Proje okullarında liyakat erozyonu

"Liyakatin olmadığı yerde, eğitim değil yalnızca itaat büyür.”
Türkiye’de uzun süredir eğitim politikaları ciddi bir dönüşüm geçiriyor. Bu dönüşüm, kimi zaman olumlu reformlarla kimi zaman da uygulamada karşılaşılan sorunlarla şekilleniyor. Ancak son dönemde proje okullarında görev yapan yüzlerce deneyimli öğretmenin iradeleri dışında görevlerinden alınması, eğitimde liyakat ilkesinin ciddi biçimde zedelendiğine işaret ediyor.
Proje okulları ülke içinde ve ülke dışında yerli veya yabancı kurum, kuruluş veya diğer ülkelerle iş birliği anlaşmaları çerçevesinde kurulan, ulusal veya uluslararası proje yürüten ve belirli eğitim reformu ile programları uygulayan okullardır. Bu okullar, geleneksel eğitim sisteminin sınırlarını aşarak, öğrencilerin yaratıcılıklarını geliştirmelerine olanak tanır. Örneğin, proje bazlı öğrenme yöntemleri sayesinde, öğrenciler gerçek dünya problemleri üzerinde çalışarak pratik beceriler kazanır. Bu durum, onların analitik düşünme yeteneklerini de artırır. 2025 yılı itibarıyla Türkiye'de yaklaşık 2 bin 200 proje okulu bulunmaktadır.
Proje okulları, Türkiye’nin dört bir yanında sınavla öğrenci alan, başarı düzeyi yüksek liseler olarak tanımlanıyor. Bu okullarda görev yapan öğretmenler de genellikle yılların deneyimine sahip, alanında yetkin, öğrenciye hem akademik hem kişisel olarak katkı sağlayan eğitimcilerden oluşuyor. Ancak son günlerde, bu okullarda görev yapan birçok nitelikli öğretmenin görevlerine son verildiği, yerlerine ise çoğu zaman liyakat esasına dayanmayan atamaların yapıldığı gözlemleniyor.
Bu durumun yarattığı olumsuz sonuçlar:
Bir okulun gerçek başarısı yalnızca öğrencilerin sınavlarda elde ettiği puanlarla ya da üniversiteye yerleşme oranlarıyla ölçülemez. Asıl başarı, okulun zaman içerisinde inşa ettiği eğitim kültürü, öğrenciye kazandırdığı insani değerler, toplumsal katkısı ve içinde barındırdığı bilgi birikimiyle değerlendirilmelidir. Bu da büyük ölçüde, o okulda uzun yıllar görev yapmış, hem öğrencileri hem de meslektaşları nezdinde güven kazanmış, tecrübeli öğretmenlerin emeğiyle mümkün olur. Deneyimli öğretmenler, yalnızca ders anlatan kişiler değil; aynı zamanda okulun kimliğini oluşturan, kriz anlarında yön gösteren, genç öğretmenlere rol model olan ve öğrencilere akademik başarının ötesinde yaşam becerileri kazandıran rehberlerdir. Bu öğretmenlerin sistem dışına itilmesi, yalnızca bireysel bir kayıp değil, aynı zamanda kurumun yıllar içinde oluşturduğu pedagojik mirasın da silinmesi anlamına gelir. Okulun yazılı olmayan kuralları, dayanışma biçimi, öğrenciyle kurduğu özel bağlar ve eğitimdeki özgün yaklaşımı, işte bu öğretmenlerin katkılarıyla şekillenir. Onların yokluğunda, okulun geçmişle olan bağları kopar, gelenekleri zayıflar ve her yeni dönemde sıfırdan bir düzen kurulmak zorunda kalınır. Bu da hem okulun sürekliliğini hem de öğrenci başarısını olumsuz etkileyen, derin yapısal sorunlara yol açan bir durumdur.
Bu okullara yüksek bir rekabetle, yoğun bir sınav sürecinden geçerek yerleşen öğrenciler; yalnızca akademik başarı değil, aynı zamanda nitelikli bir eğitim ortamı, güçlü bir öğretmen kadrosu ve geleceğe dair umutla dolu bir öğrenme süreci beklemektedir. Proje okullarının sunduğu ayrıcalıklı eğitim, öğrenciler için bir ödül değil; zorlu çalışmalarının doğal bir karşılığı olarak görülür. Ancak bu okullarda yıllardır görev yapan deneyimli öğretmenlerin ani ve gerekçesiz bir şekilde görevlerinden alınması, hem eğitimin sürekliliğini bozmakta hem de öğrenciler üzerinde ciddi bir belirsizlik duygusu yaratmaktadır. Öğretmen-öğrenci arasında zamanla kurulan güven bağı sarsıldığında, bu durum doğrudan öğrencilerin motivasyonuna, akademik gelişimlerine ve okul aidiyetine olumsuz yansımaktadır. Sürekli değişen kadrolar, öğrencilerin uyum sürecini uzatmakta, öğrenme atmosferini zayıflatmakta ve eğitim kalitesini geriletmektedir. Eğitimde istikrarın ve başarının temelinde nitelikli öğretmenler yer alırken, bu öğretmenlerin sistem dışına itilmesi öğrencilerin hayal ettikleri kaliteli eğitimle aralarına mesafe koymaktadır.
Eğitim, yalnızca bireylerin değil, bir toplumun geleceğini inşa eden en temel alandır. Böylesine hayati bir alanda, öğretmen atamalarında liyakat yerine siyasi ya da kişisel sadakat gibi sübjektif kriterlerin esas alınması, hem eğitim sistemine hem de toplumsal adalet anlayışına ciddi zararlar vermektedir. Öğretmenlik, uzmanlık, sabır, özveri ve etik sorumluluk gerektiren bir meslektir; bu nedenle bu mesleği icra eden bireylerin göreve geliş süreçleri mutlak surette objektif, şeffaf ve adil ilkeler doğrultusunda şekillenmelidir. Ancak son yıllarda, özellikle proje okulları gibi yüksek başarı beklentisinin olduğu kurumlarda yapılan atamalarda, eğitimcilerin mesleki yeterlikleri ve deneyimlerinden çok, siyasi görüşleri ya da belirli gruplarla olan yakınlıkları dikkate alınarak tercihler yapılmaktadır. Bu durum, kamu vicdanını derinden yaralamakta, öğretmenlik mesleğine olan güveni zedelemekte ve genç nesillerin eğitimde fırsat eşitliğine ulaşma umudunu kırmaktadır. Liyakat ilkesinin göz ardı edilmesi, sadece bireysel mağduriyetlere değil, aynı zamanda toplumsal birikimin ve insan kaynağının heba edilmesine de neden olmaktadır. Unutulmamalıdır ki, ideolojik sadakatle değil, mesleki ehliyetle yapılan atamalar; güçlü bir eğitim sisteminin ve sağlıklı bir toplumun temel taşıdır.
İrade dışında görevden alınan öğretmenlerin yerine yapılan görevlendirmeler, yalnızca görevden alınan eğitimcileri değil, görevine devam eden öğretmenleri de derinden etkilemektedir. Bu tür uygulamalar, okul ortamında ciddi bir huzursuzluk ve güvensizlik iklimi yaratmaktadır. Özellikle hiçbir somut gerekçe sunulmadan veya mesleki yeterlilik dikkate alınmadan yapılan bu görev değişiklikleri, kalan öğretmenler üzerinde ağır bir psikolojik baskı oluşturmaktadır. Eğitimciler, uzun yıllar emek verdikleri kurumlardan bir gün aniden uzaklaştırılabilecekleri düşüncesiyle kendilerini güvende hissetmemekte, bu da mesleki motivasyonlarını ciddi biçimde zayıflatmaktadır. Her an görevden alınma riskiyle karşı karşıya olan bir öğretmenin, öğrencilerine ilham verecek, yenilikçi ve üretken bir eğitim anlayışını sürdürmesi mümkün değildir. Bu tür bir kaygı ortamı, öğretmenlerin yaratıcı enerjilerini, inisiyatif alma isteklerini ve mesleki gelişim çabalarını köreltmekte, işlerini yalnızca bir formalite olarak görmelerine neden olmaktadır. Öğretmenlik gibi yüksek düzeyde özveri ve idealizm gerektiren bir meslekte, bu tür tedirginliklerin sürekli hale gelmesi, eğitim kurumlarını yalnızca bilgi aktarım merkezlerine indirgerken; öğrenci-öğretmen ilişkisini de güven ve samimiyetten uzak, yüzeysel bir hale getirmektedir. Sonuç olarak, öğretmenler arasında "yarın ne olacak" sorusu bir rutine dönüştükçe, eğitim sisteminin sağlam temeller üzerine kurulması da giderek imkânsız hale gelmektedir.
Eğitimde sürdürülebilir başarı ancak liyakatli, deneyimli ve adil şekilde görevlendirilmiş öğretmenlerle mümkündür. Proje okullarının yapısı yeniden gözden geçirilmeli, atamalar objektif kriterlere dayandırılmalıdır. Öğretmenlerin mesleki deneyimleri, başarıları ve öğrenci-veli memnuniyetleri gibi ölçütler ön plana çıkarılmalı, siyasi ve idari baskılardan arındırılmış bir sistem kurulmalıdır.
Proje okullarında öğretmenlerin görevlerine iradeleri dışında son verilmesi sadece bireysel değil, yapısal bir sorunun göstergesidir. Eğitimde niteliğin korunması ve artırılması için liyakat ilkesine mutlaka geri dönülmelidir. Aksi takdirde, en nitelikli öğrencilerimizin geleceği, politik kaygılara kurban edilmeye devam edecektir.
(AÖ/RT)
Özel okullarda velilerin yüksek not baskısı kime zarar veriyor?

Okullar nasıl bu hale geldi?

Eğitimde fırsat eşitliği yasaların ötesine geçemedi

Bu yıl Newroz’un adı barış olsun: Yeni başlangıçların ateşi

Okullarda toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimi neden verilmiyor?
