"Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben halime
Titrerim mücrim gibi, baktıkça istikbalime"
Kemani Sarkis Efendi
Ermenilerin ulusal enstrümanı Duduk kadar ezgili ve insan tekinin içine işleyen hüzünkâr bir müzik aleti tanımadım desem yeridir. İlk evvel Ermeni Knar grubundan, sonra da Civan Gasparyan'dan canlı olarak dinlemiştim Duduk'u.
Daha sonra her fırsat bulduğumda müptelası oldum duduk'un. En iyi ses veren Duduk kayısı ağacından yapılırmış. Heeey, dedim felek çarkın kırılsın! Çarkın kırılsın ki felek, Hrant Dink'e yar olmadın bu dar-ı dünyada. Neden mi? Hrant'ın memleketi Malatya da ondan.
Dilerim bu murad Hrant'ın mezarına kadar ulaşır
Bugünlerde Malatya bir başka şen (mi). Hrant'ın üstüne titrediği ve dile getirdiği Malatya'daki Taşhoran Kilisesi, Tepebaşı Cami Yaptırma Derneğince yıkılmaktan kurtarılıp restore edilecek(miş).
Ruhu şad olsun Hrant'ın, dilerim bu murad mezarına kadar ulaşır da, toprağında rahat uyur rahmetli Hrant.
Kayısı kadar verimlisi azdır...
Ben bu satırları size bütün niyetlerimden azade, duduk ve kayısı, bir de ses ilişkisi üzerine yazıyorum, haberiniz olsun! Kayısı ağacı kadar verimkâr ve taamı hoş bir başka ağaç azdır dünya yüzünde.
Kayısı meyvesini, taze iken tadına doyulmaz bir şekilde yersiniz. Çekirdeğini kırınca badem niyetine yersiniz. Bademini şekere bulayınca badem şekeri olur. Kurusu hoşaf olur. Likörü, en az ceviz, muz ve vişne likörü kadar enfes tat verir. Pestili, tatlısı, cevizli sucuğu, reçeli ve diğer ürünlerini isterseniz saymayayım.
Bu denli tadı, taamı hoş olan ağacın dalından yapılan duduk ise hep hüzün üfler. Nedendir, hiç düşüneniniz olmuş mudur?
Ermeniler duduk'a "dziranapog" derler
Ermenilerin duduk'a "kayısı ağacı-dziranapog" demeleri ve yaşadıklarının acısını ancak duduk'ta bulmaları boşuna değil. Peki, kayısının vatanı neresi? Biliyorsunuz zaten ama bir kez daha yazayım, Malatya.
Ne bileyim işte, meyvesinin tadına doyum olmaz bir ağacın dalından, geçmişi en az 4000 senelik ve çalındığında, üflendiğinde iki oktava kadar ses verebilen bu denli hüzünkâr ve acı yüklü nağmenin çıkması boşuna mıdır? Değil elbet...
Bütün bunları size niye mi yazıyorum. Durduk yerde değil elbet, duduk niyetine. İşte Malatya, Hrant, restore edilecek Taşhoran Kilisesi, kayısı, kayısı ağacından yapılan Ermeni Duduk'u ve onunla hüzünkâr nağmeler üfleyen musikişinaslar...
Hep yazarım ya ey okur...
Ben bir şehirliyim, o şehrin birçok adı var. Bütün adlarını, sanlarını severim de, bir şartla. Bir adı diğerini ötelememek, reddetmemek, itmemek kaydıyla!
Bunlardan biri şimdilerde cumhuriyetle birlikte resmi adı; Diyarbakır'dır. Severim Diyarbakır adını! Ama Dikranagerd, Amid, Amida, Omid, Amed ve Dîyarbekir adlarının da Diyarbakır'la birlikte özümsenmesi şartıyla.
Sahnede bir genç adam, elinde udu...
Yoksa tek başına zerre kadar kıymeti yoktur inkârcı Diyarbakır resmi adının benim yanımdaki yeri...
Sahnede bir genç adam, elinde udu. Karşısında ona duduk'u ile eşlik eden bir de arkadaşı. "İş"i kendine profesyonelce yakıştıran; gitar, bağlama, keman ve piyano ile birlikte bir de ut çalan Mustafa İlhan.
Diyarbakır'da sahne aldığı ilk dinletisine "Yasak Serenat" adını vermiş. Sonra da alt başlığını koymuş; "Anadolu Ermeni müziği dinletisi". "Asırlardır açık olan güneşin sofrasının lezzetlerinden yararlanmak istiyordum. Ezgiler, hangi dilde olursa olsun insanlara farklı tatlar veriyor elbette. Korkuyor insanlar seslerden, ezgilerden. Korkulacak değil, tadılacak bir lezzet olsun istedim. Bu niyetle yola çıktım. Ve bu lezzetlerden Ermenicede karar kıldım" diyordu Diyarbakır sahnesinde Dîyarbekiri mesken tutan Kâhtalı Mustafa İlhan.
Diyarbakır ne zaman ki...
'Şeyhmus Diken'i en çok ne sarar' diye sorarsanız? "Şehrin halleri" derim özetle, iki kelime ile.
Diyarbakır ne zaman ki; Ermenice ses olur Dikranagerd'ce duduk üfler.
Diyarbakır ne zaman ki; Süryanice ses olur Omid'ce udun tellerine vurur.
Diyarbakır ne zaman ki; Kürtçe ses olur Amed'çe cümbüşün akordunu tutturur.
Diyarbakır ne zaman ki; Türkçe ses olur işte o zaman Dîyarbekir, Diyarbakır olur.
Şimdi sahnede 15 senelik bir Diyarbakırlı ve eski Kâhtalı var. Haçig dedesinin torunu "Mala Stefanê"gillerden ve çocukken Adıyamanlı "Gevendeler"den etkilenip musikide karar kılan bir yeni zaman "Mıçe"si...
Dilê Yeman, Bingol, Zepur, Habrban, Adana Ağıdı, Hampartsum, Sareri ho, Kamança, Yes bucur, Sari Gyalin, İm Khorodik, Es kisher, İm Mayrig, Mer dan ve Mayro gibi Ermenice parçaların yanında; yine bir Ermeni sanatçı olup da ağırlıklı olarak Kürtçe eserler okuyan Aram Dîkran Melikyan'ın Kürtçe Ay Dilberê parçası ile, Tatyos Enserciyan'ın Gamzedeyim Deva Bulmam ve Kemani Sarkis'in Kimseye Etmem Şikayet Ağlarım Ben Halime Türkçe eserleri de ut ve dudukla peşpeşe sıralanıyor.
Ay dilberê sahneyi hüzne boğdu
Adana Ağıdı ses olurken, Hrant'ın arka plana düşen ve Sivas'ta toprağı ile buluşan bir yaşlı Ermeni'de varlık bulan "Su Çatlağını Buldu" ifadesi ile Aram Dikran'ın vasiyetine rağmen engellenerek yaban ellerde defnedilmesine sebep olan ve "Su çatlağını bulamadı" vurgusuyla örtüşen Ay dilberê eseri salonu da sahneyi de hüzne boğuyor.
Sonrası mı?
Siz yine de tatlı canınızı üzmeyin, canınızı da sıkmayın ve boşverin isterseniz...
Hani şair şarkıya söz olan nağmelerde demiş ya!
"Ötesini ne sen sor, ne de ben söyleyim" diye...
İstediği kadar soyadı "şirin"lik çağrıştıran bir 'gurabahane-i laklakan' 1915'e takılmayalım, 'kardeşler arasında olur böyle vakalar' mealinde laflar ededursun. İstanbul metropolüne hapsolmuş, her gecesi ayrı bir zindan, acı kavminin Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasından seslenen, qefle'yi yaşamış Haçig dedesinin üçüncü kuşaktan Adıyaman-Kâhtalı torununun Dîyarbekirdeki çığlığıdır belki de utla ve dudukla varlık bulan.
O halde ben de affınıza sığınarak ezcümle; udun ve duduğun bir torunda vukubulan sesine Dikranagerd mekânında kulak vermek adına ettim bunca kelamı...(ŞD/EÖ)