Tayyip Erdoğan bir siyasetçi. Belediye başkanlığından başbakanlığa uzanan siyasi hayatını şimdi de, seçilmiş cumhurbaşkanı olarak devam ettiriyor.
Elbette siyaset, ekonomi, toplum, uluslararası siyaset, diplomasi, yasalar gibi birçok alanda konuşma hakkı ve önceliği var. Cumhurbaşkanının görüşleri, doğru ya da yanlış, her zaman önemlidir ve toplum olarak cumhurbaşkanının görüşlerini bilme hakkımız var.
Yürütmenin başındaki siyasetçilerin her konuda her şeyi bilmeleri mümkün olmadığı için, bu alanların birçoğundaki konuşmalar, danışmanlar tarafından hazırlanır ki, normaldir. Ancak konuşmada nelerin öne çıkarılması gerektiği, savunulan siyaseti destekleyici özelliklere vurgu yapılması gibi hususlarda konuşmanın genel kaidelerinin, konuşmayı yapacak siyasetçi tarafından belirlendiğini sanıyorum.
Öyle konular vardır ki, siyasi atışmalarda bile savurmaya gelmez!
Ancak Türkiye’de siyasetçilerin savurma alanları epeyi geniş. Bu özgürlüklerini tepe tepe kullanıyorlar. Elbette siyaset dilinin bu sorumsuzluğunun nedeni büyük ölçüde, toplumun siyasetle kurduğu ilişki biçiminde yatıyor. Örneğin, kim hangi partiyi savunuyorsa, o partinin yetkili ağızlarının söylediklerini önsel olarak doğru kabul ediyor. Siyasi alanların keskinleştiği durumlarda, önyargılar daha güçlü oluyor. Tayyip Erdoğan’ın her söylediği, AKP seçmeni için doğru, muhalefet için yanlış oluyor. Veya bunun yerine Kılıçdaroğlu’nu, Bahçeli’yi, Demirtaş’ı da koyabilirsiniz. Hâlbuki bu kişilerin her birinin, şu veya bu ölçüde yanlış ve doğru söylemleri vardır.
Türkiye’de siyasetin gündemini büyük ölçüde (tamamen mi demeliyim?) Erdoğan belirliyor. Bu hem iktidarda bulunması hem de özellikle otoriter bir lider olarak, yürütmenin üzerinde hükümranlık kurmasından ileri geliyor. Gündem belirleme yetisinin bu iki özelliğine bir madde daha ekleyebiliriz: Erdoğan, bilerek ya da bilmeyerek, konular üzerine absürt açıklamalar yapıyor ki, ilgi çekici oluyor. Yürütmenin sıkça başvurduğu siyasi taktiklerdir; belki de Erdoğan, gündem değiştirmek için bu ilginçliklere şu günlerde daha sıkça başvuruyor! Malum, aralık ayı!
İlginçlikler, savrukluklar devam ediyor.
Son olarak Erdoğan’ın dil üzerine engin görüşlerini dinledik!
Her şeyin en doğrusunu, en iyisini o biliyor! Ve onun sayesinde toplum olarak ne kadar geri bilinç düzeyine, kültürüne ve yanlış bilgilere sahip olduğumuz gördük! Örneğin Amerika kıtasını bile Müslümanlar keşfetmiş, üstelik bir de Küba’ya cami yapmışlar! Sağolsun Erdoğan, sayesinde gerçekleri öğreniyoruz!
Eminim daha çok şeyler öğreneceğiz!
TUBİTAK ödül töreninde konuşan Erdoğan, "Türkçenin mevcut kelime haznesiyle felsefe yapamazsınız. Osmanlıca, İngilizce, Fransızca Almanca kelimelere başvuracaksınız" dedi.
Erdoğan bu görüşünü bilimsel bir temele mi dayandırarak söylüyor, yoksa şu Osmanlıcanın zorunlu ders olarak okutulmasını ortaya attığı için siyaseten mi böyle davranıyor?
Dil ve felsefe gibi uzmanlık isteyen, bilimsel verilere dayanması gereken konularda rastgele söylemlerde bulunmak çok ciddiyetsiz bir davranıştır.
Ciddiyetsizlik şurada: Daha iki yıl önce aynı Erdoğan aynı konuda “Zaman zaman söyleniyor, ‘Türkçe ile felsefe, bilim yapılmaz, bilim dili kurulmaz’ deniyor. Bunların tamamı ırkçılık kokan açıklamalardır” demiş.
Şimdi bunların hangisi doğru ve hangi Erdoğan’a inanacağız?
Dinci Erdoğan’a mı, ırkçı Erdoğan’a mı?
Demek ki Erdoğan bu konuşmaları gerçeği ifade etmek için değil, siyaseten işine geldiği gibi yapıyor. Yani bizleri kandırıyor. Bu nedenle Erdoğan, dil ve felsefe gibi uzmanlık isteyen bilimsel konuda görüş belirtirken, konuşmasının içeriğine de vakıf değil. Erdoğan için gerçeği söylemek değil, seçmen kitlesine propaganda şırınga etmek ve gündem yaratmak önemlidir. Bu alanda yaptığı kimi absürtlüklere dünyanın gülmesi de umurunda değil!
Erdoğan bu konuları bilmiyor ama danışmanları da bilmiyor. Çünkü İslamcıların en zayıf oldukları ve hatta bilmedikleri konuların başında felsefe gelir. Dünyadaki bütün dinciler (dindarlar değil), felsefeyi sevmezler!
Türkiye’de felsefe yapılamamasının nedeni dil midir?
Dil, felsefe, bilim konularında fazla kelam eyleyecek durumda değilim. Türkçeyle felsefe de yapılır, bilimsel makale de yazılır. Ancak kimi kelimelerin, terim ve kavramların Türkçede karşılığının bulunmasının sıkıntı yarattığını, özellikle felsefe kitaplarının çevirilerinde bu sıkıntıdan kaynaklı olarak ciddi anlam kaymalarının ve yanlışlarının olduğu bir gerçektir.
Materyalist kavramının karşılığı nedir? Maddecilik mi, özdekçilik mi? Madde ile maddiyatı, maddecilikle maddiyatçılığı aynı sanan çok geniş bir kesim var. Üniversite hocalarının birçoğu bile materyalizmi maddiyatçılık olarak biliyor. Geçen gün Gazete İstanbul’da yazan bir yazar da, dört beş kez materyalist kelimesini cümle içerisinde maddiyat düşkünü olarak kullanmış. Bu anlam kaymaları daha çok bilinçsizlikten olduğu gibi, dilden de kaynaklanabiliyor.
İlkokul birinci sınıflara kadar din dersini sokanlar, okullardan felsefe derslerini kapı dışarı ettiler. Kaldı ki, felsefe derslerinin olması da pek bir şey ifade etmiyordu, çünkü müfredattaki felsefe kitapları bir rezaletti! Yine de hiç yoktan iyiydi.
İlahiyat fakültelerinden felsefe tarihi dersleri AKP’nin desteğiyle YÖK tarafından kaldırıldı. Merkezinde metafizik olan bir bölümden felsefe tarihi dersini kaldırmak, bir cinayettir! Metafiziğin karşıtı felsefe akımlarının dinleri sorgulayacağından mı korktunuz? İlahiyat fakültelerinde felsefe tarihi dersi olmaksızın din felsefesi, İslam felsefesi dersleri okutuluyormuş! Ne ala! Düşünceyi metafizikle sınırlıyorsun ve onun karşıtı olan felsefe akımlarını okutmuyorsun. Felsefe tarihi demek, her şeyden önce Grek felsefi demektir; Aristo’dur, Platon’dur, Sokrat’tır, Epikür’dür. Grek felsefe metinlerinin daha çok Süryaniler tarafından Arapçaya çevrilmesiyle bu metinlerle tanışan İslam kelamcıları, bu metinleri tartışarak bir İslam felsefesi oluşturma yoluna gittiler. Felsefe tarihini bilmeyen birisinin İslam felsefesini öğrenmesi mümkün değildir. Onlardan çıksa çıksa dinin zahiriliğini bile kabaca yorumlayan, sığ kimi cami hocaları çıkar!
Eğitim-öğrenimdeki gidişat da gösteriyor ki Erdoğan ve gibileriyle felsefe, pek yan yana gelemezler. Varlığı sorgulamak, bilginin kaynağını araştırmak, şüphe etmek, gerçeğin peşine düşmek, şeylere dair spekülasyon yapmak; felsefe yapmak budur ve bu arayışlar dogmatikler için, düşünceyi nas ile sınırlayanlar için tehlikelidir. Türkiye’de felsefe yapmak ve felsefenin öğrenim kurumlarında yaygın ve gereği gibi işlenmesi zaten sıkıntılıydı. Cılız bir ağaç durumunda olan felsefenin şimdilerde kökü kurutuluyor. Böylece toplum için büyük bir tehlikenin önüne de geçilmiş olacak!
Felsefe yapılamamasının nedeni dilimiz değil, iktidarların felsefeye bakışlarıdır. Felsefe yapılmasının önünü tıkayan bir siyasi anlayışın, Türkçeyle felsefe yapılamadığını söyleyerek konuyu çarpıtması; tam da kendilerinin ‘felsefe’ anlayışını gösteriyor. Ve felsefe kelimesi, Erdoğan’ın dilinde eğreti duruyor.
Felsefe ve dil deyince on kere düşünülmeli, bir kere konuşulmalı.
Susmasını bilmek de erdemdir!
Felsefe yaptınız da, dil mi yetersiz kaldı?
Felsefeyi bilmeyenler, suçu Türkçeye yüklüyorlar, yazık!