Savaş ve barış: Birbirini iten iki zıt kutup; birinin bir diğerine yakınlığı, öbürünü yerinden eden, onu uzaklara yerleştiren kaçınılmaz sonuç demek. Tıpkı Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarının zırhlarını kuşanıp, barışın üzerine yürümesiyle onu gözden ıraklaştırması gibi.
Ancak bu iktidar, bunu yaparken, savaş ve barışın uzlaşamaz doğasına aykırı bir şekilde, ikisini de birleştirecek, bütünleştirecek ve doğal gösterecek eylemlere yöneliyor.
Gündemin iki ana maddesi: Erdoğan'ın Somali ziyareti ve PKK'ye yönelik operasyonlar bu çift yönlü stratejiyi bize açıkça gösteriyor. Biri savaşı, silahları hatırlatırken hafızalarımıza, diğeri insan olmanın gereğini, erdemi, insancıl/barışçıl olmanın erdemini hatırlatır. Ama böyle midir? Gerçekten de bir taraftan insana dair tüm değerler yıkılırken, diğer taraftan insanlığı inşa ediyormuş gibi yapmak mümkün müdür?
Din Odaklı Bakış
AKP'nin kendine yakıştırdığı "muhafazakâr demokrasi" söylemiyle temellenen 'din' eksenli politikası, savaş ve barış politikalarında da kendini göstererek, savaş ve barışın uzlaşamaz imkânsızlığını, mümkün hale getirmeye çalışıyor. Din, nasıl AKP'nin demokrasi, insan hakları, çok kültürlülük gibi politik manevralarının her birine yerleştiriliyorsa, savaş diline de öyle oturtuluyor.
Zaten Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın PKK'ye yönelik operasyonları dini vecizelerle açıklama çabası ve Somali'ye yapılan yardımları din temelli düşündürtme isteği de, iki ayrı uçta verilen çıkarcı bu politikanın temsili niteliğindedir.
Erdoğan'ın, AKP'nin 10. kuruluş yıldönümündeki konuşmada, "Ramazan'a hürmetten" bahsetmesi, savaşçı sabrını buna dayandırması, Osmanlı dönemine ve geçmiş İslami değerlere atıfta bulunması, gene, "zaten bunların dinle de alakası yok," diyip, Kürtlerin geçmiş inanışlarından olan Zerdüşti inancına atıfta bulunarak, karşısına alıp savaşacağı düşmana 'din' odaklı bakması, onun savaş dilindeki 'din' endeksli bakışına örnektir.
İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) toplantısının açılış konuşmasında ise, Başbakanın, "İslam âlemi için mana dolu bir ayda, mana dolu bir amaç için toplanmış bulunuyoruz..." diyerek konuşmasına başlaması, Somali'yle Osmanlı Devleti dönemine dayanan uzun ve köklü bir ortak geçmişin olduğuna, tarihi ve kültürel bağların bulunduğuna dikkati çekmesi de 'din' odaklı politikanın ürünüdür. Nihayet bu konuşmada da, Somali'deki mimari yapılara değinerek, "ebedi kardeşliğin büyük sembolünden" bahsedilmiş ve Osmanlı'yla o nostaljik ilişki temellendirilebilinmiştir.
Dini merkeze alan bu politik tavır, merkez odaklı medyadan da destek alınca, AKP'nin savaşçı özelliği, dinsel bir göreve büründürülerek, onu kurtarıcı gibi resmedebilmektedir.
Olduğunu sanmamız istenen şey, bir sanrı
Roland Barthes'ın dediği gibi: "Sözün göz kamaştırıcı biçimde bağlanmış biçimi olduğundan, yazı, ince bir çift anlamlılıkla, iktidarın hem özünü, hem görünüşünü, hem olduğu şeyi, hem de olduğu sanılması istediği şeyi içerir." Şimdi olduğu gibi, olduğunu sanmamız istenen şeyin, özünde bir sanrı olması gibi.
Neredeyse tüm gazetelerin, Somali'ye yapılan yardımı vıcık vıcık bir dille sürmanşetten, PKK'ye yönelik operasyonları ise savaşçı bir dille manşetten vermesi, hem ülkenin hem de İslam dünyasının kurtarıcısı Erdoğan'ın savaşçı yönünü silikleştirmeyi amaçlamaktadır. Taraf gazetesinin Somali ziyaretini "Hayırlı resmi ziyaret" başlığıyla sürmanşetten verip, Sabah gazetesinin operasyonları "Kandil'in en ucuna girelim" manşetiyle vermesi gibi.
"Dünyanın umursamadığı Somali'ye, bu mübarek ayda yardım elini uzatan Erdoğan, savaşçı, oyunbozan biri olamaz ya!" Aslında düşünmemiz istenilen şey kısmen budur; Erdoğan'ın savaşı başlatan, barışı bozan değil, 'barış için savaşan' olduğudur.(BA/IC)