Geçen yıl, 22 Nisan 2014’te pasaportuma ilk damgamı vurdurmuştum. Ermenistan damgasını…
Bugün, neredeyse bir yıl sonra yeniden Ermenistan’da, Erivan’dayım. 24 Nisan öncesi kalabalık bir grup gazeteciyle birlikte Ararat’ın eteklerinde buluştuk.
Ermenice, Rusça, İspanyolca, Bulgarca, Danca, Sırpça, Türkçe, Arapça… Forumun gerçekleştiği binayı dolduran seslerden bir kısmı. Tek bir sorunun cevabını anlamaya gelmişler. Soykırımın 100. yılında Türkiye nasıl bir tutum izleyecek.
İlginçtir ki, kimse “Soykırım gerçekten oldu mu?” diye sormuyor. Ya da 100 yıllık “kanıtları” aramak için iz süren de yok. Hani “Bunlar nasıl gazeteci” diyeceksiniz belki ama, deniz seviyesinde suyun 100 derecede kaynadığını bilen gazeteciler. O su “sözde” kaynamıyor. Kaynıyor işte. Fokur fokur.
Fokur fokur tartışmalar da devam ediyor. Pek tabii tartışmanın merkezinde Ermenistan’ın Türkiye’ye yönelik 24 Nisan anmalarına ve soykırımı tanımaya daveti ile buna karşılık Türkiye’nin Çanakkale anmasına Ermenistan’ı çağırması yer alıyor. O kadar absürd ki “Ne alaka” diye soruyorlar. Ne yazık ki, forumdaki dört Türkiyeli gazeteciden biri olduğum için bu soruyu cevaplamayı benden bekliyorlar.
Ama ben bu sorunun cevabını bilmiyorum. İlk ve ortaöğretimini Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı’nın himayesinde geçirmiş bir vatandaş olarak bize yıllarca 18 Martlarda Çanakkale Zaferi kutlatırlardı. Kimse bize 24 Nisan’dan bahsetmemişti. Hatta “24 Nisan’dan” bahsedilmezdi. Resmi takvim 23 Nisan’dan 19 Mayıs’a kadar tatile girerdi.
Şimdi ben neden 24 Nisan’da Çanakkale anması var sorusuna nasıl cevap vereyim?
Ama bu sorunun cevabını bekliyorlar.
Çünkü bu alelade bir yıl değil. Yüz yılın ilk soykırımının yüzüncü yıl dönümü. Zaten öyle “Biz Çanakkale zaferi kutluyoruz” desek de kimse bize inanmaz. Geçtiğimiz yıl ölenlere başsağlığı dilerken bu sene kutlama neden diye sorarlar.
Çünkü bu 100. yıl.
Ortada 100 yıldır yüzüne karşı yalan söylenen, bu yalana inandırılan bir halk var ortada. Ermenistan halkından değil, Türkiye’den bahsediyorum.
Der Zor çölünü vaha gibi anlatan Sarı Gelin belgeselini ilköğretimlerde izlettikten birkaç yıl sonra tehcirin “gayr-i insani” ilan edilmesinden bahsediyorum.
“Birinci Dünya Savaşı esnasında yaşanan hadiseler, hepimizin ortak acısıdır. Bu acılı tarihe adil hafıza perspektifinden bakılması, insani ve ilmi bir sorumluluktur” dedikten sonra da 1. Dünya Savaşı’nın kronolojisini değiştirme çabasından bahsediyorum.
Ermeni Soykırımı, 1915, tehcir… Bu sadece üstü kapatılmaya çalışılan bir gerçeklik, sadece bir inkar değil. Bir devletin kendi halkına yalan söylemesi. Kendi halkını o yalanla büyütmesi. O yalanla insanları öldürmesi. O yalana sığınarak suçlarını haklı göstermesi.
Bu nedenle 100. yıl sadece soykırıma maruz kalmış Ermenilerin meselesi değil. 100. yıl yüzümüze karşı yalan söyleyenlerle bir yüzleşme imkanı.
Her ne kadar onlar Gerçek Bakanlığı’nda yeni tarihler yaratsalar da. (EA)
* Elif Akgül'ün ''At the Foot of Ararat'' Uluslararası Medya Forumu ve Ermenistan haberleri için tıklayınız.