Boşanma sürecinde talep ettiğimiz sosyal haklar aynı zamanda aile temelli sosyal hakları hedef alıyor. Boşanmanın evlilik kurumunda yarattığı sarsıntının etkisini kırma çabasının bedeli, boşanan kadınların omzuna yükleniyor. Boşanan kadın; aile ideolojisiyle, yargısıyla, kısıtlı haklarıyla dışlanmaya, yalnızlaştırılmaya çalışılıyor. Yoksulluğa ve yoksunluğa itiliyor.
Dolayısıyla boşanma ile ilgili haklarımızın "Boşanırsam evsiz, işsiz ve aç kalırım" diye düşündürtmeyecek, yeniden evliliğe zorlamayacak, baba evine ve çocuk, yaşlı bakımına mahkûm etmeyecek, can güvenliğimizi sağlayacak, ayrıldığımız kocayla ilişkinin sınırını tamamen kendi dilediğimiz gibi belirlememize imkân tanıyan, özgürleştirecek haklar olması gerekiyor.
Bugün dünyanın birçok ülkesinde boşanma oranları Türkiye'dekinden çok yüksek. Örneğin Belçika'da her dört evlilikten üçü; Almanya'da her iki evlilikten biri boşanmayla sonuçlanırken; Türkiye'de yüz evlilikten dokuzu boşanmayla sonuçlanıyor.
Dünyanın her yerinde, ailenin güçlendirilmesi ve yaşlanan nüfusun gençleşmesi için kadınlara daha çok çocuk doğurtmaya yönelik politikalar üretiliyor. Kadınları 'özgürleştiren' hakların sınırını ailenin bütünlüğü belirliyor/çiziyor.
Türkiye'de aile ve evlilik kurumu üzerine hâlâ kökten bir tartışma yapılmıyor. Tartışmalar dolaylı yoldan ve daha çok 'ailenin demokratikleştirilmesi' çerçevesinde sürdürülüyor.
Aile içinde şiddet gören ve bu cehennemden kurtulmaya çalışan kadınları koruma amaçlı olarak çıkarılan 4320 no'lu yasa bile önümüze 'Ailenin korunması hakkında kanun' olarak geliyor. Kadınlara sabah akşam üç çocuk doğurmaları tavsiye ediliyor. Türkiye İstatistik Kurumu'nun 2009 yılı verilerine göre,
Türkiye'de geçen yıl evlenen çift sayısı bir önceki yıla göre 50 bin 231 azalmış, boşanan çift sayısı ise 14 bin 499 kişi artmış. AKP iktidarından da güç alarak aile merkezli yayın yapan medya, TÜİK verilerini 18 Haziran 2010 tarihindeki manşetlerinde, "Yozlaşmada son hız: Evlenme oranları azaldı" başlığıyla verebiliyor. (www.dunyabulteni.net)
Türkiye'de on yedi milyon evli çift olduğu söyleniyor. Her yıl ortalama üç yüz bin kadın evlenirken, elli bin kadın da boşanıyor. Her yıl öldürülen ortalama bin kadının çoğunluğu boşanmak-ayrılmak istediği için öldürülüyor. Boşanmanın öncelikle kadınların önünde kullanılabilir bir hak olarak kurulması gerekiyor. "Boşanabiliriz ve evliliğe mahkûm değiliz" fikriyle kadınlar olarak barışmalıyız.
Boşanmanın yoksullukla, 'genel ahlak' baskısıyla, mahkûm edildiğimiz bakım hizmetleriyle, ayrıldığımız/ayrılmak istediğimiz koca eziyetiyle, içine itildiğimiz korku, endişe ve suçluluk duygusuyla bizim için bir cendereye dönüştürülmesine karşı çıkmalıyız. Bu bağlamda, erkeklerden alacaklarımızı, devletten de kadınlar lehine düzenlemeler içeren taleplerimizi yerine getirmesini istemeliyiz/istiyoruz.
2002 öncesi evliliklerde de paylaşım hakkı olsun!
Yeni Medeni Kanun'da 2002 yılından sonra edinilmiş mallar, boşanma, eşlerden birinin ölümü ya da başka bir mal rejimine geçme dolayısıyla eşler arasında paylaşılıyor.Edinilmiş mallara katılma rejiminin, 2002 yılı öncesi evliliklerde de geçerli olmasını istiyoruz.
Ayrıca boşanma öncesinde de, yani evlilik süresince kadınların edinilmiş mallar üzerinde tasarruf hakkı olmalı.Davanın sonuçlanması beklenmeden, açıldığı anda taşınır malların paylaşımı yapılabilmeli. Edinilmiş malların tasfiye davası açmanın zamanaşımı olmamalı. Boşanma davasını açmak, tasfiye için de başvuru olarak değerlendirilmeli.
TÜİK'in 2009 yılı Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması raporuna göre, 2007 yılında eşdeğer hane halkı gelirine göre, nüfusun yüzde 80'i aylık iki bin liranın altında, yüzde 20.6'sı ise yoksulluk sınırının altında bir gelirle yaşıyor. Nüfusun yüzde 61'i kendine ait bir konutta oturuyor, yüzde 55.5'inin borcu bulunuyor.
Yani edinilmiş malların paylaşımının nüfusun yüzde 49'u için hiçbir karşılığı yok. Konut sahibi ve borçlu olan yüzde 15 için de pek karşılığı olduğu söylenemez.
Geri kalan kesimin çoğunluğunu ise tek bir 'aile konutu' olanlar oluşturuyor. Yani mal tasfiyesinde boşanan kadınların yüzde 50'sinden fazlasına hiçbir şey, geri kalanın çoğunluğuna ise yarım ev düşüyor. Edinilmiş malların paylaşımı boşanma sonrasında kadınların önemli bir bölümünün yarasına merhem olamıyor.
'Aile konutu' kullanım hakkı kadına!
Kadınlara devlet tarafından boşanma sürecinde ve sonrasında barınabilecekleri bir konut tahsis edilmeli. Kadınların can güvenliği için onların talebine bağlı olarak bu konutların adresi gizli tutulabilmeli. Kadınların konutta kalma süreleri iş ve yaşama koşullarına bağlı olarak kendileri tarafından belirlenmeli.
Konut tahsis edilemediği durumlarda boşanan kadınlara kira yardımı yapılmalı. Boşandıktan sonra paylaşıma tabi 'aile konutu'nun kullanım hakkı, iki yıldan az olmamak kaydıyla kadının olmalı. Çocukların bakımını kadın üstlendiyse, aile konutu ömür boyu kadında kalmalı.
Nafakanın borçlusu sadece erkek değil, devlet de...
Mevcut yasalar çerçevesinde, boşanma sırasında tedbir, boşanma sonrasında 'mağdur' olan eşe yoksulluk, çocuklara bakan tarafa iştirak nafakası verilebiliyor. Burada nafaka alan eşin cinsiyeti, istisnalar dışında kadın. Nafakanın miktarında bir asgari rakam olmadığından genellikle kadını doyuracak bir miktar olmuyor.
Ayrıca nafaka bağlanmasının, kadının kusuru olmaması ve haysiyetli hayat sürmesi koşuluna bağlı olması kadınların boşandıktan sonraki hayatına ipotek konulması anlamına geliyor. Bu nedenle boşanan kadınlara evlilik süresindeki karşılıksız hizmetleri göz önüne alınarak koşulsuz nafaka verilmeli. Bu nafakanın alt limiti yaşanabilir bir miktar olmalı.
Bu miktarın erkekten tahsil edilemeyen kısmını devlet ödemeli. Nafakaların borçlusu sadece erkekler değil, aynı zamanda devlet. Erkeklerin ödemesi gereken miktar da devlet tarafından tahsil edilip kadınlara düzenli aylık olarak verilmeli.
Eğer boşanan kadının yaşı elliden fazla ise bu aylık ömür boyu verilmeli; elliden az ise, aylık verme süresi kadınların iş ve yaşam koşullarını düzenleme koşuluna bağlı olarak belirlenmeli.
İşsizlik sigortası ve işe alımda öncelik
Boşanan kadın çalışmıyorsa ve çalışmak istiyorsa hemen işsizlik kayıtlarına alınmalı. İşsizlik sigortası devlet tarafından ödenerek işlemeye başlamalı. Boşanan kadınlara işe alımda öncelik verilmeli. İş ve İşçi Bulma Kurumu boşanan kadınların çalışmasını teşvik etmeli ve boşanan kadınların 'görece iyi' işlerde istihdam edinmelerini sağlayan kurslar açmalı.
Cinselliğimiz ipoteklenemez
"Soy bağını belirlemek" gerekçesiyle Medeni Kanun'un 132. maddesi şöyle düzenlenmiş: "Evlilik sona ermişse, kadın, evliliğin sona ermesinden başlayarak üç yüz gün geçmedikçe evlenemez.' Bu madde, ayrımcı olmasının yanı sıra kadınların evlilik içinde tek bir erkeğe cinsel hizmet vermesini yasalaştırıyor ve meşrulaştırıyor.
Hatta bununla da kalmıyor; ortalama bir yıl sürebilecek boşanma davası sırasında da kadınların cinsel hizmet verdiğini varsayıyor. Boşanma sonrası üç yüz gün için 'özgürlük' vermek için ise hamile olmadığımıza ilişkin doktor raporunu şart koşuyor. Bu madde derhal iptal edilmeli.
Babalar da sevgi, şefkat verebilir
Çocuklu kadınlar boşandıklarında eğer çocuk 12 yaşın altındaysa, velayetinin anneye verilmesi neredeyse kural haline gelmiş. Her ne kadar uluslararası sözleşmelere göre çocukların tercihi göz önüne alınıyorsa da "Ana yanında kalmasının çocuğun bedeni, fikri, ahlaki gelişmesine engel olacağı yönünde ciddi ve inandırıcı deliller bulunmadığı ve hemen meydana gelecek tehlikelerin varlığı da ispat edilmediği halde ana bakımı, şefkatine muhtaç küçüğün babanın velayetine bırakılması usul ve kanuna aykırıdır" gerekçesiyle mahkemeler velayeti anneye veriyor.
Biz kadınların çoğunluğu da bunu bir kazanım olarak sahipleniyoruz. Oysa anne şefkat ve sevgisinin erişilmez bir doğallık olarak yüceltilmesi, erkek egemenliğinin ürünü ve yeniden üretim mekanizması.
Bu sayede, çocuklarının velayetini üstlenen boşanmış kadınlar, bakım hizmetinden başını alamıyor, ayrıca evliliklerini geride bırakmakta zorlanıyorlar.
Erkekler de çocuk bakar ve şefkat gösterebilir. Çocukların velayetinin doğal bir zorunluluk olarak kadınlara verilmesi, bizlerin de buna gönüllü olmamız üzerine düşünmeliyiz. Boşanan kadınların tamamına yakınının velayet talebi olduğunu biliyoruz. Ancak bu hiç sorgulamadığımız talebimizi yeniden düşünüp süreç içinde velayetle ilgili 'öncelik annenindir' usul ve kanununu değiştirmeyi hedeflemeliyiz.
Erkeklerin çocukların bakımını üstlenen kadınlara verdikleri iştirak nafakası yüksek tutulmalı. Boşanan kadınların ücretli çalışıp çalışmadığına bakılmaksızın, baktıkları çocuklar için ücretsiz kreş, yuva olanağı sağlanmalı. Kadınlar boşandıktan sonra çocuk dolayımıyla görüşmek durumunda oldukları eski kocalarıyla karşı karşıya gelmek istemiyorlarsa bir sosyal hizmet uzmanı görevlendirilmeli. Erkeklerin bakım süreleri, kadınların nefes almasını sağlayacak şekilde artırılmalı (örneğin üç aylık yaz tatili).
Boşanma acil destek hattı
24 saat hizmet veren boşanma acil destek hattı kurulmalı. Bu hat, boşanan kadınlara hukuki ve psikolojik destek ve boşanma talebi dolayısıyla can güvenliğinden endişe edenlere de gerekli korumayı sağlamakla görevli olmalı.
Ücretsiz yaşlı, hasta bakım hizmetleri
Yaşlı ve hasta bakımını evli-bekâr kadınlar yapıyor. Ancak eğer aile içinde boşanmış kadın varsa, özellikle yaşlı bakımı onların öncelikli işi olarak görülüyor. Bu nedenle hasta ve yaşlı bakım merkezleri açılması ve bu hizmetlerin ücretsiz verilmesi boşanan kadınların da öncelikli taleplerindendir.
Yukarıda saydığım taleplerin bir kısmı kısa zamanda gerçekleşebilir, bir kısmı gerçekleşemeyebilir. Kuşkusuz bu talepleri dillendirmek bile, boşanmanın kullanılabilir hak olduğunu göstermesi açısından önemli. Bu talepler için mücadele evlilik kurumunu deşifre etmemizi de sağlar ve dolayısıyla kadınlar için evlenmeme seçeneğini güçlendirir. (FK/BB)
* Filiz Karakuş'un yazısı Feminist Politika dergisinin yedinci sayısında yayımlandı.