2008’den beri süregelen krizin üzerine pandemi koşullarının eklenmesi, her şey gibi istatistikleri de altüst etti. İstatistiklerin büyük kısmı anlamsızlaştı, inandırıcılığını yitirdi. Türkiye’deki istatistiklerden söz etmiyorum, onlara zaten güvenmiyoruz fakat bütün dünyada kullanılan bazı istatistikler de artık açıklayıcı olmaktan çıktı.
Ekonomiyi matematiksel modellerden ibaret bir disipline indirgemenin gerçeklikten kopuşa yol açtığı son yıllarda giderek daha sıklıkla söyleniyor. Bunun ne kadar haklı bir eleştiri olduğu ortada. Yine de geleceği tahmin etmek için matematiksel modelleri de kullanmanın zorunlu olduğu biliniyor. Ama bunun için sağlıklı istatistiksel verilere ihtiyaç var.
İstatistiklere güven yok
Enflasyon verilerine bakalım. Dünyadaki ülkelerin çoğu için bu sıralar pek önemi kalmasa da Türkiye için hala en temel göstergelerden biri. Bizde tüketici fiyat endeksi (TÜFE) adı verilen genel enflasyon endeksi, Türkiye’deki ortalama tüketicinin harcamaları esas alınarak hesaplanır. Ortalama tüketicinin harcamaları bir dizi araştırma sonucunda bulunan tüketim kalıplarına göre hesaplanıyor.
Şimdi, bir yıldır hiçbir tüketici önceki yıllarda saptanan tüketim kalıplarına göre harcama yapmıyor. Genel olarak gıda temizlik vs. dışındaki harcamalar azaldı. Oysa TÜFE’nin hesaplandığı tüketim kalıpları hala önceki yıllardaki tüketimi yansıtıyor.
Burada, “TÜİK neden pinpon topunu endekse dahil ediyor” gibi sık sık tekrarlanan haksız eleştirilerden söz etmiyorum. Son bir yıllık tüketimdeki özel durumu kastediyorum. Fakat yapacak bir şey yok. İstatistikçiler bir yıl çalışıp yeni tüketim kalıbını belirleseler bile, seneye durum yine değişecek, yeni kalıbın anlamı kalmayacak.
Benzer bir durum istihdam ve işsizlik verilerinde de geçerli. Kısa çalışma ödeneği verilerek işten çıkarılmamış süsü verilen ama gerçekte çalışmayan insanlar işsiz sayılmıyor. Yardımlar sayesinde dükkanı kapatmaması sağlanan esnafın yanında çalışanlar istihdam içinde sayılıyor. İşten çıkarma yasaklandığı için işinden atılanlar istatistiklere girmiyor. Haftada bir gün işe giden kamu görevlilerinin tam zamanlı istihdam edildiği kabul ediliyor.
Zombi şirketler
Pandemi koşullarında çok sayıda işletmeye bol keseden kredi dağıtıldı, faiz indirimleri yapıldı, vergi borçları, prim borçları ertelendi. Böylelikle bu işletmelerin kapanmaması, iyi kötü faaliyetini sürdürmesi sağlandı. Bu şirketlerin ne kadarının bu avantajlardan yararlanarak üretimine devam ettiği, ne kadarının üretimi sürdürme olanağı bulamadığı halde bu şekilde ayakta kaldığı bilinmiyor.
Böyle şirketler bu aralar dünyanın her ülkesinde var. Bizdeki gibi kredi ile yetinmeyip açıktan para dağıtan ülkelerde daha çok var. Bunlara zombi şirketler deniyor. Aslında öldüğü halde, kriz dönemi destekleriyle canlı gibi görünen şirketler.
Son yılların popüler göstergelerinden güven endeksleri için de benzer durum geçerli. Olağanın dışındaki koşullarda yaşayan tüketicilerden veya firmalardan olağana ilişkin öngörüler bekleniyor. Bunu yapmak için somut verilerden çok temennilere veya endişelere dayanan varsayımların temel alınacağı tahmin edilebilir.
Büyüme tahminleri neye göre
Bu verilerin yetersizliği kendi başına çok ciddi sorunlar olarak görülmeyebilir. Ancak bunlar geleceğe yönelik tahminlerde kullanılan göstergeler. Güvenilir göstergelerin olmaması durumunda tahminler karanlıkta el yordamıyla yapılıyor demektir. Kamu kurumları, bağımsız kuruluşlar, uluslararası kurumlar bu verilere dayalı olarak tahmin yapıyorlar.
Verilerin yetersiz ya da güvenilmez olduğu hallerde, ister istemez daha cüretkar varsayımlar yapmak gerekir. Söz gelimi, ülkelerin büyümelerine ilişkin tahmin yapılacaksa, bazı soruların önceden cevaplanması lazım. Pandemi dönemi bittikten sonra insanların harcamaları ne yönde değişecek? Kaç kişi işini kaybetmişti, bunlardan kaçı işine dönebilecek? Bu dönemde ertelenen harcamalar ne zaman telafi edilecek? Kamu katkısı kesilince kaç firma varlığını sürdürecek? Kamu otoriteleri piyasaya para saçmaya daha ne kadar devam edecek?
Umudu yansıtıyor
Bunlar yapay zeka tarafından cevaplanamayacak sorular. Bu soruları cevaplamaya yönelik varsayımlar gerçeklikten çok, varsayım yapanların niyetini ya da umudunu yansıtır. Buna bir de uluslararası kuruluşların, beklentileri olumsuz yönde etkilememek için iyimserliği bir görev addetme eğilimini eklemek gerekir. Pandemi sonrasına dair öne sürülen rakamlar tam da böyledir.
Kritik konu hemen her zaman olduğu gibi taleptir. Kapitalizmin arza ilişkin sorunlara çözüm bulma yetenekleri hızla artarken, talebe ilişkin sorunları giderek kronikleşiyor. Yine de büyüme tahmini yapabilmek için talebe ilişkin varsayımlar gerekiyor.
İnsanlar pandemiden sonra coşarak, tüketimden uzak kaldıkları ayların/yılların acısını mı çıkaracaklar yoksa içlerine ve evlerine kapandıkları uzun dönem, tüketim alışkanlıklarına da yansıyacak, hayat tarzları köklü bir değişim mi geçirecek? Ya da bu arada hiçbir şey olmamış gibi, yeniden pandemi öncesi tüketim kalıplarına mı dönecekler?
Pandemi öncesinde de, 2008’den beri devam eden bir talep yetersizliği yaşandığı düşünülürse, krizden çıkış için birinci varsayımın gerçekleşmesi zorunlu gibi görünüyor. Piyasanın eninde sonunda kendi çözümünü getireceğine iman edenler bu olasılığın gerçekleşeceğine güveniyorlar. Küresel piyasayı düzenlemekle yükümlü kuruluşlar, bu varsayımları kullanıyor. Ancak, mevcut durumu ölçmek için bile yeterince sağlıklı veri bulunmayan bir dünyada, çözümü piyasaya bağlamak aşırı iyimserlik gibi görünüyor.
Piyasanın çözüm getireceğine bel bağlamayanlar, 29 Krizinde ABD’nin New Deal programlarını -Avrupa ülkelerinin aksine faşizme bulaşmadan- uygulamasını örnek alıyorlar. Yeşil New Deal önerileri hazırlanıyor. Küresel sağlık harcamalarının yükseltilmesi konuşuluyor. Aksi takdirde, yüzyıl önceki krizde olduğu gibi, dünyanın birçok ülkesinde görülen ve derinleşen siyasi sorunların daha da şiddetlenmesi söz konusu olabilir.
(NÖ)