Hanidir söylene gelen iyimser sözlere ve nutuklara rağmen çocukluğun bu coğrafyada pek de para etmediği aşikar aslında. Yaşananlar bu yüzden çok da şaşırtmıyor ve hayretler içinde bırakmıyor insanı. Bununla birlikte işin bir başka can sıkıcı tarafı bu özel yetkili ağır ceza mahkemelerin çocuk mahkemelerinin var olma nedenini baltalaması. Sahi acaba çocuk mahkemeleri niye vardır, bu memlekette niye özellikle son yıllarda birer ikişer kurulmaya, niye çocukların yetişkinlerle aynı koşullarda ve mekanlarda değil de daha farklı koşullarda “yargılanması” gerek görülmüştür. Cevap verelim isterseniz. Çocuk olduklarından olsa gerek.
Çocuk Mahkemeleri mi? Ne gerek vardı !
Önce kabaca çocuk sözcüğünden ne anlaşıldığından başlamak gerek sanırım, “Halk dilinde” anladığımız kadarıyla çocuk, stratejiden ve planlılıktan uzak, öyle ince hesaplardan filan anlamayan, bir şeyi yaparken önünü sonunu fazla düşünmeyen, sonuçların eksilerini ve artılarını öyle uzun uzadıya tartmayan, ölçmeyen bir “varlık” desek yeridir. Çocuğun en önemli özelliklerinden birisi eyleminin sonuçlarını ve anlamını tam anlamıyla kavrayamaması ve içselleştirememesidir. Ve işte tam da bu yüzden çocuktur ve çocuklar “modern” dünya ülkelerinde kendilerine özgü kanunlar çerçevesinde çocuk mahkemelerinde yargılanırlar. Çocuğun erişkinlerden farklı ruh hallerine ve algıya sahip olmasından ve olumsuz yaşantılardan kaynaklı incinebilirliklerinin ihtimal dahilinde olmasından ve bir pozitif ayrımcılık gereği korunma gereksinimi olabileceği ve bu gereksinimin uygun koşullarda sağlanması düşüncesi etrafında kurgulanır çocuklara yönelik “adalet” sistemi.
Devletimiz de sanırım modern olma yolunda hızla ilerleme hevesinde ki, çocuk kanunları, çocuk mahkemeleri ve mahkemelere bağlı olarak çalışan sosyal hizmet uzmanı, psikolog ve pedagog gibi “tam teçhizatlı” uzman kadrosuyla “çocuk hakları ve insan hakları podyumlarında” arz-ı endam ediyor. Ediyor etmesine de “bu ne yaman çelişki anne”. Çocuk Koruma Kanunu Madde 4’te kanunun temel ilkelerinden bahsediliyor, ilkelerden bazılarında “çocuğun yarar ve esenliğinin gözetilmesi”, “kararların alınmasında ve uygulanmasında, çocuğun yaşına ve gelişimine uygun eğitimini ve öğrenimini, kişiliğini ve toplumsal sorumluluğunun desteklenmesi” gibi ifadeler dillendiriliyor.
Her şey kağıt üstünde çok güzel görünmekle birlikte şöyle bir durumla karşı karşıya kaldığımızı ister istemez görüyoruz: Çocuklar için çocuk mahkemeleri var, kanunlar var, onlar için devlet masraftan filan kaçınmayıp hiç de üşenmeyip uzmanlarda almış kendi bünyesine ama “bazı çocuklar”ın yargılandığı yerler özel yetkili ağır ceza mahkemeleri.
Bildik bir masal, rutin dışı durumlar
Şimdi gelelim bu “bazı çocuklar” meselesi üzerinden sırıtan, çocuk hakları gaspının anlam ve içeriğine. Burada çok tehlikeli bir işe girişiliyor aslında, çocuklar tıpkı yetişkinler gibi kategorize ediliyor ve “iyi çocuklar” ve “kötü çocuklar” fikri etrafında kendince hukukla örülmüş “meşru” bir alan yaratılıyor. Bu “meşru” alan varlığını devam ettirdiği müddetçe kendi olağanlarını ve olağan dışı gördüklerini daha keskin bir şekilde ayırt etmeye başlıyor. Hali hazırda çocuk mahkemeleri dışında zaten çocuk ağır ceza mahkemeleri diye isminden dolayı peşinen cezayı odak aldığı düşündürtecek mahkemeler varken özel yetkili ağır ceza mahkemeleri işleri daha da zorlaştırıyor - Çocuk “Ağır Ceza” Mahkemesi, bu çelişki de başka bir konu tabii ki.
Ve ileride karşımıza çıkması kuvvetle muhtemel bir “fikir” yumağı bu sorun üzerinden uç veriyor. Şunu düşünmemiz mi isteniyor aslında, “ey halk kanunla ihtilafa düşmüş çocuklar aslında ikiye ayrılırlar, birinci kategoridekiler çocuk mahkemeleri veya çocuk ağır ceza mahkemelerinde yargılanırlar, bunlar nispeten “iyi çocuklar”dır, asgari zarar görmeleri ve çocuk koruma kanununun ilkelerinden yararlanmaları konusunda mutabakat oluşmuştur, ikinci kategoridekiler ise, çocuk gibi yargılanmayı çocuk gibi muamele görmeyi hak etmeyecek kadar “büyük”türler, bir çocuğun hemen her türlü şeyi yapmasını kabul edebiliriz, yasalarımızla siper oluruz ve onun çocukluğunu koruruz ama devletin kolluk kuvvetlerine atılan taşların sahipleri kati suretle çocuk olamaz olsa olsa örgüt üyesidir, örgüt üyesinin kadını, erkeği, çocuğu yoktur, örgüt üyesi her şekilde ve her daim örgüt üyesidir.”
Maalesef devletin bakış açısı bu noktada samimiyetten tamamen yoksun bir davranış kalıbına tekabül ediyor. Oldukça pragmatist ve duruma, olaya göre çocuklara çocukluğunu verecek veya çocuktan çocukluğunu alacak ve “tehlikeli vatandaşlar” kategorisi içine yerleştirebilecek bir esnekliği inşa eden bu mantık çocuğa dair söylenebilecek, yapılabilecek her şeyi de belli çerçeveler içinde sınırlamış oluyor aslında. Kesinlikle akıldan çıkarılmaması gerekir ki çocuk hakları olsun insan hakları olsun, “olağanüstü” koşullara göre esnetilip gasp edilebilecek haklar değildir ve bir çocuğun panzere veya polise taş atması, çocuğa çocukluğundan bir şey kaybettirmez, atılan her taş çözülemeyen bir sorunun ve kanayan bir yaranın sokakta vücut bulmuş bir dışavurumudur maalesef. Ve nedenleri göz ardı edip de sonuçlarla mücadele etmeye çalışmakta insanın kendi gölgesiyle kavga etmeye çalışmasından daha anlamlı değildir.
Müdahil olmak ve ses vermek
Ayrıca bu çocukların özel yetkili ağır ceza mahkemelerince yargılanması zannımca bir bakıma bu mahkemelerdeki hakimlerin ve uzmanların görev alanına yönelik de bir tacizdir. Özellikle de çocuk mahkemelerindeki uzmanların görevi sistemin meşrulaştırılması için bir cila işlevi görmek veya her an kamuya sunulmaya hazır güzel bir paket olmak değil, şu anda özel yetkili ağır ceza mahkemelerinde yargılanan ve cezaevinde bulunan çocukları dinlemek ve anlamak, en azından anlamaya çalışmak ve tespitleri ışığında çocuğun gelişimiyle ilgili bir sorun görüyorsa buna ilişkin kanaatini yetkili mercilerle paylaşmak ve çocuğun yüksek yararını gözetmektir. bianet'teki bir habere göreyse halen çocukların sosyal inceleme raporlarının belirtilen biçimde hazır olmadığı öğrenilmektedir ki bu durum uzmanlara işlevlerini yerine getirebilmeleri için “fırsat” verilmemesinin söz konusu olduğunu düşündürtmektedir.
Örgütsel olarak özellikle çocuk mahkemelerinde çalışan meslek gruplarının bağlı oldukları mesleki derneklerin bu ihlallerle ilgilenmeye daha yoğun bir şekilde devam etmeleri, ilgilenmeyenlerin de bir an önce ilgilenmeye başlamaları hem çocuk hakları hem de genel anlamda ülkemizdeki insan hakları için oldukça değerli bir adım olacaktır. Ve bildiğimiz kadarıyla da şu anda Türkiye çapında pek çok sivil toplum örgütü çocukların adil bir yargılama sürecinden geçmesi için daha gür ve kuvvetli bir şekilde sesini çıkartmakta. Sonuç olarak güçsüz de olsa haklıdan yana olmak pek kolay değildir, mevcut olanı, yerleşik olanı yıkıp, çocuklar için daha az örseleyici olacak yeni bir anlayışı “hakim” kılarak özneleştirmeye çalışmak ise adil ve özgürleştirici bir eylem olduğu kadar da meşakkatlidir ve muhafazakar sularda “meşrulaştırma oyunu” oynamaya da benzemez pek tabi ki. İşte sırf bu yüzden herkese kolay gelsin.(OU/EÜ)
* Onur Uçar, sosyal hizmet uzmanı.