Fotoğraf: Canva
Felsefi iletişim açısından "iyi olma", "esenlik" kavramını ele alalım. Muradımız, kavram temizliği yaparak anlam sağlığımızı iyileştirmek. Anlam arınmasıyla yaşamda karşılaştığımız durumlara karşı öznesi biz olduğumuz göreli ölçüde tutarlı duruşlar sergileyebilmek, deyim yerindeyse felsefece soruşturmak; felsefece soruşturarak "Düşünmek özgürleştirir"e kişisel yaşamımızda yer açarak hayat vermek.
"İyiyim..." diye yanıtlarız "Nasılsın?" sorusunu. Söylemesi belki de hem en kolay hem de en zor yanıt. Kimi zaman adımızdan önce sorulur, başımıza bir hal geldiğindeyse telaşla... Hadi gelin felsefi iletişim açısından "Nasılsın?" sorusu ve ona verilen "iyiyim", "kötüyüm" ya da "eh işte" yanıtlarına bakalım.
Hep bir bağlamda sorulur. Soran, ilgisini, merakını, umurunu, sorumluluğunu göstermek için ya da hiç olmadı usulen sorar ya da bir başka saikle. Kimi zamansa sessizliğin çöreklenmesiyle ortalığı kaplayan sisi dağıtmak murad edilir, "Nasılsın/ız?" diyerek. Bağlamına göre genelde soru bir başka sorunun vekilidir. En zoru da odur hem sorması hem de yanıtlanması bakımından.
Soru, iktidara içkindir bir bakıma. Dile geldiği vakit kendi iktidarını üretir. Soruya kayıtsız kalmak mümkün değildir. Ortam gerilir. Her zaman olmasa bile sular, yanıtla durulur.
İşin soru yanını şimdilik, en azından bu yazılama özelinde, bir yana bırakıp derinleşelim. Konuyu sorularla deşelim önce: İyiyim diyen nereye bakarak konuşur? Sahi, nereye hangi değişkenlere bakarız. Bunlar arasında hiyerarşi var mıdır ya da güdülebilir mi? Nesnel ölçütler geliştirilebilir mi? İyiyim demenin bilinç anlamında koşulları var mıdır? Diyelim ki, iyiyim ama bunun farkında değilim; bu durumda şöyle bir felsefe sorusu kaçınılmaz biçimde kendini sordurur: İyiliğin farkında olmamak ne demek? O halde farkında olmadığımız bir şeyin bizim dışımızda bir anlamı olabilir mi? Nasıl?
Felsefi İletişim, bize, bilincimizin bir tür türevi olan iyilik halimizi yansıtan değişkenlere bakmak, bunları belli bir bağlamda görmek imkânı verir. Hayatımız eylemlerimizle biçimlenir. Eylemlerimizin gerisinde kararlarımız, somut olaylar ya da durumlar bağlamında doğru, yanlış ya da ezbere değerlendirmelerimize dayanır. Değerlendirmeler hep bir durum ya da olayı ele alır. Olaya, olayı ören kavramlarla bakarız. Öyleyse bakacağımız yer kavramlarımız, kavramlarımıza yüklediğimiz içeriklerimiz. İçeriklerimiz, kavram/lar söz konusu olduğunda tek boyutlu bir anlam dünyasını aşar.
Bilincimizdeki her kavram, dört temel taşıyıcı ayak üzerinde varlık kazanır; bunlar: duygu, deneyim, inanç ve bilgi. Kararımıza altlık olan kavrama yüklediğimiz anlam ya da içerik bu dört öğenin birbirine sarmaşmasıyla, katışmasıyla oluşur. İyiyim derken baktığımız yer ister sağlığımız ister mali durumumuz ister ilişkilerimiz olsun oluşturduğumuz kavramsal içerik, tam da o baktığımız yere kendi rengini verir; bize onu yaşatır. Her birimiz; bizde, bizle harmanlanmış, bir diğer deyişle içerik kazanmış kavramlarla bakar, öyle yaşarız. Özetle şu söylenebilir: O içeriklerde olan ve/veya olmayanlar belirler "iyiyim" ya da "iyi değilim" yanıtını.
Meşhur "Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim" sözü, bağlamımız özelinde "Bana kavramının içini göster -ki ben zaten senin yargılarında görüyorum çünkü bakışına, anlayışına, yargılayışına, inanışına, yaşayışına içkin-, sana kim olduğunu söyleyeyim" diye yeniden yazılarak yorumlanabilir.
Bu içerikler nedir? Bunlardan hangi bakımlardan söz edilebilir? Statik midir? Şüphesiz değildir her şey gibi kavramlarımızın içerikleri de devingendir, her an yeniden güncellenirler. Bu nedenle sürekli akar; akışkan, sarmal yapıda olduğu söylenebilir. Deneyim - Duygu - İnanç - Bilgi olarak dört temel taşıyıcı ayağın her biri birer vektör olarak bitimsiz bir seyir halinde birbiriyle kesişir, katışır, çatışır. Her an değişen bir resim, kompozisyon ya da görüntü verir. Kompozisyon, somut bir durumla karşı karşıya geldiğimizde, deyim yerindeyse Hayat karşısında duruş sergilerken kendiliğinden zuhur eder, eş deyişle duruşun kendisidir çünkü o karşılaşma anında Hayat donar bu nedenle karar ya da anlama olguyu dondurmayı öngerektirir. Karar, anı durdurmak olarak yorumlanabilir.
İyiyim dediğimizde yanıtımız anlıktır. Eşsizdir. Bağlamsaldır. İyiyimin anlamı, bağlamında saklıdır. Felsefi iletişim, bağlam ve dinamiklerini, insanın anlam yolculuğunun akışkanlığını da bizim için görünür kılar. Belki de genelinde sanata, özelinde müziğe duyduğumuz ihtiyaç buradan da kaynaklanır.
Tür olarak topluluklar halinde yaşıyoruz. Toplumsallığımıza; "öteki"lerle ilişkimizde, iletişimimizde, bir başka deyişle dilde, dille can veririz. Kişi, ötekiler yanında kendiyle de ilişki, iletişim içinde; kendi kendine konuşmak, kendiyle uğraşmak, kendiyle mücadele etmek, kendi kendini yemek gibi deyimler tam da bu olguyu imler. Bunun bir sonucu olarak kendimize de sorarız. Sorularımıza yanıtlar verir, zaman zaman ötekilerin bizi değerlendirip yargılaması gibi biz de kendimizi değerlendirir, bu değerlendirmelerin sonucunda kendimizi yargılarız da. Her ne kadar J.P. Sartre "Gizli Oturum" adlı piyesinde "Başkaları cehennemdir" dese de kişi de kendi için yer yer o "başkaları"ndan birine dönüşür. Ötekiler ya da başkaları bize belli bir bağlamda belli bir duruşumuza bakarak yargılar; o duruşumuz, belli bir duruma karşı gerçekleşir. O an, o duruşa kavramımızın hangi taşıyıcı ayağı rengini vermektedir? İşte bunun ayırdında olmak hem kişi olarak bizim hem de bize bakanlar için sis bulutu içindeki olgunun berrak biçimde belirmesini sağlar. Bir bakıma perdesizce tanıklık olanağı verir.
Sahi hangi kavramı hangi ayağı ya da boyutuyla yaşıyoruz; herhangi bir ayağına mı indirgiyoruz yoksa bunların harmanına mı? Sahi anlam dünyamıza rengini veren duygularımız, deneyimlerimiz, inançlarımız, bilgilerimiz anlam dünyamızda hangi izdüşümlerle var? İyiyim ya da iyi değilim dediğimizde sözümüze rengini veren hangi izdüşüm ya da izdüşümler neler?
Yolculuk...
(MVB/AÖ)