Dil; yalnızca bir iletişim aracı değil, kişiler ile kültürlerin gerçekliği inşa etme ve varoluş biçimidir. Ama dilin yalnızca belirli formları, yalnızca belirli kelime setleri, yalnızca belirli işaret sistemleri makbul sayıldığında, bir tahakküm mekanizması kuruluyor.
Devletlerin yasalarıyla, toplumun alışkanlıklarıyla, eğitimin dayattıklarıyla… Tek bir dilin tek doğru olduğu ilan ediliyor. Hangi dillerin kamusal alanda geçerli sayılacağı, hangi ifade biçimlerinin kabul edileceği, kimlerin kendi yöntemleriyle var olabileceği belirleniyor. O dili konuşmayanların sadece dilleri değil, var olma hakları da tehdit ediliyor.
Bu yüzden anadil hakkı, sadece bir hakkın korunması meselesi değil. Aynı zamanda kimlerin “herkes” kabul edileceğine, kimlerin gerçekten var olmasına izin verileceğine dair bir güç mücadelesine dönüşüyor.
Körler bankada tek başına bir işlem yapmak istediklerinde, Latin harfleriyle ve kendi el yazılarıyla "okudum anladım" yazmaları isteniyor. Belki hiç bilmediğimiz ama daha da önemlisi günlük yaşamımızda kullanmadığımız bu yazma biçimine zorlanıyoruz.
Altı üstü iki kelimenin yazılışını, hiç görmese bile, öğrenmek veya işlemini yaptırmak için rastgele iki şahit bulmak körler için hiç zor değil. Ancak yıllardır biz bu tür uygulamalara direniyoruz. Çünkü bu basit bir teknik mesele değil, sağlamcı ideolojinin ta kendisi.
Bu tür dayatmalarla çoğunluğa uymayan herkese kendilerinin eksik veya yanlış oldukları bilgisi aşılanmaya çalışılıyor. Belli grupların kendi ifade biçimlerinin kabul edilmemesi, kendi var olma biçimlerinin de kabul edilmemesi anlamına geliyor.
Otistiklerin kendi iletişim biçimleri tanınmadığında, işaret dili bilinmeyen bir devlet dairesinde, körler için erişilebilir bilgi bulunmayan bir hastanede, kendi dilinde eğitim alamayan bir okulda insanlara açıkça şu söyleniyor: “Sen, buraya ait değilsin." Dilini dayatılan sınırlar içinde kullanamayan herkes bu dışlanmanın hedefinde.
Normal diye sundukları şey; aslında yalnızca belirli bir grubun dili, belirli bir sınıfın kelimeleri, belirli bir otoritenin sesi ve bir dile, bir yönteme, bir var olma biçimine yönelen hep aynı tek tipleştirme şiddeti.
Öyleyse artık yüksek sesle söylemek gerekiyor: Biz buradayız. Bizi yok sayanların dilini öğrenmek zorunda değiliz. Bizi tek bir kalıba sığdırmaya çalışanlara boyun eğmek zorunda değiliz. Kendi dilimizle konuşacağız. Kendi yöntemlerimizle var olacağız.
(MS/EMK)