*Fotoğraf: Pixabay.
Coşkun Amca, her gün sokaktan geçerken, bagajını açtığı eski model arabasından tüm sokağa müzik dinletiyor.
İnsanlar balkonlarından sepetlerini salıp, börek, simit veya kurabiye alıyorlar ondan.
Taze börekleri, simitleri ve kurabiyeleriyle karınları, müziğiyle ruhları doyuruyor Coşkun Amca...
Onu, bu kentte, Çınarcık'ta herhalde tanımayan insan azdır. Belediyeden emekli, kısa boylu, şeker gibi bir adamdır.
Burası, Şahin Sokak... İlçe merkezinden biraz uzak, sahile yakın, yazlıkçısı bol, bakkalı olan bir sokak...
Kimi vakit sessiz, kimi vakit de bu sessizlik yerini, seyyar satıcıların bağırışlarına bırakıyor.
Zerzevatçısından hurdacısına, köy yumurtası satanından simitçisine...
Sokağa, yakın zamanda üç çocuklu bir roman aile yerleşti. Bizim kaldığımız apartmanın kapıcı dairesini tuttular. Arada bir, bizim zile basıyor çocukları... Roman çocukları...Esmer, güzelim çocuklar...
Roman çocuklarının yanı sıra, Muharrem ayı münasebetiyle yaptıkları aşureleri ikram etmek için komşular basıyor zile...Ve bir de, 'geçmiş olsun' demek için gelenler oluyor. Hasta ziyaretçileri...
Hayat eve sığar
Hasta, yakın zamanda beyin kanaması geçirmiş, dokuz gün hastanede yatmış olan benim.
Beyin kanaması bu; bisikletten düşen çocuğun dizinin kanamasına benzemiyor. Yahut, mutfakta domates dilimlerken, elma doğrarken kazara kestiğin parmağının kanamasına...
Kanayan parmak çabuk iyileşiyor ama, kanayan beyin öyle kısa zamanda iyileşmiyor.
Hadisenin üzerinden 40 gün geçti. Nöroloji doktoru, iyileşip normal yaşantıma dönmem için sabretmem ve istirahat etmem gerektiğini, en fazla kapının önünde dolaşabileceğimi söyledi. Bu yüzden, eve kapattım kendimi. Hayatı eve sığdırıyorum. Bir nevi karantinadayım. Yalnız bu karantinayı nadiren deliyorum.
Doğrusu, durumumdan çok şikayetçi değilim. Zira çok yakın bir gelecekte özgürlüğüme kavuşacağım. Ya, özgürlüğüne hiçbir zaman kavuşamayacak olan, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılıp tek kişilik hücreye tıkılmış bir mahkum olsaydım?
Aynı şekilde, geçirdiğim beyin kanamasının bende bıraktığı hasar olan (kısa zamanda geçmesini umduğumuz) sol gözümdeki sis de moralimi bozmamalı, hamd etmeliyim: Gözlerime simsiyah bir perde de inebilirdi ve şu an hiçbir şeyi göremeyebilirdim.
Coşkun Amca'nın sokaktan geçerken sadece, "Sıcak sıcak börek var, kurabiye var!" şeklindeki bağırışını duymakla yetinmek zorunda kalabilir, onu göremeyebilirdim. Küçücük bir ışığa hasret kalabilirdim.
Gözün, bir insan için ne kadar önemli ve vazgeçilmez bir organ olduğunu, üzerine sis bulutu düşünce daha iyi anladım. İnsanın, hayatındaki önem sıralamasında, birinci sıraya 'sağlık'ı koymasına şimdi daha çok hak veriyorum.
Roman aileye mesaj: Hoşça kalın!
Sanırım çok özledim: Beyin kanaması geçirmeden evvelki ben'i...Her şeyi net gördüğüm, tansiyonumu ölçmeden yaşadığım, her gün onlarca merdiven basamağını çıktığım eski sıhhatli günlerimi...
İşte tam da o günlerin bir an evvel gelmesi, bir an evvel şifa bulmam için, elinden tesbih, dilinden dua eksilmiyor annemin...
Birilerinin bir yerlerde, dualarında bana yer verdiğini biliyorum. İyileşeceksek ve hala nefes alabiliyorsak, bunu belki de o dualara borçluyuz. Dilerim; dua ederken açılan o eller, o iyi kalpli insanların elleri, bu hayatta hiçbir zaman dert görmez.
Hastanede aynı odayı paylaştığım, ciddi bir rahatsızlığı olan Erzurumlu Efendi Aydemir'in hanımı, "Senin için dün gece çok dua ettim" demişti bana...
Acilde sedyede uzanırken; yan tarafımdaki sedyenin başında bulunan, hiç tanımadığım/yüzlerini ilk defa gördüğüm bir amca ve teyze, ısrarla bana "Sana karşıdan börek alalım mı?" diyorlardı...
İyi insanlar henüz tükenmemişti. Bazen bir hastane köşesinde, bazen başka bir yerde karşımıza çıkıyorlardı.
Kısa bir zaman sonra, roman aile kapıcı dairesinden çıktı. Balıkçılıkla uğraşıyormuş evin erkeği... İşi rast gitmemiş burada; bu yüzden, eşiyle ve çocuklarıyla birlikte apartmandan ayrılıp memleketlerine gittiler.
Küçük kamyonetlerine eşyalarını yükleyip gözden kayboldular.
Umarım onları güzel günler bekliyordur.
Umarım, Nazım Hikmet'in dediği gibi, "En güzel günlerimiz, henüz yaşamadıklarımızdır."
(SA/PT)