Son birkaç yıldır post-modern karakterli 3. Dünya Savaşı’nın yarattığı girdabın ciddi düzeyde hissedildiği Güney Kafkasya’da Ermenistan ve Gürcistan çok boyutlu açmazlarla karşı karşıya. Bu iki ülke hem Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrası bir gelecek perspektifi geliştirememeleri ve aynı zamanda insan kaynağı gibi sınırlı olanakların paralelinde ekonomik güçsüzlükleri nedeniyle paylaşım savaşının sahalarından biri olmaktan kurtulamıyorlar. Giderek bu tür temel sorunlar toplumların kendi içinde ciddi ayrışma, düşmanlık ve tahribata yol açıyor. Ülkelerin-devletlerin varlıkları sorgulanıyor.
Ermenistan için büyük umut olan “Kadife Devrim”i (2018) Paşinyan yönetimi iyi kullanamadı. Pekâlâ, 2. Dağlık Karabağ Savaşı gerçekleşmeden Azerbaycan’la sorunlar çözülebilirdi, bunun olanakları vardı. Paşinyan ve onu destekleyen TC ile iç içe olan sermaye çevrelerinin politik perspektifinin “Rusya’dan kurtulma” ufkuyla sınırlı olması bugün yaşanan açmazları besleyen en önemli etkenler arasında.
Geçtiğimiz haftalarda Azerbaycan’la sınır belirleme kapsamında 1. Dağlık Karabağ Savaşı sırasında Ermenistan’ın ele geçirdiği iddia edilen dört köy Azerbaycan’a verildi. İddia edilen diyorum çünkü Sovyetler Birliği haritalarına göre burada yeni sınır çizildiği söylense de bu dört köy ve yakın çevresi için asıl o haritaların doğruluğu tartışma konusu olmayı sürdürecek. Zira Sovyetler Birliği döneminde karşılıklı kolaylık olsun, zaten hepsi bizim ve ortak arazimiz hesabıyla Ermenistan ve Azerbaycan arasında net sınırlar yerine oralarda yaşayanların işlerini basitleştirmek niyetiyle muhtemelen gevşek bir sınır politikası izleniyordu. Yani şunun ya da bunun ineğinin sınırın hangi tarafında otladığının çok önemi yoktu. Nitekim şimdi Ermenistan tarafında da aynı bölgede “Bakü bizim toprağımızı işgal ediyor” iddiaları var.
Bu süreçte ancak İsrail-TC destekli ve Putin tarafından sırtı sıvazlanan Aliyev yönetimi ne Zangezur Koridoru talebinden vazgeçti ne de Ermenistan toprakları için ‘Batı Azerbaycan’ tabirini kullanmaktan. Ayrıca Jermuk civarında Bakü yönetimi tarafından işgal edilen Ermenistan topraklarından çekilmeyi hiç konuşmuyorlar.
Son süreç Ermenistan açısından kolay yaşanmadı. Ülkede şimdilik milliyetçi yanın ağır bastığı kesimler bu mesele etrafında yeniden bir araya geldi ve sokakta muhalefet geliştirdi. ‘Vatan İçin Tavuş’ adı verilen bu hareket, lideri Başepiskopos Bagrat Galstanyan’ı geçtiğimiz pazar günü yapılan bir mitingle başbakan adayı olarak gösterdi. Sonrası sivil itaatsizlik diye adlandırdıkları yeni bir protestolar zinciri başlattılar. Şimdilik bu kapsamda yapılan yol kesme türünden eylemler, gösteriler iktidarı istifa ve bir erken seçime zorlayacak düzeyde değil. Fakat Paşinyan Azerbaycan’la öngörülen tarih olan kasım ayında bir ‘barış’ anlaşması imzalarsa ve kazanacağından emin olursa pekâlâ bir erken seçim söz konusu olabilir.
İktidarın muhalefete tepkisi ise gecikmedi. Paşinyan hemen “Kiliselerin gelirleri şeffaflaştırılmalı ve vergilendirilmeli” dedi. Ermenistan tarihinde önemli bir yeri olan Osmanlı’ya karşı Ermenilerin kazandığı ve dönemin dini liderlerinin belirleyici olduğu Sardarapat Muharebesi’yle (21 Mayıs-29 Mayıs 1918) ilgili anmalara Ermeni Apostolik Kilisesi’nin başı olan Katolikosu muhalefet yapar diye bölgeye girişini engellemeye çalıştılar ama olmadı. Bagrat Sırpazan Sardarapat Anıtı’ndaki anmalara katıldı. Paşinyan ancak o gittikten sonra ortalıkta gözükebildi.
Sokaklarda ise polis şiddeti vardı. Ancak Paşinyan yönetiminin baskı ve gözaltılara ilaveten Ermenistan halklarının temel değerlerine karşı yaptığı demagojik yaklaşımlarla süreci nereye kadar sürükleyebileceği, ayrıca siyasetten epeydir soğuyan halkı (yakın zamanda yapılan anketlerde Paşinyan’a destek yüzde 30 civarında, diğer partiler için bu oran çok daha düşük) ne kadar ikna edebileceği de bir hayli belirsiz.
Aşağıdaki videoda protestolar sırasında polisin halka karşı saldırgan tutumu gözüküyor. Ayrıca Aşot Simonyan adındaki Daşnaktsutyun milletvekili de polislerin şiddetinden nasibini aldı. Elbette Ermenistan’da da milletvekili dokunulmazlığı var ancak anlaşılan Paşinyan Erdoğan’ın çırağı olmaya kararlı.
Soykırım tartışması
Paşinyan yönetimi ülkenin içinde bulunduğu açmazları çözmek için kendince yeni yaklaşımlar geliştiriyor. Bunların temelinde ‘geçmişi geride bırakmak’ formülü yatıyor denilebilir. Kısaca Paşinyan, “Tarihi Ermenistan arayışını durdurmamız gerekiyor” diyor. Aslında böyle bir arayışın ülkede güçlü bir karşılığı olduğu söylenemez. Daha çok bazı politik çevrelerle sınırlı. Bu laflar belli ki şaşırtmacayla Paşinyan açısından muhalefetin çenesini kapatma politikalarının bir parçası.
Asıl sorun ise Paşinyan’ın Soykırım konusunda gerek bu yılki anma öncesi gerekse de anma sırasında yaptığı açıklamalar oldu. Bu açıklamalar birçok kesim tarafından eleştiri ve endişeyle karşılandı.[1] ‘Erivan hastalığı’[2] diye de nitelenen Soykırım travmasından kurtulmaya çalışmak elbette anlaşılırdı. Ancak Soykırım yerine ısrarla ve çoğunlukla Mets Yeğern kullanmak (Biden, ‘Soykırım’ diyene kadar ABD başkanları da yıllar boyunca eleştirilmişti.) ve Soykırım’ı tarif ederken “Bu büyük çaplı trajedi Birinci Dünya Savaşı yıllarında yaşanmıştır. Devleti olmayan, asırlar önce devletliğini kaybeden ve esasen devletlik geleneğini unutmuş olan ve her şeyden önce dünyayı ve onun içinde işleyen kuralları kendisi için anlaşılır kılabilecek bir politik akıldan yoksun Ermeni halkı, jeopolitik entrikaların ve yalan vaatlerin kurbanı olmuştur” türünden TC’nin tezlerine benzer ifadeler kullanmak ister istemez şüpheyle karşılandı. Çünkü bu tartışma ‘normal’ koşullar altında ve ‘normal’ bir zamanda yapılmıyordu. Doğrudan Azerbaycan ve TC’nin işgal tehdidi ve dayatmalarının gündemde olduğu bir süreçte cereyan ediyordu. Nitekim Aliyev savaşta ‘galip’ olmanın verdiği özgüvenle Ermenistan Anayasası’nda değişiklik yapılmasını ve devlet armasından da Ararat’ın silinmesini istiyor.
‘Soykırım’ meselesiyle ilgili Paşinyan’a şüpheyle yaklaşanlar sadece ‘müzmin Paşinyan muhalifleri’ değildi. Bugünlerde İsrail’i Filistin’de soykırım yapmakla ve ABD’yi onu desteklemekle suçlayan Lemkin Enstitüsü de rutinin dışına çıkarak Paşinyan’ı “Soykırım’ın inkârına dolaylı olarak yardımcı oluyor” diye kınayan bir açıklama yaptı.[3] Yakın zamanda Artsakh’da olanlar için de Lemkin Enstitüsü ‘Soykırım’ tabirini kullanırken Paşinyan sürecin başından bu yana Dağlık Karabağ’ın kalan kısmını ‘Azerbaycan toprağı’ diye niteleyerek olacakları kabullenmişti. Hatta “Aliyev size bir şey yapmaz” diyerek tehcir edilen 120 bin insanın Ermenistan’a gelmesini istemediğini de yeterince göstermişti.
Soykırım’ın bugünkü politik anlamı üzerinden tartışmak bence de elbette yanlış değil. Ancak tarihsel bir haksızlık giderilmeden, onarılmadan onu ‘geçmiş’ haline getirmek mümkün mü? Ya da bunu kim ve ne adına yapıyorsunuz? “Devletin görevi vatandaşına iyi bir yaşam sağlamaktır” belirlemesini ve her şeyi unutmayı da Paşinyan kendi adına elbette seçebilir ancak bütün toplum için bunu iddia etmesi fazlasıyla manipülatif. Zira Ermenistan’da muhalefetin bugün ana motivasyonu belki de ‘Rusya yanlısı’ olmak değil, geçmişin sorunlarıyla yüzleşme ve Soykırım’ın TC tarafından tanınması yerine hızla maziye dönüştürülmesine karşı çıkmak.
Ayrıca Soykırım sadece Ermenistan’da yaşayan Ermenilerin meselesi değildir. Aynı dönemde başta bugün Ermenistan’da yaşayan 40 bin Êzidî Kürdün ataları olmak üzere Süryaniler, Pontuslar ve birçok halk bu süreçte katliamlara maruz kaldı. Bu insanlar yaşadıkları toprakları terk edip dünyanın sağına soluna göç etmek zorunda kaldılar. ‘Diaspora’ diye bizzat Erdoğan tarafından bu hafta Efes-2024 Tatbikatı konuşmasında Paşinyan’a ‘ortak düşman’ diye sunulan insanlar keyiflerinden mi dünyanın dört bir tarafına saçıldılar?
Bırakın bir halkı, ulusu kimse birey olarak dahi bir başkasıyla aynı şeyi hissedemez ve diğeri adına yaşadığı acıyı unutmasını, celladına biat etmesini isteyemez. Ermenistan yönetiminin bu boyun eğer tutumu TC yetkililerince elbette sevinçle karşılanıyor. Boy boy basında “Ermeniler hatalarını kabulleniyor” manşetleri atılıyor. Yaşar Yakış gibi TC’deki diktatörlüğün sadık bendeleri elbette olanlardan memnun.[4] Erdoğan da konuşmalarında “Sen sağa sola bakma” diyerek Paşinyan’a sesleniyor; ‘barış’ adı altında onu kendi efradına katılması için davet ediyor, “Bunun gereğini cesaretle yap” diyerek gazı vermeyi de ihmal etmiyor. Ancak görünen köy kılavuz istemez. Paşinyan geleceğini görmek isterse bunun için TC-Barzani ilişkilerine biraz daha yakından bakabilir.
Türkiye kamuoyu bu gelişmelerle pek ilgilenmezken bazı kendini bilmez ‘sol’ aydınlar da TC’nin propaganda seline kapılmış halde ve “Nihayet Ermenistan gerçekleri keşfetti” kıvamında. Ayrıca tıpkı Paşinyan gibi zamanında ne iyi edip kendilerinin de Soykırım yerine Mets Yeğern dediklerini anlatıyorlar. Ermenistan’dan bazı aklı evvellerin “Soykırım’da kaç kişi katledilmiş, sayalım...” laflarına müthiş bir gerçeği keşfedecekmişçesine atlıyorlar.
Ermenistan yönetiminin TC algısı
Ermenistan yönetimi muhtemelen ABD ve İngiltere’nin yönlendirmesinin katkılarıyla gelecek için tek çıkış kapısı olarak Türkiye’yi görüyor. Günübirlik düşünen politikacıların böyle bir fikrinin olması ‘normal’ ancak yanlış.
Burada sorunun asıl kaynağı Ermenistan yönetimi ve kamuoyunun TC’yi nasıl algıladığıyla ilgili. Anlayabildiğim kadarıyla Türkiye onlar için her şeyden önce Batı’nın sembolü ve her ne kadar arada problemler olsa da hayran olunan bir yer. Fakat en azından Ermenistan’da yaşayan sıradan halkın Anadolu’da gerçekte ne olup bittiğinin farkında oldukları söylenemez. Türkiye’de bir diktatörlük var ve her geçen gün kendini daha da yerleşik kılıyor. TC ile Ermenistan arasında yaşanacak bir ‘normalleşme’nin bugün Türkiye’nin iç siyasetinde dayatılan normalleşmeden bir farkı olamaz. Örneğin geçenlerde çıkarılan ‘Seferberlik ve Savaş Hâli Yönetmeliği’ sayesinde Erdoğan tek başına ülkenin geleceğiyle ilgili ‘yasal ve resmi olarak’ istediği kararı verebilir hale geldi. En azından bu örnekle bile mevcut koşullar dâhilinde TC-Ermenistan arasında ‘normal’ bir ilişkinin kurulamayacağı anlaşılabilir.[5]
Ermenistan yöneticilerinin kavrayamadığı (maalesef belki de bizden daha iyi bildikleri) bir gerçek var. TC, Soykırım üzerine kurulmuş başka halkları ezmeye, ayrımcılığa tabii tutmaya, yok saymaya en nihayetinde asimile etmeye şartlanmış bir devlet. Bugün mevcut yöneticileri de emperyalist yayılmacı politikalar doğrultusunda bu saldırgan zihniyeti büyütüyorlar. Bu koşullarda bırakın başka halklarla iyi ilişkiler kurmayı Türkiye’de yaşayan insanların geleceğini her gün daha fazla karartıyorlar. Türkiye kimsenin içinden çıkamadığı derin bir kuyuya dönüşüyor.
Çare???
Çare yok mu, var! Ancak bunun önceliği bölgedeki politik liderliklerin değişmesi ve halkların siyasal ve kültürel olarak demokratikleşmesi aynı zamanda bir arada eşit ve özgür yaşamı düstur edinen bir gelecek beklentisinin düşüncelere hâkim olması gerekiyor. Bu koşullarda bölgede pekâlâ İran, Türkiye, Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan’da yaşayan halkların ortaklaşacağı bir konfederasyon neden olmasın?
Tabii bütün bunlar içinde Paşinyan gibi sıkışmışlığı kabullenen, TC gibi bir devlete biat edip köleliği tek çıkış gibi pazarlayan değil bu ablukayı dağıtacak, bölge halklarını özgür, eşit, barış içinde yeni bir yaşam için örgütleyip ayağa kaldıracak devrimci düşüncelere, iddiaya ve eyleme ihtiyaç var.
Elbette bugünün çürümüş gerçekliğine teslim olmuş ve onu her zaman kutsayan zihniyetlere bu imkânsız bir ütopya gibi gelecektir. Ancak bir geleceğimiz olacaksa bunun yolu şimdinin vampir politikacılarınca şekillendirilen kanlı bir çukura dönüşmüş dünyasında debelenmekten değil yeniden hep birlikte ayağa kalkmaktan geçiyor...
Dipnotlar:
[1] https://www.agos.com.tr/tr/yazi/30164/ermenistan-basbakani-pasinyan-dan-24-nisan-aciklamasi
[2] https://bianet.org/yazi/kita-yaratmak-162097
[3] https://www.lemkininstitute.com/statements-new-page/statement-condemning-prime-minister-nikol-pashinyan%27s-cryptic-engagement-with-genocide-denial
[4] https://www.arabnews.com/node/2517506
[5] https://www.ermenihaber.am/tr/news/2024/05/22/Aykan-Sever-T%C3%BCrkiye-Ermenistan-normalle%C5%9Fme/275839
(AS/VC)