Ermenistan benim pasaportumdaki ilk damga.
28 yaşımdayım. İki gün öncesine kadar Misak-i Milli sınırlarını bir santim bile geçememiştim.
Bu “sınır lanetini” kırmanın belki de en güzel yolu, yine sınırları kapalı olan bir ülkeye geçmekti. “Gidemezsin” diyenlere, “sınır fetişlerine” inat kapalı sınırlardan geçmek.
Erivan’a 21 Nisan sabaha karşı 3.00’te geldim. Gece, arabanın penceresinden baktığımda bir sürü ağaç, alçak binalar, geniş yollar gördüm.
Kaldığım yer eski bir Sovyet binası. Bir tünelden girilen ve üç binanın ortak avluya baktığı bir apartman kompleksi. Apartmanın içi de Elveda Lenin’den fırlamış gibi. Evlerin içiyse modernize edilmiş. Yani daha iyisi olamazdı!
Pazartesi günü Paskalya olduğu için her yer kapalıydı. Bu yüzden bütün günümü turist olarak elimde kamera, insanlara el kol hareketleriyle soru sorarak geçirdim. Tabii rehberim Civilitas’ın editörlerinden Diana Muradova’nın yardımıyla.
Gece edindiğim ilk izlenim gün boyunca da sürdü. İstanbul’dan gelen biri olarak Erivan’da ilk hissettiğim duygu ferahlıktı. İstanbul’un devasa kalabalıklarının Erivan’da olmaması bunun tek sebebi değil. Daha önemlisi şehir merkezinin alçak eski binalarla donatılmış olması. İstanbul’un insanın üstüne üstüne gelen bina, insan ve araç kalabalığı burada yok. Daha sakin, daha ferah.
Diana şehir merkezinde özellikle yüksek bina yapılmadığını, tarihsel dokunun korunmaya çalışıldığını söylüyor. Öyle ki eski taş binalar şehir merkezinin hakimi.
Erivan’ı tasarlayan mimar Alexander Tamanian kenti meydanı saracak bir daire şeklinde tasarlamış. Öyle ki her yol her yöne çıktığı gibi, hepsi de meydana varıyor. Şehrin bu özelliği bugün hala daha geçerli. Keza yaklaşık dört saat boyunca kentte yürüsem de kaybolmayı beceremedim.
Meydan da meydan ama. Erivan İstanbul’dan ne kadar küçükse Cumhuriyet Meydanı (eski Lenin Meydanı) da Taksim Meydanı’ndan bir o kadar büyük.
Sadece meydanda değil, kent boyunca sıra sıra ağaçlar ve banklarla Erivan, araçlardan ziyade yaya odaklı bir şehir. Bütün gün boyunca sokakta yaşayan iki kedi gördüm. Gördüğüm tüm köpekler sahipliydi. Ama sürekli kuş cıvıltısı işittim.
En çok ilgimi çekense her köşe başında gördüğüm heykellerdi. Avrupa görmüş arkadaşlar hep anlatsa da “köşe başı sanat” kavramını daha önce deneyimlememiştim.
Ermeni sanatçıları ve tarihi kişiliklerinin yanı sıra modern heykeller de mevcut. Favorim metalden yapılmış, korkunç boğa ve örümcek heykelleriydi. Boğayı görünce bizim Kadıköy Boğa’yı düşünmeden edemedim. Keşke tanışsalar.
Ve Ermeni Soykırımı Müzesi.
Müze tadilatta olduğu için kapalıydı ancak anıt gezilebiliyor. Anıt yolu soykırımda ölenler anısında dikilen ağaçlarla dolu.
Anıtta 24 Nisan Ermeni Soykırımı Anmaları için hummalı bir hazırlık var. Birkaç gün sonra yüzbinlerce kişi soykırımda öldürülen köklerini anmak için buraya gelecek. Anıt’taki ateş de hiç durmadan yanıyor.
Anıt’tan ayrılırken Ağrı Dağı’na/Ararat’a bakıyorum. Kocaman ve bulutlar içinde. Benimle birlikte bir kuş da Ararat’ı izliyor. (EA)
* Bu seyahat, Hrant Dink Vakfı tarafından Civilitas Foundation işbirliği ile yürütülen Türkiye-Ermenistan Seyahat Fonu tarafından desteklenmiştir. Türkiye-Ermenistan Seyahat Fonu, Ermenistan-Türkiye Normalleşme Süreci Destek Programı kapsamında Avrupa Birliği tarafından finanse edilmektedir.