar DİHA Kürtçe muhabiri olarak İstanbul ve Diyarbakır başta olmak üzere birçok ilde haber izledim ve editörlükte yaptım.
2006'da Azadiya Welat'ın günlük yayına başlaması projesinde gönüllü olarak yer aldım.
Gazetenin yayın yönetmenliğini üstlenerek Kürtçe okumak ve yazmayı öğreten gazetede yazı da yazmaya başladım.
2006'da gazetede propaganda yapıldığı gerekçesiyle yazı işleri müdürlerine açılan davaların yanı sıra bana da dava açılarak mahkûm edildim.
"Şehit" ve "Kürdistan"
Yine 2008'de Urfa'da katıldığım bir anma etkinliğinde gözaltında katledilen gazeteci Kemal Kılınç için "şehit" dediğim ve aynı konuşmada "Kürdistan" kelimesini telaffuz ettiğim için "halkı kin ve düşmanlığa tahrik" iddiasıyla hakkımda dava açıldı ve yine mahkûm edildim.
Bu verilen ceza ile bilgiler medya gözlem raporlarında ve Erol Önderoğlu bey de bulunmaktadır. 2009'dan tutuklandığım güne kadar yaşanan hukuki durumlardan dolayı sadece yazarlık yaparak ve haber hazırlayarak Azadiya Welat'ta çalışmaya devam ediyordum.
Yayın yönetmenliği bırakmak zorunda kalmıştım.
Sizin sorduğunuz "Tutuklu gazeteci haberlerini görünce ne hissediyorsunuz" sorusuna vereceğim tek cevap "çalışma yaptığım süre boyunca davalar, soruşturmalar ve mahkûmiyetler hiç bitmedi" olacak.
Yeniden tutuklama
En son 3 Ekim 2011 günü siyasi operasyonların gerekçesi haline getirilen "KCK dosyası" kapsamında gözaltına alındım.
8 Ekim günü tutuklanarak Diyarbakır D Tipi cezaevine konuldum.
Tutuklanmama gerekçe yapılan şeyler tamamen gazetecilik faaliyetlerim kapsamında Demokratik Toplum Partisi (DTP), Barış ve Demokrasi Partisi'nde (BDP) siyaset yapan ve 14 Nisan 2009'da tutuklanan bazı şahsiyetler ile haber ve benzeri konularda yaptığım telefon görüşmeleri ve meslektaşlarımla gazetecilik üzerine yaptığım konuşmaların dinlenmesiyle oluşturulan kayıtlara dayandırıldı.
Zaten daha önce hazırlanan KCK iddianamesinde şahsıma ait bazı telefon görüşmesine yer verilmişti. Ben bunu çok önemsememiştim. Ancak bunlar iki yıl sonra önüme çıkarıldı.
İtirafçı ifadeleri
Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilen iddianamemde bunlara ek olarak, bir itirafçının yalan iddiaları ve mail yazışmalarına da yer verilmiştir.
Irak'a haber takibi için gidişlerim ise kim olduğunu bile bilmediğim bir itirafçının "örgüt kamplarına geldi" biçimindeki beyanlarına dayandırılmış ve suç olarak tanımlanmıştır.
Yani yazılarım, yazışmalar, manşet tartışmaları, muhabirlerden haber ve görüntü istemem "talimat" ve "örgütsel faaliyet" olarak tanımlanmış ve örgüt yöneticiliği ile suçlanmaktayım.
Duruşma tarihi netleşir netleşmez gazetemizin avukatı Cemil Özen ile beraber savunmamızı hazırlayacağız. Dosya kapsamı mesleki faaliyetlerim olduğu halde TMK'nın sorunlu yapısı ve tutuklanmaların siyasi olmasından dolayı iktidar sahipleri hiçbirimizi gazeteci olarak tanımlamadığını savunuyor. Bu ince ve kurnazca yürütülen bilinçli bir siyasettir.
Çalıştığım yayınlar imkânlarının el verdiği ölçüde bana ve diğer tutuklu meslektaşlarıma sahip çıktığını, destek olduğunuz düşünüyorum. Gazetedeki arkadaşlarım dava ve baskılardan gözünü açabildiği oranda içerdekileri unutmamaya çalışıyorlar.
"Kürtçe mektup" sorunu!
Tutulduğum cezaevinde sorun ve sıkıntılara takılmadan yazımsal çalışmalarımı sürdürmeye çalışıyorum. Ancak Kürtçe yazı yazmak ve gazeteye ulaştırmak uygulamalar nedeniyle neredeyse olanaksız.
Cezaevinde Kürtçe mektup okuma komisyonu bulunmadığı için yazılan makaleler çeviri için önce savcılığa gönderiliyor ve uygun görülürse gönderiliyor. Bu da bir yazı için haftalarca beklemek anlamına geliyor. Bu yüzden gazetedeki yazılarıma devam edemiyorum.
En çok neyi özlüyorum?
İçeride en çok neyi özlüyorum biliyor musunuz?
Bu soruya benim vereceğim cevap tek ve çok yalındır aslında. Medya da bu kadar yandaşlık ve iktidar yalakalığı gelişiyor iken, dışarıda iken aşk ile yürüttüğüm Kürtçe gazeteciliği içeride yapamamak, aklınıza gelen şeyleri habere dönüştürememek en çok zorlayan şey oluyor insanı.
Özlediğim şey haber yapmaktır. Diğer bir şey de benim için bir okul olan Azadiya Welat'tan ayrı olmak, sadece bir okuyucusu olmak ile yetinmek, belki de gerçek zindandır.
Ancak fiziki duvarlar içerisinde bulunsak da beyinlerimize ve yüreklerimize yerleşemediği sürece hiçbir zindan kör etmez. Kürtçe yazımsal faaliyetlerimi inatla devam ettiriyorum.
Dışarıda olsaydım yine aynı şeyi yapardım.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen bu ülkenin bir gün mutlaka gerçek demokrasiyle buluşacağına ve tüm renklerin, dillerin ve düşüncelerin özgürlüğüne kavuşacağına inanıyor, yeni yılın özgürce buluşmamıza vesile olması dileğiyle. (TT/BA)
* Tayip Temel, D Tipi Diyarbakır Kapalı Cezaevi