BM Çocuk Hakları Sözleşmesi (ÇHS), çocukların haklarını en ayrıntılı ve kapsamlı bir şekilde ele alan uluslararası insan hakları belgesi. Sözleşme, çocukların en iyi biçimde yaşamalarını ve kendilerini tam anlamıyla gerçekleştirebilmelerini sağlamayı hedefliyor. Onların fiziksel, zihinsel, duygusal, sosyal ve ahlaki bakımdan özgür, saygın, onurlu ve sağlıklı olarak gelişebilmesini amaçlıyor.
Sözleşme çocuğu hak sahibi bir birey, çocukluğu da bir varoluş tarzı olarak görüyor. Bu nedenle çocukların korunma haklarının yanı sıra insanın kendini gerçekleştirmesini sağlayacak ifade, düşünce, örgütlenme, katılım hakkını da çocuklar için tanımlıyor.
Ancak Türkiye'de sözleşmenin imzalanmasının ardından 20 yıldan fazla zaman geçmesine karşın, çocuklar hâlâ sadece korunması varlık olarak görülmekten öteye geçemiyor. Çocuk; "korunmaya muhtaç ve henüz büyümemiş, tamamlanmamış varlıklardır ... masumdurlar ancak yetişkinler tarafından da kullanılabilirler." "Bu nedenle bu masumiyetin korunması şarttır".
Bu anlayış; devletin hizmetlerinde, yasalarında sık sık karşımıza çıkıyor. Son dönemlerde devletin çocuğa yönelik hizmetlerinde, söylemlerinde çocuk haklarını sık telaffuz ettiğini görüyoruz. Bu elbette ki sevindirici. Ancak yapılan çalışmalarda ve kullanılan söylemde çocuk hakları kavramı, sözleşmenin ruhuna aykırı bir şekilde kullanılıyor.
Çocuk buralarda, hak sahibi bir birey, kendine ait özellikleriyle, algısıyla, düşünüşü ve ifade biçimiyle bir var oluş tarzı olarak değil, sahibinin aile ya da devlet olduğu, masumiyetinin korunması gerektiği, muhtaçlık içerisinde yer alan, henüz tamamlanmamış bir insanlık evresi olarak görülüyor. Bu da ÇHS'nin hayata geçirilmesinin önünde engel oluşturuyor.
Son dönemde; çocuklara ilişkin gerçekleştirilen iki temel çalışma bunu açıkça gösteriyor. Anayasa değişikliği ve taslak hâlindeki 1. Türkiye Çocuk Hakları Stratejisi.
Anayasa'da Çocuk
Çocuklar ilk kez 1961 Anayasası'nda yer buldu. O tarihten bugüne anayasalarda çocuk, devlet için eğitilerek biçimlendirilecek, bakılacak ve korunacak bir varlık olarak yer aldı. Hadi diyelim, 1990 yılına kadar Türkiye'nin, ÇHS'nin, çocuğu birey olarak gören algısının dışında bir algıya sahip olma yükümlülüğü yoktu. Ama artık, durum farklı. Türkiye'nin ÇHS'nin imzalamasının üzerinden 20 yıldan fazla zaman geçti. Ama Türkiye, sözleşmeye uygun bir çocukluk algılayışına hala sahip değil.
12 Eylül 2010 tarihinde halk oylamasında kabul edilen değişikliklerle çocuk bir kere daha; istismardan korunması gereken, sahibinin ailenin olduğu yetersiz bireyler olarak tanımlandı. Son yapılan değişiklikte çocuk özellikle iki maddede gündeme geldi. Bunlardan biri 10. Madde, yani eşitlik maddesiydi.
Bu maddeyle birlikte çocuklar, 12 Eylül'den itibaren ancak "yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler" ile birlikte anılarak toplumun diğer bireyleriyle eşitlenebiliyor. Bu da çocuğun ancak "dezavantajlı" ve korunması gereken bir grup olarak algılandığını gösteriyor.
41. Madde'nin başlığı ise çocuk haklarının eklenmesiyle "Ailenin Korunması ve Çocuk Hakları" şeklinde değişti. "Çocuk Hakları" başlığının ayrı bir başlık yerine "Ailenin Korunması" başlığıyla birlikte ele alınıyor oluşu, anayasayı yapanların çocuğu hak sahibi bir birey olarak görmeyen yaklaşımını bir kere daha ortaya koyuyor. Bu algıya göre çocuk ancak aile ile birlikte anılabilir.
Maddenin içeriğine baktığımızda da "Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir. Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır" ifadesinin eklendiğini görüyoruz.
Bu ifade çocuk hakları başlığı altında yer alıyor olmasına karşın, aslında sadece çocuğun korunma hakkından söz ediyor. Oysa çocuğun temel olarak "yaşama ve gelişme", "ayrımcılığa uğramama" ve "katılım" hakları da bulunmaktadır. Bu nedenle söz konusu ifade yine çocuğu sadece yetişkinlerin istismarından korunması gereken birer varlık olduğunun altını çiziyor. Onları düşünen, gelişen, katılan, örgütlenen bir birey olarak görmüyor.
Çocuk Hakları Stratejisinde "Masumiyet"
Şubat ayında 1. Türkiye Çocuk Hakları Kongresi düzenlendi. Bu kongrede Türkiye Çocuk Hakları Stratejisi taslağı da tartışıldı. Böyle bir belgenin 20 yıl gecikmeli de olsa hazırlanması oldukça sevindiriciydi. Ancak belgenin sistematiği ve dilinin dışında, temel çocukluk algısı hak temelli çalışan kişi ve kurumlar için çok sıkıntı yarattı.
Belgenin temelinde yatan çocuk algısı çocuğa sunulacak hizmetleri içeriğini belirleyecektir. Bu nedenle bu algının üstünde durulması ve tartışılması oldukça önemlidir. Belgede temel olarak "çocuk" ve "çocukluk kavramları" fazlasıyla idealize edilmekte, romantik bir yaklaşımla çocukluğa güzellemeler yapılmaktadır. "Ne sakıncası var?" diyebiliriz.
Bu yaklaşım, çocuğu yaşamın, günün ortağı ve bağımsız bir bireyi değil, özlem duyulan, yine yetişkinler tarafından kurgulanan "ideal bir insanlık dönemi" ya da durumu olarak ele alınmasına yol açıyor. Çocuk ve çocukluk kavramları "masumiyet" kavramıyla idealize ediliyor. Eğer ortada bir masumiyet varsa, bu masumiyetin de kirletilmemesi için korunması gerekir. Böyle olunca da çocuk "masumluk" gibi kurgusal bir durumu referans alarak korunurken çocuğun gerçek durumu ve ihtiyaçları gözden kaçabilir.
İşte bu nedenle devlet, çocuk haklarını telaffuz ederken, aslında öncelikle çocuğa ilişkin; bazen idealize ettiği, bazen varlığını geleceğe ötelediği, bazen sadece korunmaya muhtaç gördüğü, bazen masumluk özelliğiyle neredeyse "peygamberlik" ya da "melekelik" mertebesine soktuğu ama bazen de terörist diyerek tutukladığı, sahibinin kim olduğu konusu tartıştığı çocuklara ilişkin algısını değiştirmek durumunda.
Çocuğu bakmakla yükümlü olduğu ve de onu biçimlendirme hakkına sahip olduğu bir tamamlanmamış varlık olarak görmekten vazgeçmeli, çocukları özgürleştirmeli... (EK/EÖ)