İşin doğrusu Erivan bir süre sonra fazlasıyla sıradanlaşan bir kent. Kolay kolay değişen bir şey yok. Sıklıkla iflas eden ve yenisi açılan dükkanlar dışında.
Ama kendi doğasına ait mucizeleri hepten de yok değil. Ağrı dağı bunlardan biri. Sisin dumanın olmadığı havalarda karlı tepesi epey yakınınızda. Bu günlerde denizin ortasında bir ada görünümünde.
Sıcak şimdiden bastırdı. Karşı faaliyet içinde olan yerler de var. Ferahlık, serinlik veriyorlar. Erivan’ın tek camisinin avlusu, arada kalmış bir kilisenin gölgelikleri gibi. Bu yerler, caddenin bütün gürültüyle karışmış erimişliği üç beş adım ötenizde de olsa, ondan kopabilecek kuytuluğu size sunuyor.
Gürültü neyse ne. Ama hava öyle mi? Ondan kaçmak kolay mı? Geçenlerden bir kaç saatlik kapıyı bacayı zorlayan, ağaçların söken cinsinden bir fırtına yaşandı. Hava raporları bu durumu ön görememişti. Bir ahbapsa “Eskiden (yani “sosyalizm" zamanında) böyle miydi? Ne zaman ne olacağını bilirdik, yağmur da, kar da yağacağı zamanı bilirdi, sıcaklar da bu kadar olmazdı diye kendi kendine söyleniyordu.
Kendimce espri yapmaya kalktım “iktidar hava durumunu da mı belirliyordu” cinsinden; ama ilk sözcüklerden sonra durdum. Sahiden küresel ısınma son on, on beş yılda gaddar yüzünü göstermeye başlamamış mıydı?
Sonra? Yüksekçe yeni yapılmış bir kulenin gölgesinden geçerken, aklınıza belki de kimlerin emeğiyle bu gösterişli binalar dikildi sorusu geliyor. Yine belki bu ülkenin gerçek üreticileri köylüler, kışın sırtına giyecek hırka bile bulamazken, bir başkası nasıl oluyor da burada ve dünyanın sağında solunda birçok mülkün sahibi oluyor, acaba bu durum hangi “mucize”nin eseri diye merak ediyorsunuz.
Sonra o uzun gölgeden kurtulunca, hakkını arayanların öfkeli yüzleriyle karşılaşıyorsunuz. Bir grup çiftçinin bir yıl önce alınan ürününün bedeli hala ödenmemiş, diğerlerininse bahçelerini suladığı bir kaynağa, birileri el koymak istiyormuş.
Her şeye rağmen direniyorlar. Sosyalizm nostaljisi yapan ahbabın deyişiyle “su için uğraşanlar şimdilik 1-0 önde”. Belki de bu ülkenin asıl mucizesi bu.
Barış?
Belki bir mucize daha gerçekleşebilir. Diplomatlar Dağlık Karabağ meselesinde her zamankinden daha çok çözüme yaklaşıldığı düşüncesinde. Elbette şimdilik bu bir söylenti. Bizim memleket menşeli profesör unvanlarıyla taltif edilmiş savaş kışkırtıcılığı yapmayı siyasi analistlik zanneden şahısların bolluğunun var olduğu bir zeminde hem de.
Yine de barışçıl bir çözüm çok zor. Nedeni basit. Her iki tarafta da Dubai kuleleri dikenler yoksul çocuklarının bir birini boğazlamasına aldırmıyor. Ama hayattan umut kesilmez. Bakarsınız bir gün daha önce savaşırken, mola verip, sohbet edip, değiş tokuş yapanlar, bu kez bu çarka isyan eder. O zaman barış gelir. (AS/EKN)