"Tokluktan gelen huzur, yalnız ekmekle değil, adil bir paylaşımla mümkündür."
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın “Ramazan Günlükleri” kitabında yer alan “Ekmek İsrafı” başlıklı yazısı, ekmeğin hem doyurucu hem de ekonomik bir besin olduğuna dikkat çekmektedir. Ancak, ekmeğin öncelikli bir besin kaynağı olarak sunulması, ekonomik zorlukların derinleştiği ve sağlıklı beslenme tartışmalarının ön planda olduğu bir dönemde hem bilimsel hem de toplumsal açıdan eleştirilmektedir.
Doymak, bireyin midesinin dolmasını ve açlık hissinin giderilmesini ifade ederken, beslenmek vücudun ihtiyaç duyduğu makro ve mikro besin öğelerini alarak sağlıklı bir şekilde işlevlerini sürdürebilmesi anlamına gelir. Ekmeğin doyurucu olması, vücudun temel enerji ihtiyacını karşılasa da uzun vadede tek başına yeterli bir beslenme kaynağı olmadığı bilimsel bir gerçektir. Karbonhidrat ağırlıklı bir diyet, protein, vitamin ve minerallerden yoksun olduğu için dengesiz beslenmeye yol açabilir. Bu durum, ekonomik zorlukların dayattığı bir çözüm olmaktan öte, toplumsal sağlık sorunlarına zemin hazırlamaktadır.
Özellikle halk ekmek kuyruklarında uzun süre bekleyen bireyler, ekmeğin ekonomik bir çare olarak görülmesinin ardındaki derin sosyoekonomik sorunların öne çıkan bir göstergesidir. Ali Erbaş’ın “Doyurucu ve ekonomik olması nedeniyle vücudumuzun ihtiyaç duyduğu günlük besin değerlerinin birçoğu ekmekten karşılanmaktadır" ifadesi, bu kitlelerin yaşamsal zorluklarını bir nebze hafifletmeye yönelik bir tavsiye gibi görülse de, bu durumun arkasındaki yetersiz sosyal politikaları göz ardı etmektedir. Gıda güvensizliği, temel beslenme kaynaklarına erişimdeki eşitsizlikler ve yüksek enflasyon, toplumu ekmeğe bağımlı hale getiren ekonomik yapının sonucudur.
Ekonomik kriz dönemlerinde ekmeğin birincil bir besin kaynağı olarak sunulması, bireylerin sağlıklı ve dengeli beslenme hakkından mahrum bırakılmasına yol açmaktadır. Bu, sadece bireylerin fiziksel sağlığını tehdit etmekle kalmaz; aynı zamanda toplumsal eşitsizlikleri daha da derinleştirir.
Ali Erbaş’ın yazısında vurgulanan ekmek israfı, ekonomik şartların zorlu olduğu bir dönemde önemli bir sorun olarak görülse de, bireylerin ekmeğe olan bağlılığını da sorgulatmaktadır. Toplumun ekmeği kutsallaştırması, ekonomik darboğazlarda göz ardı edilen temel insan hakkı olan dengeli beslenme ihtiyacını maskeleme riski taşımaktadır.
Ekmek israfının önünü geçmek için toplumsal farkındalık yaratılması önemlidir. Ancak bu farkındalık, bireyleri sürekli tüketim ahlakıyla şekillendirmek yerine, gıda politikasının sosyal adalet ekseninde yeniden düzenlenmesi gerekliliğine işaret etmelidir. Devletin, sosyal yardım politikalarıyla bireyleri sadece hayatta kalmaya değil, sağlıklı bir şekilde yaşamaya yönlendirmesi şarttır.
Toplumsal çözüm önerileri
Ekmek israfının önünü geçmek için bireylerin bilinçlendirilmesi önemlidir. Ancak bu kampanyaların ekmek dışındaki temel besin kaynaklarını da kapsaması gerekir.
Ekonomik zorlukların etkilerini azaltmak için gıda fiyatlarında denetim mekanizmaları etkinleştirilmeli, sağlıklı beslenme alternatiflerine erişim kolaylaştırılmalıdır.
Halk ekmek gibi sosyal yardım mekanizmaları genişletilerek, bireylerin sadece ekonomik değil, aynı zamanda beslenme çeşitliliği ihtiyacı da karşılanmalıdır.
Doymak ve beslenmek arasındaki farkı anlamak, bireylerin sadece fiziksel gereksinimlerini değil, yaşam kalitelerini artırmak için de önemlidir. Ekmek, ekonomik olarak erişilebilir bir besin kaynağı olarak öne çıksa da, bu durum ekonomik çaresizliğin bir sonucu olarak değerlendirilmelidir. Ali Erbaş’ın ifadeleri, toplumsal ve ekonomik adaletin sağlanması için daha geniş bir perspektifle ele alınmaya muhtaçtır. Toplumun sadece doymasını değil, beslenmesini sağlayacak politikaları hayata geçirmek, daha sağlıklı ve eşit bir gelecek için kritik bir adımdır.
(AÖ/RT)